Berlin Özgür Üniversitesi Profesörlerinden Dr. Gerhard Bauer YÖK Başkanı İhsan Doğramacı'ya, mektubunda eleştirilerini sürdürüyor:
Beş yıldan beri hiçbir fakültede polis baskını ya da öğrenci tutuklaması yaşanmamıştır, diyorsunuz. Gerek gazetelerden, gerekse parlamentoda konuşan bir milletvekilinin söylediklerinden tutuklamaların sürdüğü anlaşılıyor. 20 yıllık bir tarihi olan,
zamanında olaylar çıkarmış bir filmi seyretmek isteyen (1986), ya da Filistin halkıyla dayanışma amacıyla düzenlenmiş bir toplantıya ve alınan kararlara katılan (1988 başı) ve benzeri durumdaki öğrenciler söz konusudur burada. Bunların sayısı hakkındaki bilgilerim sizinkilerden daha azdır. Ancak yurtdışına gönderdiğiniz bir mektupta hiç yoktur diye yazarsanız, bunun ne bir diyalog kurma açısından, ne de öncelikle bu durumların azaltılması ya da tamamen kaldırılması bakımından bir faydası olacaktır.
Türkiye'de üniversiteler özerktir' diye yazıyorsunuz. Ülkenizin basınında, hemen hemen televizyonun ve basının özerkliğinden olduğu kadar sıklıkla, yüksekokulların özerkliğinden de söz edilmektedir. Bir Rus atasözü, 'Dil hasta dişin etrafında oynar' der. Bu konuda pek çok yazı yazılması iyidir; bu yazılar, özerkiliğin gerçek durumuyla ilgili olarak kamuoyunun dikkatini yükseltir. Özerkliğin eksiksiz olduğunu (ben de sizinle birlikte, 'Henüz tam değil' demeyi çok isterdim) sanmıyorum. Yoksa bir bayan öğrenci, üç emniyet görevlisinin evine gelip kendisinden, polisle birlikte çalışmasını istediğini ve buna karşılık sınavlarda kendisine yardım edileceğine dair söz verildiğini zapta geçirmezdi.
Türk üniversitelerinin gelişmesinden söz ediyorsunuz. Niyetim burada bazı rakamları bilmek değil, ancak akademik eğitimin kalitesi hakkında soru sormak için bir nedenim var: Sınavlarını bitirmiş bir grup tıbbiyeli adına konuşan bir öğrencinin, hekim olmalarına rağmen hastaları tedavi etmeyi bilmediklerini bizzat açıklayıp kendilerini suçlaması, garip bir durumdur (Hürriyet, 11 Ekim 1987).
Bu durum, bir organizasyonun belli bölümlerinde noksanlıklara işaret etmektedir. Aynı zamanda, öğrencilerin cesaretinin dışında, bağımsız olamamanın ve kurumun kölesi haline gelmenin bir delilidir. Böyle bir durumu (tabii, sadece tek tük temaslarım sonunda) ne ABD'li, ne de Afrikalı öğrencilerde gördüm. Öğrenimleri sırasında bunu anlamışlarsa, hekim olarak ihtiyaç duyacakları bilgileri kazanmayı daha okulu bitirmeden talep etmekten ve gerekiyorsa dava açmaktan alıkoyan nedir bu insanları? Eğitimleri sırasında yanlış olan neydi de okullarından böyle bir ruh haliyle ayrılmaktalar?
Gözünüzde kötü niyetli olan göçmenler hakkında. Türkiye'yi terk etmekle haklı nedenleri vardı' diye yazıyorsunuz. Sizinle bu noktayı tam olarak tartışamayacağım. Ben, uzun süre (Nazi dönemindeki) sürgünün tarihi ve edebiyatı üzerinde çalıştım; Almanya'dan olan bu son büyük göç sırasında, sizin ülkenize de sığınan mültecilerin sayısı hiç de az değildi Şu kadarını söyleyebilirim: Bir insanı ülkesini terk etmeye zorlayan haklı bir neden asla olamaz. Neden bu yurttaşlarınızdan bilimsellikle değil de böylesine husumetle söz ediyorsunuz? Başka görüşe taraftar olanlar karşısında hoşgörülü davranmanın, Türk kültüründe sağlam bir temele dayandığını bilirdim. Benim ülkeme gelmek zorunda bırakılmış Türklerde, akademisyenlerde ve onlardan daha az olmamak üzere işçilerde, işsizlerde ve özellikle de çoğu burada artık üniversitelerimizde okuyan ikinci kuşak gençlerde ben şunu gördüm: Bu insanlar, tamamen başka düşünceler taşıyanlar karşısında, benim kendi yurttaşlarımda görmeye alıştığımdan çok daha itidaliler, daha hoşgörülüler. Neden sorumluluk taşıyan bir bilimci, hele kendisi üniversiteler gibi nazik bir alanı yönetmekle görevliyse, bu pratik olgunluğu göstermeye, ülkesinin sıradan insanlarından daha az muktedir olsun?
En derin saygılarımı sunarım. Gerhard Bauer.
YÖK Başkanı Doğramacıya ikinci mektubunu yayımladığım Berlin Özgür Üniversitesi Profesörü Dr. Gerhard Bauer, 52 yaşında. Evli, iki çocuğu var. Şimdiye değin on kitap yayımladı. Önümüzdeki aylarda. "Nazi Almanyasında Dilin Rolü" konulu bir kitabı daha çıkacak. Gerhard Bauer, on yıldır bu konuda çalışıyor. İngilizce, Fransızca, Rusça, biraz İsveççe, İtalyanca biliyor, Polonya dili Lehçeyi öğrenmeye başladı. İskandinav ülkelerini, ABD'yi, Fransa’yı, Yunanistan'ı, Polonya’yı, Uganda'yı dolaştı. Nazi dili edebiyatı ve sürgün edebiyatı ile uğraştı. Bunları antifaşist edebiyatın bir devamı olarak görüyor. 1945’te, Federal Almanya'da bu konular hep baskı altındaydı. Yalnız Türkiye ile değil, Afrika ve Arap ülkeleri, özellikle Filistin’le ilgileniyor. Afrika ile özellikle Güney Afrika'daki ırkçı rejim nedeniyle ilgili. Dr. Bauer, Alman edebiyatı derslerinde, Kafka, Bertholt Brecht, Segehers başta olmak üzere, toplumbilimsel açıdan konulan işliyor. Prof. Bauer, üniversitenin Alman edebiyatı bölüm kurulunda görevli. Buraya seçimle geliniyor. Türkiye ile daha çok Yunanistan, Polonya bağlamında üniversiteler düzeyinde ilgileniyor. Polonya'da, Yunanistan'da birçok tanıdığı var. Dr. Bauer, gelecek sömestrde Türkiye'ye gelmeyi düşünüyor.
24 Mayıs 1988