Kutsal Çöldeki Cinayet

Ege'nin ucundaki ilçelerden birinde, caminin müezzini, sabah ezanlarını minareye çıkıp okumuyormuş; nedenini sormuşlar:

"Burası turistik yer" yanıtını vermiş genç müezzin, "turistler uyanır, rahatsız olur sonra!"

Bunu Ahmed Arife söyledim:

"Hay ağzını öpeyim o müezzinin" dedi, "görürsen, selamımı söyle Ahmed Arif gözlerinden öptü de..."

Ben müezzini tanımıyorum ki, tamsam da yazmam adını. Genç adam, bir de işinden olur, neme gerek!

Turistlerin ilk şaşırdıkları sabah ezanları olurmuş. Sabahın erinde, hoparlörden duydukları sesle, pencerelere koşuyorlarmış, "Ne oluyor" diye. Sonra sonra alışıyorlarmış. Arapça da olunca, iyice şaşırıyorlarmış. Atatürk’ün Türkçeleştirdiği ezanı Arapçaya, "Demokrat Partililer" çevirdi. Bugün Türkçe okunmasında bir sakınca yok, ama yobazların baskısı öyleki bir babayiğit çıkıp ezanın Türkçesini okuyamıyor işte. Okusun da görelim!

İstanbul'da oturan eski öğretmen A. Aşıcı, zaman zaman "Ankara Notları'na konuk olur. Onun bir bilge yapısı vardır. Doğayı, çevreyi çok sever. Arabistan'ı domuz yasağının çölleştirdiğini söyler. Şöyle diyor, 21 Haziran 1990'da yazdığı kısa mektupta:

Kardeşim Ekmekçi

Topraktan koparılıp gökyüzüne yerleştirilen Tanrı, yeniden yere indirilip toprağa eski Tanrısal saygınlığı iade edilmedikçe özellikle çölleşme şeklindeki çevre kirlenmesi önlenemez.

Başta Harran olmak üzere geçmişteki bütün Yahudi yerleşim yerlerinin çölleşmesi ve tüm İslam ülkelerinin çölleşmeye devam etmesinin temel nedeni Tanrının İsrail oğlu İbrahim tarafından topraktan koparılarak, toprağın Tanrısal saygınlıktan yoksun ve dolayısıyla korumasız bırakılmasıdır. İbrahim, bunu elbette bilerek yapmamıştır.

Tanrının ise görünümünde yarısının yeniden toprağa indirilmesi şeklindeki içgüdüsel tepkime, Hıristiyan yerleşim yerlerindeki yeşil örtüyü de yan yarıya kurtarmış ve çölleşme biçimindeki çevre kirlenmesini aynı oranda azaltmıştır.

Yahudi ve İslam ülkeleri laik ve demokratik de olamazlar. Çünkü gerek Musa, gerekse Muhammet hem din, hem de parlamenter değil; totaliter birer devlet kurucusudur. Her ikisi de dini ve devleti birlikte ve iç içe kurmuşlardır. Bu iki kurumun birbirinden ayrılması mümkün değildir. Bugünkü İsrail olayı bizi aldatmasın. Bu devlet, şu anda batının bir uzantısıdır. Isa, çok genç yaşta öldürüldüğü ve devlet kuramadığı için Hıristiyan yörelerde laik ve demokratik devlet yapılaşması olasılığı biraz fazladır.

Sayın Ekmekçi,

Yukarıdaki sözlerimi bir belge olarak mümkünse yayımlamanızı rica ediyorum. Ben aynı zamanda eski bir öğretmenim. Çağıma, türüme ve diğer türlere karşı, herkes gibi ben de görevimi yapmakla yükümlüyüm, insan kendini ve diğer türleri, ürettiği doğadan kopuk felsefelere, doğal ayıklanma sürecine sokmuştur. Doğa bizi yargılamadan, biz kendi kendimizi yargılayalım.

Domuzu bırakmayın. O doğanın en büyük koruyucusudur. Saygılarımla. A.Aşıcı.

Suudi Arabistan'da son hac dolayısıyla, yüzlerce kişinin ölümü, gerçekte çölde işlenen unutulmaz bir cinayettir. Bundan pek çok ülke pek çok kişi derece derece sorumludur. Bu cinayeti işleyenlerin ortaya çıkarılması, bir insanlık görevidir de. Din adına, neler işlenebileceğinin sergilenmesi zamanı gelip geçmiştir. İğneyi önce kendimize, yani basına batırayım; şimdiye değin Suudi Arabistan'a giden kimi gazeteciler, uyarıcı görev yapmamışlar, din sömürüsü amacıyla "kutsal topraklar” edebiyatı yapıp durmuşlardır. "Cumhuriyet" gibi "laiklik"ten söz eden gazetelerin ya yazılan kesilip o sütunlar karalanarak, ya gazete içeri sokulmayarak sıkıdenetime (sansüre) uğramışlardır.

Hacdaki tünel faciası nedeniyle, Suudi Arabistan’ı suçlayan İran Cumhurbaşkanı Rafsancani, "Suudiler beceriksiz" dedi. "Kutsal toprakların yönetimi, İslami yapıda uluslararası bir örgüte devredilmeli" diye ekledi. Rafsancani'nin İran meclisinde yaptığı konuşma, İstanbul "Bayram" gazetesinde özet olarak yayımlandı. Iran, bu yıl hacca kimseyi göndermedi. İki yıl önce İranlı hacı adaylarının Amerika'yı, İsrail'i protesto etmek isteyen sessiz yürüyüşleri olaylı olmuş, 480 İranlı ölmüştü. İşil asıl ilginç yanı, İranlı kadın hacı adaylarının bu olay sırasında kaçırılıp satıldıkları savlarının, söylentilerinin öğrenilmiş olmasıydı. Bu İranlıları deliye çevirdi. Şimdi, Türk hacı adaylarının yittiklerine ilişkin haberleri okuyunca, kişi kuşkuya düşüyor: "Acaba, bayan hacı adayları kaçırılıp satılıyor mu" diye, insan Mekke’de niçin yitsin? Orası, günde binlerce uçağın inip kalktığı Frankfurt havaalanı mı? Alt tarafı Mekke. Niçin yiter insan? Oraya gidip "kutsal topraklar" edebiyatı yapan, din sömürücülüğü eden gazetecileri, şunun için suçluyorum: Geçmişte olup biten olayları vermediler hiçbiri, örneğin 1980'li yıllarda, Mekke'nin kanalizasyon işini üstlenen bir Türk şirketi, yeraltı kanalizasyonu için tünel açmaya başlar. Uzun, verimli, sabırlı çalışmalardan sonra tünel Kâbe'nin altına dek getirilir. Bu tünel içinde, yer yer rastlanan kayalar, dinamitlerle parçalanıp dışarıya alınır. Mekke ve Kâbe'nin çevresi birçok tepelerle kaplıdır. Kanalizasyon tüneli Kâbe'nin altında da büyük kayalara rastlamıştır. Bu kayaların da dinamitle parçalanması gerekir. Dinamit lokumunun parçalanması sonucu, gür akan "zemzem" suyunun kuyusunu çatlatır. Bu olaydan sonra şirketin Mekke'deki şantiye yöneticileri gözaltına alınır. Uzun süre gözaltında kalırlar. Devlet, kaybolan suyun yerine uzak yakın Mekke çevresinden su sağlama yoluna gider. Su getirme işine, birkaç şirket de katılır. 1984 yılı hac sonrası yapılan çalışmalar ve anlaşmalarla Taif Dağlarının dibinden "Vadi Milkan" denilen yerden "Kâbe'ye 100 km. uzaktan su getirme çabasına girişilir. Vadi Milkan suyu, 1985 hac mevsimine 15 gün kala, yani ağustos ayının onuncu günü Kâbe'ye akıtılır. Dinamitleme sonucu, suyun ne kadarının yok olduğu bilinmiyor. Ancak her hac döneminde Kâbe'ye giden 5 milyon insanın pek çoğu "zemzem" suyu yerine 'Vadi Milkan" suyunu testisine doldurarak ülkesine döner!*

"Zemzem'in anlamı da şöyle: Kabe'yi ziyaret eden peygamber İbrahim, karısı Hacer, kucaktaki oğlu İsmail susamışlardır. İsmail sızlanmaya başlar; İbrahim su bulma çabasıyla Sefa ve Merve tepeleri arasında gidip gelmektedir. Bu sırada, anasının kucağındaki İsmail ayağıyla toprağı tepeler. Bu tekmelerden birinde, çocuğun ayağını vurduğu yerden çok gür ve bol bir su fışkırır. Hacer, suyun akıp biteceği kuşkusuyla "Akma dur!" anlamında, "zem zem!" diye haykırır. Hacer'in bu sözleri, suyun adı kalır. İbrahim zamanında Kâbe'de o zaman "Tanrılar" var tabii, "Kibele" de aralarında. Toprak Tanrıçası Kibele! Kibele, sonra "kıble" olur...

Zemzem kuyusunun öyküsünü, Aydın İpek'ten dinlemiştim.

^Gazeteci Necati Doğru da, Milliyet'teki köşesinde (12 Temmuz 1990) bu konuyu yazdı. Suudilerin işlerine gelince gerçekçi olduklarını, işlerine gelmeyince "takdiri ilahi" dediklerini vurguladı

Aydın İpek, Gazi Eğitim Enstitüsünün eski yönetmenlerinden. 1980'lerde, Suudi Arabistan'a giderek yıllarca orada bir şirkette, yöneticilik yapmıştı. Yöneticiliği sırasında da başına gelmeyen kalmamıştı.

Cumhuriyet
11 Temmuz 1990