Geçmiş Olsun!

Ana Dev-Yol davası duruşmasından döndüğümüz gündü; öğle saatlerinde, Eskişehir özel Tip Cezaevinde açlık grevi yapan siyasal tutukluların ana babalarının, eşlerinin Kızılay'a inip orada eylem yaptıklan haberi geldi; arkadaşlar olay yerine gittiler. Ali Sirmen de İstanbul'dan gelmişti. Olayların sıcağında "Pazar Konuğu" arıyordu. Kızılay'da, SHP'li milletvekillerinden Rıza Ilıman (Çorum) ile Tevfik Koçak (Ankara) tartaklanmışlardı. Olay yerine gelen polisler, milletvekili ne dinlemiyorlar mıydı? Ali Sirmen, yolun ortasında yatan ana babaların üstüne arabayı sürmesi için belediye otobüslerinin şoförlerine "geç" diyen, polislerin bu davranışını "iktidar boşluğuna bağlıyor. Balık baştan koktu mu, kuyruğu seyredin siz!

Olayın nasıl olup geliştiğini SHP'li Çorum Milletvekili Rıza Ilımana sordum, şöyle dedi:

Mamak'taki Dev-Yol davası duruşması bitmişti, biz Tevfik Koçak, Muzaffer İlhan Erdostla birlikte, İnsan Haklan Demeğine gelmiştik. Orada, ailelerin bir eylem koyduklarını söylediler. Şu anda Kızılay'dalar dediler. Yardımcı olsanız diye eklediler. Milletvekili olarak olaya seyirci kalamazdık; biz de kalkıp Kızılay'a gittik. Baktık, aileler orada oturuyorlar. Polisler de sürüklüyorlar, çekiyorlar bunlan. Aileler yerlere yatmışlar. Polislere müdahale ettik. Bunlar vatandaş dedik, bunlar da vatandaş; bir dertleri var mutlaka, ikna edelim, bak biz de görevliyiz; biz de milletvekiliyiz, bunlan ikna ederiz; ikna edelim, öyle kaldıralım... Fakat polisler, 'Siz karışmayın' filan deyince, 'Biz karışırız' dedik. Tabii bu sırada polis, otobüs şoförünü sıkıştıyordu, tahsisli yoldan gelen otobüsün şoförünü, geç, sür arabayı diye sıkıştırıyordu. Üzerlerinden geç diye; aynen böyle söylüyordu."

"Polisin numarası filan var mı?"

"Yok. Yalnız bizimle uğraşan polislerin var..."

"Saat kaçtı?"

"1 veya 2'ydi sanıyorum. Polislere, bunlar da vatandaşımız kardeşim, siz de yardımcı olun’ filan dediğimizde, polisler tabii, bize de saldırdılar, bu arada Tevfik Beye vurmaya başladılar; aşağıdan vuruyorlar, ben elimde çantayla siper alıyordum, bana kafa attı birisi, kimin attığını pek fark edemedim. Tabii, hakaret de ettiler, küfrediyorlardı; Tevfik'e özellikle; afedersiniz ’Ulan namussuz, biz seni biliyoruz, züppe' diyorlardı. Vurdular, birkaç tane vurdular; baktım, daha çok saldırdılar, dövecekler, ben Tevfik'i oradan çıkardım, uzaklaştırdım."

"Kaç polisti?"

"Polis çoktu canım, aşağı yukarı kırk tane filan vardı. Daha sonra çoğaldı, kimin vurduğu belli değildi... Polislere dedik ki, 'Bu aileleri götüremezsiniz, çocukları içerde zaten, bunları size vermeyiz' dedik; sonra onlan, aileleri yoldan geçirip İnsan Hakları Derneğine doğru götürdük.

"Peki Rıza Bey, geçmiş olsun! Parti durumunuzla ilgilendi mi?"

"Efendim, ben durumu SHP Genel Sekreter Yardımcısı Adnan Keskine ilettim, 'Geçmiş olsun!' dedi.

Ne oldu bu, SHP'ye? ölü toprağı mı serpildi üstüne? Milletvekilleri polislerce dövülüyor da, sesi çıkmıyor.[1]

Dayak yiyen, polislerin saldırısına uğrayan SHP’li milletvekillerinin haklarını da basın savunacak demek, başka yol kalmadı. Fikri Sağların genel sekreterliğinde SHP faşizme karşı daha güçlü mü savaşım veriyordu?

Muzaffer Ilhan Erdost’la birlikte, insan Haklan Demeği Ankara Şubesinde, çocuklan için "açlık grevi" sürdüren, ana babaların, nişanlıların, eşlerin yanına gittik. Ayakabılarını çıkarmışlar, kimi bir battaniyeyi dizlerine çekmiş, şekerli su içerek, oturuyor; kimi uzun oturuyor...

"Ben açlık grevlerine karşıyım," diyorum, "açlık grevini bırakın, size her çeşit katkıda bulunayım. Biliyorsunuz açlık grevlerine karşı olduğumu değil mi?"

"Biliyoruz, ama başka umarımız yok, yolumuz yok, kimse bizim Eskişehir'de 'ölüm orucuna yatan çocuklarımızla ilgilenmiyor; Adalet Bakanı kabul etmiyor, oyumuzu verdiğimiz partiler semtimize uğramıyor, ne yapalım ne edelim biz de şaşırdık..."

Eskişehir Özel Tip Cezaevinde olay, hükümlülerin orada kazdıklan tünelin ortaya çıkması üzerine başlamıştı. Orada yatanlar üzerinde yoğun baskılar başladı. Eskiden bir odada dört kişi kalırken örneğin, bu sekize çıkarıldı. Üstlerinde başlarında bir şey bırakılmadı. Aileler çocuklarıyla görüşemiyorlar, günlük yiyecek için ay- nlan para altı yüz lira; yanlış duymadınız altı yüz lira. Bozdur bozdur harca. Eee, aileleriyle de görüştürülmüyorlar, kim bakacak bunlara? Asmadığınıza göre beslemek zorundasınız?

Baskılar üzerine açlık grevine başladılar...

Bir yerin temizliği helalarından belli olurmuş. İnsanlarının mutlu mu, mutsuz mu olduklan da cezaevlerinden belli olur. Cezaevlerini boşaltmadan, yani bir genel bağışlamadan yana olmayanlar, faşistin ta kendisi değil midir? Bunlar toplumun erincini değil, kendi esenliklerini düşünürler. Yanlış mı düşünüyorum?

24 Temmuz 1989




[1] SHP'nin, daha sonraları başka milletvekilleri de aynı durumu yaşadılar. Polisin memur, işçi ve öğrenci olaylarındaki, TV’lere yansıyan tutumu hâlâ tartışma konusu. 13 Mart 1995'te, İstanbul'un Gaziosmanpaşa semtinde yaşanan olaylarda da yine aynı durum söz konusu. Polise ilişkin kaygı, kuşku yüklü eleştiri ve görüşler sürüyor.