Akşamdaaaan Akşama...

Bu kez, biz biliyoruz her şeyi. Şimdi dosyanı buluruz, senin her şeyini ortaya çıkarırız!' dediler. Madem dosyamı, her şeyimi ortaya çıkarırsınız, niye beni uğraştırıyorsunuz? Çıkarın ben de kurtulayım, siz de kurtulun!"

L.D. (Lütfü Demirkapı) anlatıyordu. Onu son olarak, gizli örgütün (Türkiye Devrimci Komünist Partisinin) bölge komitesi sorumlusu olmakla suçlamışlardı, ikinci akşam, Bölge Komitesinden de vazgeçmişlerdi, şöyle dediler:

"Sen İI Komitesindesin!" Yine vaktiyle öğretmen olup, muhasebecilik yapan E B'yi aynanın arkasından, L.D.’ye gösterdiler. E.B. aynada, bir boşluğa bakar gibi bakmaktaydı. L.D. ayakta dikilmiş duruyordu, iki yanında iki polis vardı; sordular:

"Bu gördüğün arkadaşı tanıyor musun?"

"Tanırım! Öğretmen Okulundan arkadaşım çok severim kendisini; aile dostum Erol Bey!"

"Bu var ya bu, senin hakkında 170 sayfalık ifade verdi. Senin İI Komitesi Sekreterliğini yaptığını, merkezle ilin arasındaki bağı kurduğunu... Hepsini anlattı!"

"Ben Erol'u, çocukluğumdan beri tanırım. 13-15 yaşımdan beri. Erol böyle bir şey yapmaz! Çünkü Erol'la böyle bir ilişkimiz yok bizim! Aile dostuyuz. Eğer Erol, böyle bir şey yaptıysa, imzaladıysa, getirin ben de aynısını imzalayayım!" (Tabii, yoktu bir şey.)

"Hiç yüzleştirir miyiz sizi, bak işte! dediler." L.D., arkadaşı E.B.’yi aynada görüyor, ama konuşamıyordu. Ondan sonra, başka bir öğretmeni daha gösterdiler L.D.’ye, şu karşılığı verdi:

"Onu da tanırım. Ben Kırşehir'de öğretmenlik yaptım. Çok severim, iyi bir dostum."

"Nasıl görüşüyorsunuz?"

"Akşamdaaan akşama! Yahut da haftadaaan haftaya, kafa çekerdik; çocuklarımız iyi arkadaştır, aynı okulda okurlar; birlikte çok rakı içtik!"

"Peki! O arkadaşın İl Komitesinde olduğunu biliyorsun, biz de biliyoruz!"

"Kesinlikle öyle bir şey söyleyemem! Arkadaşın yaşamı çirkin bir yaşam değildir. Sonra benim mutluluğum, onun mutsuzluğu üstüne nasıl kurulur düşünün..."

"Bak, burası DAL DAL... Derin Araştırma Laboratuvarı. Buraya girip de bir şey vermeden çıkmanın olanağı yok! Yani buradan hiç kimse, bir şey vermeden çıkamaz!" Senin kilon kaç? Sen de vereceksin!"

"Vallahi, parti üyesi falan değilim, ama öldürürseniz, herhalde onur üyesi yaparlar! Böyle bir ilişkim yok. Bırakın parti üyesi olmayı, benim tek suçum var, okumayı çok seviyorum! Piyasada çıkan, örneğin sizin dediğiniz her türlü dergi var bizim evde. Gördünüz her türlü dergi var!"

(Ben soruyorum L.D.’ye):

"Kitap aldılar mı evinizden?"

"Aldılar! Örneğin çeşitli... Benim posta kutusuna bir dergi atılmıştı, yasadışı bir dergi. Aldım, okudum. Şey atılmıştı örneğin, TBKP'nin tüzüğü var, programı var, aldım okudum."

"Evdeki posta kutusuna mı?"

"Evdeki posta kutusuna bir tek yasak yayın atmışlar, bu yasadışı yayını ben posta kutusundan aldım. Sanırım yurtdışından geliyordu. Çünkü ismi yok. Orada bir senaryo uydurdular O zaman, bu yayını sana kim gönderiyor? Bir arkadaş adı verdiler: Şu gönderiyor sana! Bu verdikleri isim, 1971'de, o dönemdeki Denizlerin arkadaşları, eski THKO'dan bir arkadaşlan. Ben de şöyle söyleyeyim: 1975 yılında TÖB-DER'e geçtim, TÖB-DER kurulduğunda, kurucu üye oldum ben. TÖS üyesiydim önceden, 1969 yılında. 69'da Büyük öğretmen Boykotuna katıldım. 1970'li dönemdeki TÖB-DER’in mitinglerine, gösterilerine katılırdım. Sendika mücadelesinin sonuna kadar savunucusuyum. Bulunduğum her bölgede, TÖB-DER'in yüzünden başıma gelmeyen kalmadı! Biz de şikâyetçi olmadık sineye çektik. 1969 öğretmen boykotundan sonra, Elazığ'a sürgüne gittim, geldim. Sürgünden geldikten sonra, öğretmenlikten ayrılmak zorunda kaldım. Sonra, başka iş yaptım. İşimi yaparken kaza geçirdim, eşimi, çocuğumu yitirdim. Balıkçılık yaptım, örneğin 1964'te bir sandal faciası geçirmiştik, anımsıyor musunuz?'

"Nerede?"

"Hirfanlı Barajında. 12 öğretmenle çocuklar ölmüşlerdi benim kayığımda! Benim eşim, benim çocuğum da öldüler! işte bunlar TÖB-DER'li olmanın sonuçları değil mi? Benim ne işim vardı? Öğretmenin balıkçılıkla ne işi var?"

"Evli misiniz şimdi?"

"Tekrar evlendim. Yine Emniyetteki duruma dönelim isterseniz: şimdi o, salı günkü tezgâh olayını çektikten sonra, ertesi günü akşamı, her akşam olmak üzere aşağı yukarı, banyoya götürdüler. Şimdi, geliyorlar: Hoca, kirlendin gene! diyorlar. Alıyorlar, çıkıyoruz!"

"Nerede banyo?"

"Garajda! Anadan üryan soyuyorlar. Eee, hadi bakalım, dün il komitesinde kaldıydık, orayı kabul et bakalım! Şimdi, üçüncü gün, il komitesinin üzerinde durdular..."

"Daktilo filan mı var?"

"Daktilo filan yok. Lambanın başındasınız önce; iki lamba gözümüze tuttular; iki kişi omzunuzdan bastırıyor elleriyle, önde 2-3 kişi, ne kadar bilmiyorum! Öyle soru soruyorlar ki şaşırıyorsunuz. Erol'u soruyorlar. Mustafa diye bir terzi var, garibim! Mustafa'yı al yanına, bir de gençlerden birini al, bir de savunman bir arkadaş var, Nihat Toktay, onu al! Nihat Toktay, 1979'da benim Danıştay'taki davama bakmıştı, 1984'de kamu davası açıldı, o davama da baktı.

Nihat Toktay avukatım dedim."[1]

28 Ocak 1990




[1] 25 Ocak 1990 günlü yazımda bu konuyu sürdürdüm. Öğretmen L D, yanlış yapmamak başkalarının canını yakacak olaylara yol açmamak için, insanüstü bir çaba harcar işkencede. Dayak, falaka sürer. Bir örgüt içinde olduğunu söyletmeye çalışırlar. İşkenceciler, 31 Aralık akşamı, yılbaşını kutlamak için evlerine giderler. Öğretmenlerin anlatımı sürüyor.