Nâzım’ın kaçış öyküsünü Cumhuriyet okurlarına anlatmayı düşünüyordum. Bugüne dek elim değmedi. Bugünlerde de, 6 Eylül halkoylaması gündemde ya, kimsenin gözü başka bir şey görmüyor. 6 Eylül oylaması hâlâ "ortada" görünüyor. "Hayır" çıkarsa, yasaklılar yaşadı diye yazmıştım; bu hâlâ geçerli gibime geliyor. Bilinen gerçektir. Yasaklıya ilgi artar. Aydın Köymen'e söyledim; “Yeni Gündem'i poşete koyun, satışı artar" dedim. "Evet" çıkarsa, Turgut Bey kendi oyunuyla yenilmiş güreşçiye dönecek! "Evet" çıkarsa, Turgut Beyin buna göre yeni oyunlar tezgâhlayacağı da söylentiler arasında! Artık, kasabalardan yeni ilçeler mi olur, ilçelerden yeni iller mi olur, göreceğiz. Marmaris Belediye Başkanı Muharrem Elginin görevinden alınışı siyasal bir tezgâhtı. Danıştay, oybirliğiyle bu tezgâhı darmadağın ediverdi. Bakalım yargı kararını uygulayacaklar mı, yoksa yeni tezgâhlar mı kuracaklar, izleyeceğiz.
19701i yılların ortaları mı ne, geçmiş gün, unuttum. Çetin Altan'ın bir yazısını okumuştum. Çetin Altan, İstanbul eski Emniyet Müdürü, Emniyet eski Genel Müdürlerinden Kemal Aygün'e sorar: "Nâzım Hikmet'i sen mi kaçırdın?"
Kemal Aygün karşılık verir:
"Fena mı yaptım?"
Bunu okuduktan sonra, Ankara'ya bir gelişinde Meclis kulisinde gördüğüm Kemal Aygün'e sordum:
"Çetin Altan'ın yazdığını okudum. Nâzım Hikmet'i siz mi kaçırdınız? Çetin Altan’a 'Fena mı yaptım?' demişsiniz..."
"Hayır," dedi, Kemal Aygün. "Ben öyle söylemedim. Benim Nâzım için yaptığım şu: Onun evinin çevresindeki çemberi genişlettim. Nâzım gibi bir şairin evinin çevresinde dar bir polis çemberi kanımca uygun değildi. Bunu genişlettim. Nâzım da kaçtı!"
Bunları böyle yazıp gidiyorum. Nâzım'ın kaçışında Refik Erduran'ın da "erketecilik" yaptığını, kim söylediyse duydum, ama onu yazmıyorum. Bir gün Cumhuriyet bürosu, o zaman Atatürk Bulvarı üzerinde, dışarıdan geldim yağmurlu bir gün; içeri girer girmez, karşımda Refik Erduran'ı gördüm. Pardösümü çıkarırken, Refik;
"Çıkarma" dedi, "ben senin için geldim. Haydi, seninle çıkalım; konuşmak istiyorum..."
"Nereye gidelim?"
"Mola Oteline gidelim, ben orada kalıyorum..."
Mola Oteline gittik. Refik, "Ne içersin?' diye sordu. "Bir Napolyon konyak içer misin?"
"İçerim dedim." Bir de kendine söyledi. Sordu:
"Nâzım'ın kaçışıyla ilgili ne biliyorsun?"
"Sen," dedim, "erketecilik yapmışsın!"
"Yok," dedi, "öyle değil, Nâzım'ı ben kaçırdım! Sana anlatacağım; sen Türkiye’de güvendiğim on insandan birisin. Senden bir ricam var, ben yazmadan hiçbir şey yazmayacaksın."
Refik o zaman Milliyet'te. Abdi ipekçi "Ankara Notları'nı okuyunca, Refik'e;
"Göreceksin," diyor, "Ekmekçi bu işi patlatacak: gel şunu yazalım. Nâzım’ı nasıl kaçırdığını yaz, hazırla.. Nâzım'ı kaçırdığını kim biliyor?"
"Ben Ercüment Beye (Karacan) söyledim. Bir de Yaşar (Kemal) biliyor."
"O o, Yaşar biliyorsa, dünya âlem biliyor demektir. Asıl Ekmekçi var."
"Ben Ekmekçiye söylerim yazmaz!"
"Peki, hemen konuş Ekmekçiyle..."
Refik Erduran da uçağa atlayıp gelmiş, beni bulmuş. Refik en sevdiğim yazarlardan... Ben sordum Refik Erduran'a:
"Peki, o zaman senin yaşın kaç? Nâzım'ı kaçıracak yaşta mısın?"
"Ben" dedi, "o zaman Nâzım'la sahneye oyun koydum. Nâzım'ın kız kardeşlerinden biriyle, Melda'yla evliydim. Nâzım akrabamdı yani."
Anadolu'da yaşını göstermeyenlere "eski dana" derler. Yani, "Siz öyle göründüğüne bakmayın, eski danadır o!" diye takılırlar. Refik’inki de o hesap! Öyle, gözleri yumuk, gepgenç görünmesine bakmayın, görmüş geçirmiştir....
"Peki nasıl kaçırdın?" diye sordum.
"Anlatacağım," dedi. "Önce şunu söyleyeyim. Nâzım kaçışından bir gece önce evinde yatmadı. Rumeli yakasında bir yerde yattı. Ben oradan aldım motorla. Ben çok iyi rota biliyordum. İyi motor kullanırdım."
"Kimin motoruydu?"
"Malik Yolaç'ın! Motor çok süratliydi. Daha önce Boğaza çıkıp bir iki yol prova yapmıştım. Sürati otuz milin üstündeydi. Nâzım'ı Tarabya burnundan aldım. Boğazı çıktık. Benim amacım, Boğazı geçince sola çevirip motoru, Romanya'ya ya da Bulgaristan'a geçen bir şilebe Nâzım'ı bindirmek. Bir Romen şilebi göründü."
Refik sonra yazdı onun Plehanov şilebi olduğunu. Şöyle dedi "Gülerek" adlı yapıtında:
Heyecanlı görünmüyordu Nâzım Ağabey. Ama düşünceliydi. Tevekküle benzer bir durgunluk vardı üstünde. Nedenini çok sonra, 1961'de yazdığı 'Otobiyografi' şiirindeki şu mısrayı okuyunca daha iyi anladım:
'951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm, üstüne ölümün.' Meğer, başka yakınlarına da açıkladığı gibi, o gün büyük olasılıkla öleceğine gerçekten inanmış koca şair. Evden çıkarken içinden Münevver Yenge ve Memet'le 'ölümüne vedalaşmış...' -Evet, Romen Şilebi göründü ama, yanına yaklaşmış olmamıza, çevresinde dolanmamıza karşın bir türlü Nâzım Hikmet'i almıyordu şilebe. Nâzım ayağa kalkmış bağırıyordu:
'Ben Nâzım Hikmeeet!' I-ıhh, hiç tınmıyorlardı. Geriye dönüp baktım, yeterince uzaklaşmıştık.
Sonunda, Bükreş'e filan sordular telsizle galiba. Şilep yavaşladı bir an. Nâzım şilebe girdiği zaman içeride 'Nâzım'ı kurtaralım' diye yazan afişleri görmüş...
Refik Erduran'ın anlattıkları burada bitmişti. On yıldan çok var, sakladım öğrendiğim gerçeği. Nâzım kaçmasa, kaçırılmasa Türkiye'de öldürülecekti. Sabahattin Ali olayı ortadaydı. Askerde öldürülecek ya da bir trafik kazasında gidecekti koca şair.
Refik Erduran’ın, gençlik anılarını içeren "Gülerek" adlı yapıtı "Cem Yayınları”nda çıktı. Kitabın kapağında yaşını göstermeyen bir fotoğrafı var Refik’in. Kitabın 153. sayfasında "Kimler Biliyordu?" başlıklı bir bölüm; şöyle diyor orada Refik Erduran:
... O öyküyü ilk öğrenen -ya da sezen -kişi Yaşar Kemal oldu. Ta 1960'lı yılların başlarında Paris'te Nâzım ağabey ile konuşurlarken o konu gündeme gelmiş.
Yaşar Kemal ile görüşürlerken Haşan Pulur öğrenmiş -ya da sezmiş- gerçeği. Abdi Ipekçi'ye anlatmış.
Abdi ölümünden kısa bir süre önce bunu bana söyledi. Gülümseyerek sordu:
'Patlatalım mı?'
O günün koşullarında o sorunun gündeme getirilmesinin toplumda gerginlikleri arttırabileceğini ve zaten başı dertte olan hayli kişinin durumunu büsbütün zorlaştırabileceğini belirttim. Bir daha ağzına almadı konuyu.
Bildiğim kadarıyla, daha sonraki yıllarda -nereden öğrenmişler ya da sezmişlerse-yalnız Çetin Altan ve Mustafa Ekmekçi farkındaydılar gerçeğin.
Hiçbiri sorumsuzca davranmadılar.
Abdi İpekçi'yi bir kez daha hayırla anar, öteki dostlarımın da gerek meslek, gerek vatandaşlık açısından birer dürüstlük örneği vermiş oldukları gerçeğini bilginize sunarım....
Nâzım’ın kaçış öyküsünü bilen başkaları da vardı elbette, örneğin bir Müzehher Vâ-Nu, Vâlâ Nurettin biliyorlardı, kuşkusuz.
Dışarı her kaçanın ilginç bir öyküsü vardır, bir Yılmaz Güney, bir Behice Boran, daha çoook! Günü gelir yazılır elbet.
23 Ağustos 1987