Adalet Bakanlığının Kulağına Küpe...

1948 yılında İsmet Paşa Cumhurbaşkanı. İstanbul'dan "Sus" vapuruyla, Mudanya’ya gitmektedir. O sırada İmralı Cezaevinin müdürlüğünü yapan İbrahim Saffet Omay da vapurdadır. O da aynı vapurla İmralı’ya gitmektedir. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye, yaverler,

“İmralı Cezaevi Müdürü de vapurda, ona bir emriniz olacak mı?" diye sorarlar, ismet Paşa,

"Gelsin, görüşmek istiyorum" der. İstanbul Savcı Yardımcılığı da yapan Omay, yanına gelir. Adını, görevini söyler. Paşa,

"Bir koltuk çek, şöyle olur!" der. Adadaki hükümlü sayısını, daha kaç kişiyi besleyebileceğini, hükümlülerin "ıslah" sistemi içinde iyi hal gösterip göstermediğini, bu tür kaç kurum daha olduğunu, Türkiye'de toplam ne kadar hükümlü bulunduğunu sorar. Bir ara şu önemli soruyu yöneltir:

"Ziyaret günlerinde evli hükümlülere, eşleriyle baş başa görüşme fırsatı veriyor musun? Şayet vermiyorsan bu olanak düşünülmelidir."

Vapur, İmralı'ya yaklaşmıştır. İbrahim Saffet Omay, son soruya da şu karşılığı verir:

"Bin ağır ceza suçlusunun yaşadığı İmralı’ya hükümlülerin aileleri olarak kadın ziyaretçi kabul edilmezdi. Göreve başladığım 1946 yılından bu yana geçmişteki çalışmaların da katkısıyla yabancı ülkeler ’criminalist’lerini de etkileyecek derecede iyi sonuç aldığımız kanısı geldikten sonra 'Acaba kendimizi aldatıyor muyuz, yoksa gerçekten yararlı bir aşamaya ulaştık mı?' diye düşündüm. Bu soruyu açıklığa kavuşturmak için her türlü sorumluluğu şahsen yüklenerek Adalet Bakanlığının da izniyle önce eşimi ve kızlarımı İmraIı’ya getirdim, öteden beri bana baba diyen hükümlüler arasında, rahatça dolaşan ve hatırlarını soran eşime de anne diyorlardı. Küçük yaşlardaki kızlarıma da şefkatle davranıyorlardı. Son olarak konuyu esastan çözmeye karar verdim. Hükümlülerin, form doldurarak çağıracakları eş, ana, baba, kardeş, aile bireyleriyle baş başa konuşabilmeleri için büyük bir lokal hazırladım. Tümüyle İmralı ürünü masa, sandalye, bir de perde, örtü vb. ile donattık. Ressam hükümlülerin yaptıkları tablolarla süsledik. Ve kadın ziyaretçilere İmralı'nın kapılarını açtık. Haftanın belli günlerinde Mudanya’ya geçen vapurlarla eşler evlerinde hazırladıktan yiyecekleri, armağanlarıyla geliyor, bu lokalde ayrı masalarda, vapurun dönüşe dek beş saat, baş başa, diz dize oturup konuşuyor, sohbet ediyor, birlikte yiyip içiyorlar...

İbrahim Saffet Omay’ı dikkatle dinleyen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün gözleri pırıl pırıl olmuştur.

"Çok sevindim, tebrik ederim!" der. Omay'ın adını, soyadını bir kez daha yineletir. "Bir çay iç” der.

"Paşam, vapur daha çok bekleyemez," deyince, ismet Paşa, onun elini sıkıca tutar; "Seni tanıdığıma memnun oldum!” der. İbrahim Saffet Omay, anıları arasında şunları yazar:

"Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün, evli hükümlülerin eşleriyle baş başa kalmaları fırsatının verilip verilmediği yolundaki sorusunun kavramı, bugün bile değme infazcının, cezacının kolay kolay içine sindiremeyeceği genişliktedir. Bu soru, dört başı mamın çağdaş bir infaz sistemine yönelmeyi işaret ediyordu…"

İsmet Paşanın sorusu, Türkiye'de Adalet Bakanlığında ceza ve tutukevlerinde görev yapan tüm sorumluların kulaklarına küpe olacak mıdır? Sanmıyorum. Bırakınız eşlerin baş başa görüşebilmelerini, Metriste, ziyaretçi ana babalar çocuklarına, eşler eşlerine, nişanlılar nişanlılarına getirdikleri eşyaları, demir parmaklıklı bir delikten verirlerdi. Eşyaları verirken hükümlünün parmaklarını sıkar, bir sıcaklığı duymak isterlerdi! Öğrendiğime göre burası kaynak yapılarak kapatılmış!

Kim ne derse desin, faşizm budur. Adalet Bakanlığının yayımladığı genelgenin bir yerinde şöyle deniyor: "Hükümlü ve tutuklular, anarşist ve terörist hükümlü ve tutukluların bulunduğu cezaevlerine, askeri ceza ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklular ile mektuplaşamazlar..."

Ankara'da İnsan Hakları Derneğinde analar, babalar, nişanlılar toplanmışlardı. Metriste, Bursa'da, Aydın’da, Eskişehir'de yakınlarının uğradıkları baskılan anlatıyorlardı. Cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamaları kınıyorlardı.

25 Ekim 1988