Alman Profesörün, Doğramacı'ya Mektubu...

Berlin Özgür Üniversitesinin (FU) en tanınmış öğretim üyelerinden Akademi Ödülü sahibi, Prof. Dr. Gerhard Bauer, YÖK Başkanı Prof. İhsan Doğramacı’ya bir mektup gönderdi. Prof. Bauer, belki dünyada olup bitenlerle, bu arada Türkiye'deki gelişmelerle de çok yakından ilgili bir sosyalbilimci. Dünyanın her ülkesinde üniversiteler, toplumlarının genel gelişme düzeylerinin üstündedirler. Herhalde, bugünkü Türkiye üniversiteleri, bu noktada ilginç bir ayncalık, oluşturuyorlar. İşkence sorunu çözülmemişken, YÖK'ün varlığı da sürerken, YÖK de gerçekte bir "işkence kurumu" izlenimi veriyor. YÖK’ten uzaklaştırılanlardan pasaport alabilenler, yurtdışında, çeşitli üniversitelerde hocalık ediyorlar.

Alman Prof. Gerhard Bauer’in Doğramacıya mektubunu yayımlamak istedim:

Sayın Başkan,

Bilimsel mücadeleye, yabancı kültürlerle karşılaşmaya ve onlardan bir şeyler öğrenmeye son derece ilgi duyan bir kimse olarak, ülkeniz üniversitelindeki gelişmeyi büyük (ve aslında çifte) bir endişeyle izliyorum.

Her şeyden önce, altı yıldır uygulanmakta olan, Yükseköğretim Yasası, devlet gözetimi ve müdahalesine olanak verme enstrümanlarıyla, daha çok demokrasi, daha çok ekonomik, teknik ve sosyal ilerleme yolunda yürümek isteyen bir ülke için bu noktada gerekli olan özgür, kendi sorumluluğunun bilincinde ve yenilikten yana zengin bir bilim faaliyetini güvence altına alacak gibi görünmüyor. Söz konusu yasanın özellikle ilk dört yıllık uygulamaları, kendini üniversiteye vermiş ve bilimsel açıdan en yetenekli meslektaşların üniversiteden atılmasına yol açmıştır. Bunların bir bölümü şimdi yurtdışında yaşıyor. Bu durumda bizler, bu siyasal nitelikteki işten çıkarmaların Türk üniversitesine nasıl büyük zararlar verdiğini doğrudan anlayabiliyoruz. İşten çıkarmaların sayısı konusunda, Türkiye dışında ilan edilenlerden çok daha düşük rakamlar verdiğinizi biliyorum. Ne var ki, işten atılan 1100 değil de 'yalnızca' 68 öğretim üyesi, bunun birkaç katı araştırma görevlisi ve yardımcı doçent bile olsa, tek bir bilimcinin bile bilimdışı nedenlerle yerinden edilmesi, yani elinden etkili olma olanaklarının alınması, kendisini bilimsel bir kuruluş içinde geliştirmesinin olanaksız kılınması, bizce bilimsel gizilgücün (potansiyelin) zayıflaması demektir ve hiçbir siyasal ya da milli eğitimle ilgili bir hedefle bunu savunma olanağı yoktur.

Bugünlerde (mayıs ayında) politik öğrenci temsilciliği konusunda, Milet Meclisine sunulan yasa tasarısı da bence geriye atılmış bir başka adımdır ve Avrupa Topluluğu ülkelerinde, Türkiye'de gerçekleştirilmesi sabırsızlıkta beklenen bilim özgürlüğüne yönelik değildir. Bütün öğrencilerin belli derneklere zorla üye olmaları, şimdiye dek hiçbir yerde gerçek bir kazanç getirmedi. Ayrıca bütün üyelerin yarısının toplantılarda ve kararlarda hazır bulunma koşulu, en azından büyük üniversitelerde uygulamayı olanaksız kılacaktır. Böyle kötü ve zararlı bir madde, ciddi bir politik yönetime yakışmamaktadır. Son gösterilerin ve açlık grevlerinin gösterdiği gibi, bu düzenleme, üniversitelerdeki atmosferi iyileştirmeyecektir. Protesto eden öğrencilere nasıl davranıldığı konusunda Türkiye'den gelen haberlere bakılırsa, olanlar, yerleşmeye çalışan demokrasiden çok, uzun süredir kaldırılmış olan sıkıyönetim düzenine uymaktadır; polis dayağı artmakta, üniversitelerde ve sokaklarda insanlar tutuklanmakta, evlerinden götürülmekte, öğrencilerin kıyafeti, saçı, sakalı kontrol edilmekte, en sonunda tutuklanan öğrenciler işkence görmektedir. Biliyorum ki genç Türkiye ve özellikle Türk kamuoyu, karanlık geçmişin sürmesine ve işkencelere bütün gücüyle karşı koymaktadır. Sayın Başkan, sizden, öğrencilerin uğradığı işkencelerle ilgili her haberin üzerine gitmenizi, suçlu memurların cezalandırılmasını istemenizi ve böyle işkence olaylarının olduğu her tutukevinden bütün tutuklu öğrencilerin salıverilmesini sağlamanızı bekliyorum.

Bütün bunların yanında, ikinci endişemden de söz etmek istiyorum. Güçlenen dinsel 'fanatik' (bağnaz) akımlar, terörlerini giderek artan bir biçimde üniversitelere de sokmuşlardır. Van'da, Yüzüncü Yıl Üniversitesinden bir öğrencinin, oruç tutmadığı gerekçesiyle, 'Islamın Bekçileri' tarafından bıçak ve taşlarla öldürülmesi, ayrıca yedi öğrencinin yaralanması, bu 'dindarların' neler yapabileceğini, laik bir toplumun hangi tehlikelerin tehdidi altında olduğunu göstermektedir. Korkarım ki yasaklar ve yönetimsel önlemlerle, bu aydınlanma düşmanı güçlerin önüne geçilemeyecek, onların gizli düşmanlığı, daha da artacaktır. Başı bağlı öğrenciler, polis gücüyle üniversiteden uzaklaştırmıyorsa, bu davranış öğrenme özgürlüğüne ters düşer ve özgür bir üniversite öğrenimini kurtarmaz. Daha gerekli olanı; üniversitelerde, kamuoyunda ve tüm toplumda, kurtuluşu radikallikte arayan, ama bu toplumun üyeleri olan insanlarla tartışılmalıdır. Ancak, bunun için de, çoğunlukla aydınlanmadan yana olan öğrencilerin politika ve yayın yapma hakları kısılmak bir yana, daha da güçlendirilmelidir. Bu beyinleri yıkanmış bağnazlara (fanatiklere), üniversitedeki bir devlet komiseri ya da polisten çok, bizzat öğrencilerin ulaşma şansı daha çoktur.. Son 20 yılın Batı Alman üniversitelerinde, son derece aktif ve politik bilinç taşıyan öğrencilerle çok çeşitli deneyimlerimiz oldu. Bugün bizim öğrencilerimizin de siyasal haklar ve çalışma olanaklarından sonuna dek yararlandıkları söylenemezse bile, saptadığım odur ki, öğrencilerin bu yirmi yıl içinde çok çeşitli birbirine zıt çabalan, toplumumuzu büyük ölçüde demokratikleştirmiş azın lıklar ve farklı düşünceler konusunda daha hoşgörülü kılmış, faşizmden sonra canlılığını yitirmemiş olan bağnazlığı azaltmış ve ekonomik düzen gibi, toplumun kabuklaşmış, yapılarını en azından yumuşatmıştır.

Ülkenizin öğrencileri ve meslektaşlar, Türkiye'deki öğrenimin çok pahalı, bursların çok az olduğundan yakınıyorlar. Bu durum, ister istemez yalnızca ekonomik bakımdan güçlü bir seçkin tabakanın yükseköğrenimin olanaklarından yararlanmasına yol açmaktadır. Ve bu da bilimdışı bir ölçüdür. Burada şikâyet konusu, varolan haksızlık değil, aynı zamanda geleceğe dönük bir bakış açısının darlığıdır da. Geleceğin siyasal ve ekonomik niteliği, büyük ölçüde bilim tarafından ve uluslararası rekabet ve işbirliği içinde belirlenecekse, bir ülkenin, kendi bilimcilerini yalnızca varlıklı küçük bir kesimden değil, aynı zamanda (henüz açığa çıkmamış birçok yetenekleri ve öğeleriyle) halkın tüm potansiyelinden seçmesi; yani köylü ve işçi çocukları için (geriye ödenmesi gerekmeyen) burslar sağlanması, öğrenim harçlarını düşürmesi ve giderek tamamen kaldırması çok önemlidir.

Mantık, bilim ve insanlık adına, Sayın Başkan, sizden, sadece bir geçiş dönemi uygulaması olarak düşünülmüş bulunan şimdiki baskıcı YÖK Yasasının Türkiye'nin gereken demokratikleşmesi anlamında değiştirilmesini, politik öğrenci örgütleriyle ilgili 'düzenleme'nin geriye alınmasını, öğrencilenin politik görüş bildirme özgürlüğünün, akademik özyönetime olduğu kadar, öğretim ve araştırma İçeriklerinin belirlenmesine de katılmalarının sağlanmasını, olaylar sırasında tutuklanan öğrencilerin salıverilmesini ve polisin üniversiteden uzaklaştın imasını istiyorum. Derin saygılarımı sunuyorum.

Prof. Dr. Gerhard Bauer.

8 Temmuz 1987