Okurlar, gerçekte bir yazarın en önemli yardımcılan, dayanaklarıdır. Kimileyin överler, kimileyin eleştirirler, ikisinde de içtendirler. Yeni aldığım mektuplardan biri şöyle başlıyordu:
"...Sayın Ekmekçi, ben halen görev yapan 25 yıllık bir Türkçe öğretmeniyim. Yazılarınızı imrenerek, yudumlayarak okurum. Hiçbir şey demeden ne demek istediğinizi anlatıvermenize de bayılırım. Halk dilini ve deyimlerini kullanışınız, şaşırtıcı, çarpıcı.. Ayrıca, Türk dili konusunda bugünlerde yoğun bir çaba gösterdiğinize sevinçle tanık oluyoruz. Suçlamalardan, soruşturmalardan hiçbir sonuç alamayacaklardır. Selin önüne kütük atılmaz. Türkçenin gelişmesi, güzelleşmesi akımına yasayla masayla engel olunamaz. Bu bir toplumsal dönüşüm işidir, zamanında kökleşmiştir. Bu işin, öğretmen, öğrenci, gazeteci, yazar, genç bilincindedir. Halk bu akıma severek katılmaktadır. Tutucusu, millicisi, Rabıtacısı, sentezcisi bizim yarattığımız dille düşünmek zorunda kalıyor. Bizim gibi konuşmadan edemiyor..."
Okur, kimi pazar sabahları TRT’ye neredeyse dadanan A.K.’yi ele alıyor mektubunda. A.K.’yi Çapa Eğitim Enstitüsündeki öğretmenliğinden tanıdığını söylüyor, şöyle diyor:
27 Mayıs (1960) sonrasında kürsüleri yumruklayıp, 'Milli gelirin şu kadarını, şu kadar azınlık bölüşüyor' diyerek, solculuğu kimseye bırakmazdı. Sonralan, yazılarıyla verdiği bağnazlık örekleriyle, sonuçlarını birlikte gördük. Adamın bir temmuz günü TV'de yaptığı konuşmayı izlemişseniz, saçmalıklan tüylerinizi diken diken etmiştir. Almanya gezisi bahanesiyle anlattıklarındaki tutarsızlıklar bir yana, dilimizi sıradan birisi kadar doğru kullanamıyor. Bilirsiniz, dil zekânın en iyi göstergesidir. Kendisinde sağlam düşüncenin zerresi yok.
Sayın A.K.’nin kafası çelişkiler ve saplantılarla dolu ki anlatmak istediklerini toparlayamıyor. Konuşmasını, konuyla ilgisi olmayan boş sözlerle dolduruyor. Almanya'da gördüklerine imreniyor, bunlan anlatmak istiyorsa, bu konuşmada Atillaların, İskenderlerin işlevi ne? Batıya düşman olmamızı mı istiyor? Batılı olmamızı mı, yoksa batı ile ilişkilerimizin bilincinde olarak onların üstün niteliklerini almamızı mı diliyor, anlayamadık.
Almanya'daki sosyal barışı, düşünceye saygıyı, hoşgörüyü örnek almamızı isteyen kişi Sayın K. olmamalıydı. 12 Eylülden önce, kendisi gibilerin yazılarının ardından, ülkede her gün neler yaşandığını unutmadık.
Sayın K, Türkçeyi de bilmiyor, bir yabancı gibi konuşuyor. Osmanlıcaya hayranlık duyuyor, ama uzatılarak söylenmesi gereken; rabıta, milli, tasanüt, cazibe, hâkimiyet benzeri yabancı sözcükleri kullanırken gülünçleşiyor (Bu sözcüklerin tümü konuşmada geçmemiş olabilir).
Tümceleri düşük, bozuk, karışık. Yakalayabildiğimiz örnekleri verelim: 'Almanlar yumuşak usul davranıyor' diyor. Yumuşak usul olmaz, usulle olur. Aynca usul sözcüğü davranış kavramını da içerdiğinden, "usulle davranıyor" demek yanlıştır.
'Almanlarda vatandaş şuuru gelişmiştir' diyor. Şuur, soyut bir kavramdır. Vatandaş ise, etiyle, kanıyla capcanlı bir insandır, öyleyse, 'vatandaş şuuru’ değil, 'vatandaşlık şuuru gelişmiş’ demeliydi.
'Bizim vasıflarımızın da bu gibi vasıfların üstüne olmasını tercih ederim' diyor. Sayın K. ismin hallerini de mi yerinde kullanmıyor, üstünde demiyor, 'üstüne' diyor. Aynı tümcede 'tercih ederim' sözlerini de yersiz kullanılıyor. Niteliklerimizin üstün olması tercih edilmez, dilenir, istenir, umulur, beklenir.
Yirmi beş yıl Türkçe öğretmenliği yaptım. Türkçeyi Sayın K. gibi bozuk, kötü kullanan öğrenciye az rastladım.
Aslında, örnek dilci diye ortaya salıverilen bu kişilerin yetersizlikleri, dil ustalarını ve dilimizin geliştirilmesine gönül verenleri yüreklendireceği için sevindiricidir. Dile kilit vurulmaz. Demek kapatmakla bu iş önlenemez. Dil ve kültür işi toplumsal bir aşama sorunudur. Atatürk toplumu bu aşamaya çoktan girmiştir, geçmiş ola. Sentezciler mentezciler, sel önünde kütük kapalım derken, sesleri karanlıklarda boğulup gitmesin. Saygılarımla...
Büyük bir özetini verdiğim şu mektup, okurun olayları nasıl ve ne büyük bir titizlikle izlediğini gösteriyor. TV'yi izlerken, onun ne duruma getirildiğini görüp tüyleri diken diken oluyor. Devletin TRT'sini, böyle "arpalık" gibi kullanmaya kimin ne hakkı vardır? Bunların hesabı bir gün sorulmayacak mıdır? Eş dost kayırır gibi, izlenceler, "sohbetler" düzenleyip etek dolusu paralar ödetenler bunun hesabını önce kendi kendilerine vermek durumundadırlar. TRT de, tüm devlet kadrolan gibi, dört eğilimden en aşın sağdakinin etkisi altında mıdır?
27 Mayıs 1960'tan önce, bir "besleme basın" vardı. Demokrat Parti iktidarı, kendisini tutan, ancak zerrece gazetecilik yapmayan kişilere, gazetelere örtülü ödenekten paralar verir yardımlar yapardı. Şimdilerde bunun adı değişti, ama uygulama aşağı yukarı aynı. TRT yöneticileri nasıl partizanca bir davranışla haberleri kuşa çevirip yayımlıyorsa, kimi yetkisiz, yeteneksiz kişilere de TV’de izlenceler düzenleterek beslemiş, desteklemiş oluyor...
Titiz bir okurun gözlemleriyle gerçekler kabak gibi çıkıveriyor ortaya, gizlenemiyor işte!
23 Temmuz 1987