Ne Değişti?

İlkin Ozan Ahmet Telli alındı gözaltına; ardından yazar, emekli öğretmen Vecihi Timuroğlu. Ahmet Telli, gözaltına alınışını  anlatıyor, dinliyorum:

"Şimdi, tabii 1981'de benim ilk alınmam; bir de 1981 Haziranında yeniden alındım ben, bir de bu."

"1981’de nasıldı?"

"1981’de, o günlerde anlatılan, bilinen ne varsa, somut olarak orada yaşadık onu."

"İşkence filan?"

"Tabii, benim şu anda dişlerimin tamamı protezdir! Orada.."

"Kaç yaşındasın?"

"işte, 44 yaşına üç gün önce girdim. Doğum günümden bir gün sonra aldılar beni. 1981'de 1 Ocağı 2 Ocağa bağlayan gece aldılar. 72 gün bir dolapta kilitli olduğumun şiirini yazmıştım, Su Çürüdü adlı kitabımda, 72 günlük bir hücre yaşamını anlatır Su Çürüdü. Yani o günkü koşullardaki hücre, anlatılan, bilinen koşullar. Sağlıksız, bir hücreye on beş kişinin sığdırıldığı zamandı. Biz burada, belirtilen bir süre işkencelerden de geçtik. 1981'de ben ilk duruşmada da salıverildim, çıktım. Bunun 72 günü emniyette, hücrededir; burada, işte, gazetelere falan geçen, tanık olduğunuz bir sürü olaylan yaşayanlardan biri de benim, şu ya da bu derecede. Elektriğinden falakasına dek yaşadık o günleri, 1989’da ikinci alınışımda, ben yine Gazi Üniversitelilerin bir çayında konuşmuştum; haziranda alınmıştım."

"1981‘le ilgisi yok bunun..."

"Tabii, atlayarak geçiyorum, 1981'den anlatılmasını istediğiniz bir şey varsa onu anlatırız tabii."

"Geri dönebiliriz belki..."

"Yazdığım şeyleri falan da belirttim ya, Su Çürüdü gibi; o günlerin öyküsüdür o; 1989'a geldiğimizde, öğrencilerin hazırladığı bir toplantıya katılmıştım ben, 6 Haziranda...

6 Haziranda gidişimde de emniyette, garip bir biçimde, 1981'deki emniyet değildi bana karşı; sorgucusundan polisine, hatta gardiyanına dek. Bunun nedeni artık, ülkede bazı şeylerin değişmiş olması, burasını yorumluyorum tabii; işte, sizler girdiniz araya o zaman, anımsarsınız, milletvekilleri girdiler, İnsan Haklan Demeği girdi, Emin Bey (Değer), başbakana, cumhurbaşkanına telgraflar çekti; burada açıkçası ’konuk' gibi davrandılar. O zaman da biz beş gün kaldık, DGM'den salıverildik.

Bu alınışımda, yani Vecihi Beyle birlikte alınışımızda, durum yine aynı, ama bu kez şey... 'Hücre' yaşamını açıkça yaşattılar bunlar bize."

"Yaşattılar!"

Yaşattılar! Demek hücre 1981’den bu yana değişmiyordu. Her şey değişmişti, ama hücre yaşamı değişmiyordu; gardiyanın tam muamelesi, otuz saniyede tuvaletten çıkma komutu..."

"Otuz saniyede?"

"Otuz saniyede çıkacaksın tuvaletten! iki kezden çok gittiğin zaman azarlanmayı göze almak lazım. Sigara için ateş vermezler, ateşle kendimizi yakabilirmişiz. Boyun atkımız filan verilmez. Yani bu, gardiyanlar değişmemiş,.Ama bunun dışında değişen bazı şeyler var yukarıda. Alt hücrelerde değişmemiş hiçbir şey; 1981 mantığı aynı. Gecenin bir buçuğunda 'kalk' deyip, Vecihi Bey de (Timuroğlu) tanıktır buna, altımıza verilmiş olan çul çaputu yeniden geri alıp oralan temizlettirme operasyonu bize. Ama hücrelerin dışına çıktığımız zaman polisi, sorgucusu, müdür oldukça insancıl davrandı bize açıkçası, çok yakın davrandılar. Polis, ne şekilde yardımcı olabileceğini soruyor, hatta sorgucu gayet demokratik biçimde sigara sunuyor, çay sunuyor, onunla insani olayı konuşabiliyorsunuz. Artı, ilk kez oluyor, ben emniyette savunmanımla görüştüm. Şenal Sanhan’la görüştük. Sanıyorum, bu daha önce hiç olmadı, benim bildiğim..."

"Soruşturma sırasında savunmanla görüştürme olayı, Avrupa Konseyi İnsan Haklan komisyonlarında uzun tartışma konusu olmuştu, ondan mı?"

"Evet, evet... Ama sorguya indiğimiz zaman bana. 'Yahu hoca, pek fazla bir şey görüşmemişsiniz avukatınızla’ dediler. Belli ki ne konuşabileceğimizi, ne yapacağımızı çok iyi notlamaya filan çalışıyorlar."

"Onların yanında mı görüşüyorsunuz?

"Tabii, tabii... Baş başa değil müdür ve onun yanında iki yardımcısı, savunman ve ben konuşuyoruz. Ben sorgucuların falan değiştiğini düşünüyorum, ama gerçekten değişti mi? Onlar şöyle bakıyorlar, bana kalırsa; burasını yorumluyorum; bizim davadan bir şey çıkmayacaktı, yani sonuçta benim söylediğim söz şu: 'Faşizm, dangalaklan ve gerizekâlıları bir araya getirir; (öğrencilere hitaben) siz gerizekâlı ve dangalak olmadığınızı gösteriyorsunuz bu eyleminizle…' falan diye. Bunun dışında kişiye yönelik, herhangi bir şeyim de yok benim. Beni suçlu düşürecek herhangi bir şey de yok. Vecihi Beyin keza öyle, öğrenciler zaten düzenleme kurulu. Dolayısıyla polis, mantıklı yani. Onun sorgucusu, müdürü, mantıklı. Bu olaydan bir dava çıkmaz. Bu olaydan ancak kendileri prestij kazanırlar. Ama Be- şevlerde yürüyüş yapmaya çalışan öğrenciler getirildi; o anda biz hücredeyken, ama onlara insancıl muamele yapıldığını söyleyemem. Yani, olay... Emniyet değişmiş değil. Bizim kendimiz yaşadığımıza göre hücreler dışında, gayet insancıl davranışlar gördük..."

"Sizin ozan olduğunuzu biliyorlar mı?"

"Biliyorlar! Hem de nasıl biliyorlar! Onlar benim, 1981'de içeride olduğumu, haziranda düştüğümü, ne yaptığımı, ne ettiğimi polis biliyor, gardiyan bilmiyor. O gardiyan hâlâ soruyor, her defasında, 'Sen gazeteci misin?', 'kitapçı mısın?’ yahut da 'ne iş yaparsın? yani her nöbet değişiminde sorular soruyor. Gardiyanın kafası basmıyor. Gardiyan, sokaktan getirilen herhangi biri olarak bakıyor bize. O bakımdan..."

"Gardiyan dediğiniz, oradaki polis görevlisi değil mi?"

"Başka birisi. Ama, öyle bir hiyerarşi ki orada; daha hücrelerin bölümüne girdiğiniz zaman polis artık gık diyemiyor orada, yani gardiyana ses çıkaramıyor. Canı ne isterse onu yapıyor. Gardiyan da polis bizi almaya geldiği zaman, artık onun yetkisi bitiyor orada; yukarıda ne olur, ne biter hiç belli olmaz. O onu bilmez. Yani, bir hiyerarşi ki tek kişiye kadar gidiyor. O piramitte müdüre kadar gidiyor, emniyet müdürüne kadar gidiyor..."

14 Aralık 1989