Dinleyici yerinde oturuyordum. Tutuklu, tutuksuz sanıkları arkalarından görüyordum. Tutuklu sanıkların giysileri, "Tek tip giysi”dendi. Mora çalan lacivert! Tutuklular önde, tutuksuzlar arkadaydılar. Aralarında bir bölme vardı. Sağ köşede en arkada, bir tutuklu sanık tek başına oturtulmuştu. Sordum, o “itirafçı"ymış. Onun için uzakta oturtuluyormuş.
Duruşma daha başlamamıştı, dinleyiciler salona girince, tutuklular heyecanla başlarını çevirdiler arkaya. Gülerken yüzlerinde güller açılıyor sanırsınız. Bir heyecan kasırgası ki sormayın. Konuşamıyorlar ama, dilsizler gibi işaretleşiyorlar, öyle anlaşıyorlar. Biri parmaklarıyla bir şeyler yapıyor, öbürü "anladım" gibisine başını sallıyor. Söz yok, ses yok, çıt yok! Duruşma başladı. Mamak'ta ana Dev-Yol davasının duruşmasındayım. Adım, gazeteciler arasında olmadığı için dinleyici yerinden izliyorum duruşmayı. Duruşma Yargıcı Hüseyin Şahin, Mahkeme Başkanı Muhabere Kıdemli Albay Erol Caner, üye Yargıç Timuçin Kutman, Savcı Yardımcısı Cumhur Söğüt, Yazman Mehmet Eşref...
Duruşma yargıcı, savunmanlara söz veriyor. Onlar tek tek konuşuyorlar. Bu arada, bir şey gözüme çarpıyor. Tutuklu sanıklar, el kıldırıp sırasıyla tuvalete gidiyorlar. Kısa süre sonra dönüyorlar. Bunun şöyle bir anlamı da varmış: Tutuklu, izin isteyip yerinden kalktıktan sonra, duruşmayı izleyen ana baba, ya da yakını, tutukluyu izlemeye başlıyor:
“Ayağa kalktı, yüzünü döndü, yürüyor. Sola döndü, çıkıyor. Çıktı. Şimdi geri döner! Evet döndü. Bu kez, öbür yanından görülüyor. İyi, sağlam görünüyor. Topallayıp ne ettiği yok. Yüzü sararmış mı biraz? Yok, yok iyi. Morali de iyi görünüyor...."
Tutuklu sanık yerine oturuyor. Otururken de şöyle bir geriye bakıyor! Sonra, bir el daha kalkıyor. Bu, "Efendim, tuvalete gitmek istiyorum" demektir. Mahkeme Başkanı Muharebe Kıdemli Albay Erol Caner, bu eli görüyor, "Tamam" işareti yapıyor. O tutuklu da kalkıyor, yürüyor....
Anaların, babaların, eşlerin, kardeşlerin birinin yüzü, heyecanla yürüyene yöneliyor, izliyor onu...
Her duruşma günü, böyle kalabalık mı olur, yoksa bana mı öyle geldi...
Savunmanlar yerinde Şanal Sarıhan, İbrahim Açan, Ahmet Atak, Ulvi Melek Tosun, Lütfi Güleryüz var.
Dev-Yol davası Ankara'da savcılığın 26.2.1982 günlü iddianamesiyle 574 kişi hakkında açılmıştı. Birleştirilen davalarda sanık sayısı 723 oldu, ilk açılan davada, 189 kişi için ölüm cezası istenirken, birleştirilen davalarda bu sayı iki yüzü aştı.
İzlediğim dava duruşmasında salonda 63 tutuklu vardı. Tutukluların tutukluluk süresi genellikle yedi yılı aşmıştı, sekiz yıla girmişti. 7 yıllık tutukluluk, şimdi uygulanan infaz Yasasına göre, 17 yıllık cezayı karşılıyordu. Hiçbir uygar ülkede böylesine uzun süre tutukluluk yoktu. Bazı ülkeler, en çok tutuklu kalma süresini yasala- nnda göstermişlerdi. Bu süre genellikle iki yılı geçmiyordu. Bir tutuklu, belirli bir süre tutuklu kalırsa, dava bitmemiş olsa bile salıverilir, dava tutuksuz sürerdi. Bizim yasalarımızda süre kısıtlaması yoktu. Aynca, bizdeki uygulamada "yalnız para enflasyonu değil, tutuklama enflasyonu da vardı" demek yanlış olmazdı.
Savunmanlardan İbrahim Açan’la bunlan konuşuyorduk. O anlatıyordu:
"Eskişehir Dev-Yol davasında Selami Bilgili 26.2.1982 günü, Cemalettin Korkulu 3.3.1981 günü gözaltına alındılar; Selami 5 yıl 11 ay 21 gün, Cemalettin 5 yıl 11 ay 14 gün gözaltında ve tutuklu kaldıktan sonra, 17.2.1987 günü aklandıklan için salıverildiler. Her ikisi de ölüm cezasıyla yargılanıyorlardı..."
İbrahim Açan, çarşamba günkü duruşmada da tutukluluğun bir önlem olduğunu, önlem sının aşılırsa ceza ve infaza dönüşeceğini,
Ankara’daki davanın yedi yıldan beri sürdüğünü, sekizinci yıla döndüğünü, delillerin toplandığını, müvekkilinin yedi yıl üç günlük tutukluluğunun 17 yıllık cezayı karşıladığını söyledi. "Müvekkili her ne kadar TCK. 146/1 maddesinden yargılanıyorsa da bu maddeden yargılanan birçok sanık -yaklaşık 130 kişi, içlerinde benim müvekkillerim de var- salıverildiler. Tutuklamalardan beklenen maksat hasıl olduğundan, bu nedenlerle müvekkilim İsmail Kahramanın salıverilmesine karar verilmesini istiyorum" dedi.
Savunman Şanal Sarıhan da özetle şöyle söyledi:
"Bu davada tutukluluk önlem olma niteliğini yitirmiştir. Dava mütalaa aşamasına gelmiştir. Kanıtlar toplanmıştır, işkence olgusu, bu dosyada kuşkunun varlığını göstermektedir. Mağdur olanlar müvekkillerimizdir."
Sanıklardan Oğuzhan Müftüoğlu söz aldı, konuşuyordu:
...... Sekiz yıldır tutuklu olarak yargılandığımız bu davanın tüm iddiaları işkence metinlerine dayalıdır. 12 Eylül döneminde hazırlanmış olan bu davanın dosyaları işkence belgeleriyle, ’ancak ifadeyi alanlara karşı kullanılabilecek' belgelerle doludur. Bu belgelerin her satırı işkence lekelerine bulanmıştır. Biz ise, işte sadece bu belgelere dayanılarak sekiz yıldır tutuklu olarak yargılanıyoruz. Sekiz yıl insan yaşamı açısından az bir zaman değildir. Üstelik bu sekiz yıl bizim için çok ağır koşullar altında geçmiştir. Mamak Cezaevinde her günü işkence ve acıyla dolu bir sekiz yıldır bu... Bu davada yargılanan yüzlerce sanık sadece bu işkence ve baskılara karşı korkunç bir yaşama mücadelesi vermiştir. Yaşamını, benliğini, inançlarını korumak için dayak yemiş, direnmiş, açlık grevleri yapmıştır. Günde dört kere mahkemeye dövülerek getirildiğimiz günlerde, heyetinizden buna engel olunmasını istediğimizde konunun idari bir konu olduğunu, heyeti ilgilendirmediğini söylediniz. Bunlara karşı 42 gün süren açlık grevlerine tanıklık ettiniz ve 'Böyle mahkeme olmaz! Sanıkları dövmeden getirip, götürün' demediniz... Sizler bizi 8 yıldır tutuklu bulundururken sadece 20 yıllık bir cezanın infazını değil, bir idam cezasını da yarı yarıya peşinen infaz etmiş sayılırsınız...
Duruşma yargıcı, salıverilme isteklerini, öbür istekleri görüşmek üzere duruşmaya beş-on dakika ara verdi. Dışarı çıktık. Tutuklu sanıklar içeride kalıyorlardı. Bu arada, pat pat, askerler salona doldular, tutuklu sanıklarla tutuksuzların, bu arada dinleyicilerin arasını kapattılar. Dinleyicilerle tutukluların bakışmalarını, karşılıklı gülümsemelerini önlemiş oluyorlardı. Tutuklu sanıklar, araya doluşan askerlerin bacaklarının arasından, yakınlarını görmeye, yüzlerini göstermeye uğraşıyorlardı. Bu da görülecek bir sahneydi doğrusu...
Arada, bir anneyle konuşuyordum. Oğlunu görmüştü:
"Sizin burada olduğunuzu da biliyor," dedi.
"Nereden biliyor?"
"Ben sordum, 'Ekmekçi burada, gördün mü?' dedim, 'Gördüm' dedi."
"Nasıl konuştunuz? Yüzünü bile göstermiyorlar!"
"Biz konuşuruz!" dedi. Dilsiz yöntemiyle anlaşmış olmalıydılar. Anadili gibi var mı?
Duruşmadan sonra Mamak'tan SHP Diyarbakır Milletvekili Fuat Atalay, insan Haklan Demeği, Ankara Şubesi Başkanı Muzaffer İlhan Erdost, Haldun Özen, İnsan Haklan Demeği Ankara Şubesi Sekreteri Nadir Karapınar birlikte döndük.
7 Şubat 1988