Enstitülere Gelen Köy Çocukları...

17 Nisan, Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümüdür. Bu yıl basın, konunun üzerine daha çok eğiliyor gibi geldi bana. Duyuyorum, kimi gazeteler, dergiler 17 Nisan için hazırlıklar yapıyor. Geçmiş yıllarda o denli üzerinde durmazlardı 17 Nisanların. Yıllar sonra Köy Enstitülerinin kuruluşunun 50. yılı kutlanacak. "Kapatılan bir kurumun yaş günü nasıl kutlanır?" denebilir. Kapatıldıktan bunca yıl geçtiği halde onun etkileri sürüyorsa, o yaşıyor demektir. Bu yıl kutlamalar çok yoğun. İzmir'de Rauf inan konuşacak. Ankara’da, Adana'da, Eskişehir'de toplantılar var 17 Nisanda.

Ben de Mülkiyeliler Birliğinin düzenlediği bir toplantıda konuştum. Köy Enstitülerini anlattım. Yann da Konya'da, Köy Enstitüsü eski yönetmenlerinden Şevket Gedikoğlu ile birlikte söyleşeceğiz. Konya SHP II Başkanı Dr. Recai Ersoy'un çağrısı üzerine orada olacağız.. Çoğu beni Köy Enstitülü bilir, ora çıkışlı sanır. Öyle değil. Köy Enstitülerinde okumadım. Köy Enstitüleri üzerine bir kişi yüzlerce yazı yazarsa, kim olsa, onu enstitülü sanır, önemli olan Köy Enstitülerinde okumak da değildir. O kurumların önemini anlamak, anlatmaya çalışmaktır. Demokrasinin gerçekten kurulup işleyebilmesi için, köylünün uyandırılıp bilinçlendirilmesinden başka bir yol yoktu. Onu da çok önceden çoktan sezdi, yazılar yazdı çoğu insan. Nadir Nadi, Falih Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman bunların başında gelirler. Ahmet Emin Yalmanın "Yarının Türkiyesine Seyahat" adlı yapıtı, Köy Enstitülerine, kuruluşunda yaptığı gezinin izlenimleridir. Kitap piyasada filan yok. Köy Enstitülerinin kuruluş yıllarında bu kurumlan destekleyen, öven yazılar yazmış Ahmet Emin Bey. Köy Enstitüleri ile ilgili anılan içeren yapıtlar şimdi pek çok, ama onların da yeni baskılan yapılmalı.. Dünyanın dört bir yanında, Türk eğitimcilerinin buluşu bu "Köy Enstitüleri" üzerine araştırmalar, doktora tezleri hazırlanıyor. Bunlar kaynak olarak Köy Enstitülü yazarlara başvuruyorlar. Onlar da veriyorlar kitapları; ama geri gelmiyor. Talip Apaydının kitaplığında birkaç tane kalmış, onlan da ben isteyip aldım...

Yoksul köylü çocuklarını, kız-oğlan ayırmadan toplayıp Köy Enstitülerinde eğitmek, gerçekte bir kurtuluş savaşı vermekti. Daha önce de değinmiştim, bir süre önce ölen Köy Enstitüsü eski müdürlerinden İsmail Safa Güner, "Köy Enstitüleri Hatıraları" adlı anılarında, enstitüye yeni gelen köy çocuğunu şöyle tanımlar.

Enstitüye yeni gelen çocukların kılıkları çok perişandır. Erkekler yamalı birer gömlek giymişlerdir. Bunlar bazen tamamen liğme liğmedir. Dar birer şerit halindeki yakalar çeşitli renklerde ve türlü büyüklüklerde düğmelerle doludur. Bir potur veya şalvar giyenler olduğu gibi sadece iç donu ile gelenler de vardır. Çorap ya hiç yoktur, veyahut eskimiş bir çift yün çorap vardır. Ayaklarına çarık, yemeni, kundura, fotin, bazen de iskarpin giyenler bulunur. Yalınayak gelenlerin sayısı da az değildir. iç çamaşırları yalnız sırtlarındaki eskilerden ibarettir. Kendi kılığı ile bir gün dahi bekletilmesine razı olunamayacak biçimde gelenler bulunur.

Beraberlerinde taşıdıktan eşya, Milli Eğitim Dairesinden verilen bir zarf ile, evlerinden koltuklarına sıkıştırılan bir ekmek çıkınından ibarettir.

Kızlar da erkeklerden az farklı bir kılıkta gelirler. Onların da sırtlarında yırtık ve yamalı bir entari bulunur.

Enstitüye gelen köy çocuğunun beden yapısı, onun tam anlamıyla bir hammadde olduğunu gösteren açık bir delildir. Erkeklerde uzamış, karışık saçlar vardır. Kızların bunlardan farkı, saç örgülerinin ürperen teller arasından görünmesidir. Gözler, etrafı tarayan bir arayışla açılmıştır. Bakışlarda yabancılığın verdiği ürkeklik kolayca sezilir. Durmadan sağa sola kayarlar. Bu hal; şaşkınlıktan ziyade yabancılığın belirtisidir. Dikkat edilecek olursa o gözlerde mutlu bir zekâ vardır.

Yanık çehreler, pişkinlik ve dayanıklığın tam bir ifadesidir. Kollar uzundur. Pazular şişkincedir. Bu iki uzun kolun uçlarında iki iri el sarkıktır. Ellerin kuvvetli pençelere sahip olduğu kolayca anlaşılır. Bu eller, onlara baltanın, kazmanın, tırpanın birer armağanıdır. Göğüsler gelişmiştir. Karın büyücektir. Bazılarının karnı, büyümüş bir dalağa yataklık etmektedir. Bu gibilerde san bir beniz ve bir sıskalık vardır. Bel ince değildir. Bacakların kuvvetli ve sert kaslarla gergin olduğu bellidir. Ayaklar büyüktür. Onların görünüşü taşla, orakla, dikenle, çalı ile savaştıklarını anlatmaktadır.

Vücut umumiyetle kirlidir, tırnaklar uzundur. Dişlerinin yapısı bozuk olanlar bulunduğu gibi, dişi çürük olanlar da az değildir.

Temiz ve tertipli giyinip gelenler az olduğu gibi, mendil taşıyanlar da hemen hemen yok gibidir. Burunlarını yenlerine silenler de görülür. Yerlere tükürmek, sümkürmek onlarca doğal hareketlerdir. İlk günlerde okul bahçesinin tenha köşesine abdest bozanlar görülür. Hela kullanmakta acemilik çekerler. Su ile taharet yapamayanlar pisliklerini duvarlara bulaştıranlar bulunur.

Birbirleriyle yüksek sesle konuşurlar. Hususi yerlere, evlere girmek için kapı çalmazlar. Açık kapı bulurlarsa hemen içeri dalarlar. Ziyaret ettikleri evde, karşılarına aradıklarından başka biri çıkarsa onunla konuşmazlar. Aradıkları kimseyi bundan sormaya veyahut İzin istemeye lüzum görmezler. Kendisine kapı açan evin hanımına sürtünerek içeri girenler görülür.

Gezerken yavaş yürürler. Sallanırlar. Yoruldukları veya bir şey yemek istedikleri zaman yerlere otururlar. Şakalaşmalan daha ziyade saldırışa benzer. Üstlerini yırtmak, sökmek gibi hallerden sakınmazlar. Fazla yemin ederler. Küfürleri pek çoktur. Bazı küfürler, küfür kastı olmadan, tamamlayıcı sözler olarak söylenir. Sigara içenler bulunur. Fazla ekmek yerler, suyu çok içerler. Ellerindeki yiyeceklerden birbirlerine ikram ederler. Yollarda rastladıkları ağaçlardan yemiş koparırlar. Bağ ve bahçelerden faydalanmak yöntemindedirler.

Köy çocuğu bu hareketlerinde o kadar samimidir ki, o ancak bu halleriyle tabiidir. Yaptığı hareketlerden birçoğunun farkında değildir. Bu hareket ve alışkanlıklarından sıyrılmaya başlayınca âdeta kişiliğini kaybeder, doğallık vasfından uzaklaşır.

Enstitüye gelen köy çocuğu kendini utangaçlığı ile tanıtır. Çekingen ve sıkılgan tavırlar her halinde göze çarpar. Sorulan sorulara kolayca cevap vermez. Hele kızlar bu alanda âdeta inat gösterirler. Cevapları çok kere tek kelimeden yahut işaretlerden ibarettir. Bazen ‘evet', 'hayır' söylerler. Bazen bunların yerini tutan baş hareketi yaparlar. Anlamadıkları sözleri 'Haa' diye sorarlar. Bazen de 'Hı' diye cevap verirler. Çok içlidirler. Onurlarına fazla bağlıdırlar, kendilerine aşın bir şaka yapılırsa ağlarlar. Alaya hiç tahammülleri yoktur. Bu önemli kavga sebeplerindendir. Sert muamele onlan ürkütür. Haşinlik karşısında sabırlı bir susuşları vardır. Bu susuş anında çok kere kesin bir karar alırlar. Bu karar enstitüyü terk etmeye kadar varabilir...

İşte Köy Enstitüsüne böyle gelen çocuklar, eğitilmiş, yoğrulmuş köylüyü uyandıracak insanlar olarak böyle gönderilmişlerdi. Enstitülerin kuruluşu ile orada yapılan çalışmalar, ardından kapanışlarını anlatmak sayfalar değil, ciltler tutar, önemli olan ise, Köy Enstitüleri girişimini her zaman canlı tutmak, ona emek verenleri, katkıda bulunanlan belleklerden çıkarmamaktır.. Buna günümüzde her zamankinden çok gereksinim var...