54 yıllık öğretmenlik yaşamının önemli bir bölümü Trabzon'un Beşikdüzü Köy Enstitüsünde geçen, emekli müzik öğretmeni Mehmet Ali Kamacıoğlu, bir anısını şöyle anlatıyor:
İkinci Dünya Savaşından sonra, Rusların, Kars ve Ardahan'ı istemeleri üzerine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Kars'a giderek bir nutuk söylemişti. Dönüşte Trabzon'a uğradı. Enstitüyü görmek istediğini, ancak sahil yolunun uygun olmaması nedeniyle Trabzon'dan Ankara'ya dönmek zorunda kaldığını söylediler. Enstitüden öğrencilerin gelmesi, gösteri yapması işlenmişti. Biz de hazırlandık. Koro, orkestra ve milli oyunlardan İbaret ekiple, müdür Fehim Akmcı'nın başkanlığında Trabzon'a vardık. Gösteri, yeni yapılan lise binasının bin kişilik salonunda yapılacaktı. Akşam salon tıklım tıklımdı. Ön sıralarda İnönü ile yanındakiler, yerlerini aldıktan sonra, dört sesli istiklal Marşını söyleyip bitirdiğimiz zaman, salon alkıştan inlemişti. Halbuki, İstiklal Marşı alkışlanmaz. Alkışlanan çokseslilik ve köy çocuğunun ulaştığı uygarlık düzeyiydi. Kaval ve kemençe eşliğinde söylediğimiz mahalli türküler de ayrıca alkışlanmıştı. Özellikle İtenim derlediğim Sis Dağı adlı türküye, İnönü'ye cemile olmak üzere bir dörtlük eklemiştik. İnönü'nün anısına, o dörtlüğü buruya yazmak isterim:
Sis Dağının başında /
Yağan yağmur kar olsun/
Türk milleti başında/
İnönümüz varolsun.
Bu türkümüz de dakikalarca alkışlanmıştı. Toplantıdan sonra, müdürümüz Fehim Akıncı ile lise müdürü Faik Dranaz arasında şöyle bir konuşmaya tanık olmuş, çok duygulanmıştım. Müdürümüz Fehim Akıncı, salonu göstererek şöyle dedi: 'Konser ve toplantılarımız için bizim de böyle bir salona gereksinimimiz var.'
Faik Dranaz'ın yanıtı kısa olmuştu.
'Mehmet Ali'yi bana ver, salon sizin olsun.'demişti.
M. Ali Kamacıoğlu’nun, bir müzik öğretmeni olarak, köylü çocuklarına verdiği emeği anlatacağım. Geçenlerde, Sovyetlerin "Kızılordu Korosu" gelmiş, iki yüz kişilik koro ilk olarak "İstiklal Marşı’'nı söylemişti. Dinleyenlerin ağızlan açık kaldı. Bir de bundan kırk yıl önce, Köy Enstitülerinde, binlerce çocuğun bir ağızdan dört sesli olarak söylediklerini bir düşünün; binlerce kişinin bir alanda halk oyunları oynamaları, türküler söylemeleri, yöneticileri korkuttu mu? Hasanoğlan'da, böyle bir gösteriyi izleyen biri şöyle demiş:
"Bunlar böyle şarkılar söyler, oyunlar oynarlarsa, bir gün bizi de alaşağı ederler."
Kimi politikacıların sık sık "birlik beraberlik" demelerine kulak asmıyorum ben; onlar asıl, birlik beraberlikten korkarlar! Birlik beraberlik demeleri laftadır, gerçekte değil!...
Emekli müzik öğretmeni M. Ali Kamacıoğlu, Beşikdüzü Köy Enstitüsünde müzik öğretmenliğine başlamadan önce, Rize'de kemençe çalıyordu. Kemençeden keman yaptı, kendi kendine öğrendi notayı. Anadan doğma müzisyen yaratılmış biri. 1943'te, Rize'de Kurtuluş ilkokulu başöğretmeniyken, ordan önce okulun başöğretmenliğini yapıp Beşikdüzü Köy Enstitüsüne atanan Ziya Işıkdemir'den (Haşimoğlu) bir mektup alır. Arkadaşı, mektubunda; onu enstitü müdürüne tanıttığını, enstitünün müzik çalışmalan için onun gibi bir öğretmene gereksinim olduğunu, böylece aradığı müzikle ilgili çalışma alanını bulacağını söyler. Kamacıoğlu anlatıyor şimdi:
İstenilen biçimde bir dilekçeyle enstitü müdürlüğüne başvurdum. Kısa bir süre sonra atama emrim geldi. Bir sonbahar günü, vapurla Vakfıkebir'e geldim. Geceydi. Enstitü öğrencileri bir kayıkla beni vapurdan aldılar. Enstitüye geldik. Çamlıkdüzü'nde, yeni bitirilmiş bulunan birinci okul binasında, Ziya Beyin kaldığı odada bana da bir karyola, yatak hazırlanmıştı. O gece yattık. Ertesi günü enstitüyü, çalışmaları incelemeye başladım. Okul müdürü Osman Ulkümen, eğitimbaşı Fehim Akıncı, müdür yardımcısı Kemal Dinçmen ile öbür öğretmen arkadaşlarla tanıştım. Müdür Osman Ülkümen, müzik alanında neler yapabileceğimi sordu. Ses eğitimi olarak koro, çalgı (enstrüman) olarak, özellikle keman öğretmeyi, orkestra kurmayı, her öğrencinin bir öğretmenin bilmesi gerekli müzik bilgisini almasını, özellikle çoksesli müzik eğitimini gerçekleştirmeyi düşündüğümü söyledim. Ülkümen çok duygulandı. Ancak enstitünün koşulları ve köyden gelen bu çocuklarla böyle bir çalışmanın başarılı olabileceğini sanmadığını düşünerek ekledi:
'Biz henüz doğru dürüst yemekhane, dersane ve yatakhanelere bile sahip değiliz. Derslikler aynı zamanda yatakhane oluyor. Yeni atölye ve okul binaları için geceli gündüzlü çalışıyoruz. Bu arada müzik çalışacak ne yer, ne zaman var. Hafta sonlarında düzenlenen eğlence saatlerinde, eldeki keman, kemençe ve mandolinlerle şarkılar, türküler söylüyor, oyunlar oynayabiliyoruz. Sizin söylediğiniz çalışmalar, bize ne derece uyar bilemiyorum...'
Müdür Osman Ülkümen’e yanıtım şu oldu:
'Bana bir hafta inceleme zamanı tanıyın. Öğrencileri, okulun olanaklarını göreyim. Yapabileceğime kanaat getirirsem kalırım. Yoksa geldiğim gibi dönerim...
13 Nisan 1989