Aysel Bayramoğlu, Şevket Süreyya Aydemirin ne kadar kibar bir insan olduğunu anlatırken şöyle diyor:
Hoca, kusurlarını insanların yüzüne hiçbir zaman vurmamayı yeğlerdi. Örneğin Enver Paşayı yazarken, bir hayli belge topladı; bunlar arasında Enver Paşanın zimmetine para geçirdiği belgesini yakaladı eski Türkçe. Ben bunu kesinlikle yazmam!' dedi. 'Niye Hoca?' dedim, 'Benden sonrakiler bunu yazsınlar!' dedi.
Bayramoğlu, Aydemirin benzer bir olayı Celal Bayar'ı yazarken de yaşadığını anlattı. Bayar’ın ittihat Terakki'nin muhasebesini tuttuğu sırada üzerinde görünen bir paranın partiye teslim makbuzunun olmadığını tespit eden Aydemir, bu konuda Bayar’a defalarca başvurmuş, ancak bir yanıt alamamıştı.
Aysel Bayramoğlu ile söyleşimiz sürüyor...
*Aysel Hanım mektuplar konusuna devam edelim, siz de onun mektupları gibi uzun mu yazıyordunuz, yoksa...
AYSEL BAYRAMOĞLU - Uzun yazıyordum. Evet, uzun yazıyordum. Şöyle bir şey diyeceğim aklıma geldi; o ilk günün heyecanını size tam anlatamadım, ilk gün dört saat kaldım, dedim, dört saat konuşuldu. Çok şey konuşuldu tabii. Ben eve geldim, zaten dışarı çıktığım zaman çok etkilenmiştim, eve geldiğim zaman bazı şeyleri sorma gereksinimini duydum. Telefon açtım, "Ben bu telefonu bekliyordum!" dedi. Ve bizim hep telefon konuşmalarımız sürdü. Yani, bana bir kitap armağan ettiği zaman, "Şunu oku" yahut da, "oku" demezdi de, bir kitap hediye ederdi. Veya dolaylı söylerdi. İnsanları idare etmekten ziyade çok nazik bir şekilde... Bir şeyler anlatmaya çalışırdı; sen ondan öğrenebilirsen, algılayabilirsen. Hep konuşmalarımız sürmüştür, bu konuşmalar hem günlük, güncel, Türkiye'nin o gün içinde bulunduğu konularda, hem de kitaplarla ilgiliydi. Bizim mektuplarımıza daha çok, günlük yaşam da giriyordu. Yalnız Hoca, günlük yaşantısından bahsetmeyen bir insandı. Yani, kendi sorunlarını hemen hemen hiç ortaya getirmezdi. Hiç anımsamıyorum, çok azdır.
*Şevket Süreyya Aydemir, nasıl bir insandı? Biraz düzenli değil galiba, biraz karışık...
AYSEL BAYRAMOĞLU - Telaşlı, çok duygulu. Telaşlı. Dostlarına bağlı. İnsanları çok seven, insanları hiç küçümsemeyen, o kapıcının öyküsünü anlatmıştım size...
*Nasıldı?
AYSEL BAYRAMOĞLU - Onun bir kapıcısı vardı, kapıcıda anahtar vardı, çünkü kapıcının hanımı evi temizliyordu, İş Bankasından da maaşını alıyordu, kitabevinden bir parası gelirse onu alıyor; para aldığı günleri kapıcı biliyormuş, sonradan bunu keşfetmiş. Götürüyor, ceketini asıyor, bir ara dışarı çıkıp bir şey alıp götürüyor, yani, kapıcıda her an için anahtar var, girip çıkabiliyor. Hoca, parasının eksildiğinin ayırdına varıyor. Fakat, bunu gülerek bana anlatmıştı, "ihtiyacı olmasa almaz!" demişti. Hiçbir zaman da yüzüne vurmadı. Yine Hocanın öldüğü gün, gömüldüğü sırada, kapıcı hizmet etti, koşturdu filan, bir kenarda ağladığını gördüm ben kapıcının. Evet, ağlıyordu. Gayet güzel böyle, oturmuş, kendini tamamen soyutlamış öbür insanlardan, hem düşünüyor, hem ağlıyordu. Hoca, insanların yüzüne hiçbir zaman vurmamayı yeğlerdi. Bunlardan bir örnek vereyim; Enver Paşayı yazarken, bir hayli belge topladı; sonradan Türk Tarih Kurumu'na verdi sanıyorum belgeleri, öyle diyordu, 'Tarih Kurumu'na bırakacağım bunları..." Enver Paşanın zimmetine para geçirdiği belgesini yakaladı eski Türkçe. "Ben bunu kesinlikle yazmam!" dedi. "Niye Hoca?" dedim, "Benden sonrakiler bunu yazsınlar" dedi.
*Tarih Kurumu'na verdi ama bunları...
AYSEL BAYRAMOĞLU - Evet, "Ben bir insanın bu kadar... Açıklamak istemem" dedi. "Zaten şimdi, yazıyorum hayatını, yorumunu da insanlara bırakıyorum, yaptığı yanlışları, iyi yanlarını; yorum insanlara ait ama, hırsızlık yaptığını...” Aynı şekilde Celal Bayar’la da ilgili bir şey var. Celal Bayar, partinin muhasebesini tutarken...
*İttihat Terakki'nin mi?
AYSEL BAYRAMOĞLU - İttihat Terakki'nin muhasebesini tutarken, elide para var; ama bu parayı teslim ettiğine dair bir belge de yok. Bunun için iki kez Celal Bayar'a mektup yazmıştır. Ben bunu Uğur Mumcuya da anlattım.
*Ne yapmış dediniz, anlamadım?
AYSEL BAYRAMOĞLU - Şimdi, parayı teslim etmemiş. Böyle bir belge yok.
Tamam anladım!
AYSEL BAYRAMOĞLU - Bunun için iki kez, Şevket Süreyya Bey, çok nadir, Celal Bayar’a mektup yazmıştır. Bunu anımsatmıştır; "Ben bulamadım böyle bir belge, yani, sizin zimmetinizde para varmış, partinin muhasebesini tutuyormuşsunuz..."diye. Yanıt vermedi Celal Bayar. "Israrla sordum, cevap alamadım. Üzerinde durmuyorum" dedi. Yani, onu da tarihin akışına bıraktı. Bir gün bunu incelemek isteyen insan.. "Ben bunu yazdım" dedi, bu kadarını yazdı, bir yanıt almadığını da belirtti.
Atatürk dengeli bir lider
Menderes'in Dramı'nı yazarken bir ara, "İkinci Adam"ı yazarken bıraktı, "Menderes'in Dramı"nı yazmaya başladı. İnsanların, çocukluklarındaki yetişme tarzlarından, ruhsal yapılarından soyutlanamayacaklarını belirtti. "Hele bu insan bir yere gelir de insanların kaderine hükmettiği zaman, bunun acısını millet çeker" derdi, insanın ruh dengesizliğinin, belki bir yerlere gelmezse, sadece ailesine ve çevresine zararı olur, ama bir yerlere geldiği zaman, milletlerin kaderine çok büyük etki yapar. Atatürk'ün dengeli, lider tipli olduğunu defalarca söylemiştir. İnönü'nün de dostlarına angaje olmadığını, ikisinin çok ayrı karakterde olduğunu, söylerdi. Zaten bu, "Tek Adam"da, "ikinci Adam "da vardır. Ama İnönü dostlarına angaje olmuyor. Yani, diğerleri biliniyor da, ben bunu vurgulamak istiyorum. Başka ne söyleyeyim? Şevket Süreyya Bey dağınık, telaşlı, duygusal, insanlara değer veren... demiştim, inceliğini her zaman için vurgularım, yani bir hanıma duyduğu inceliği, erkeğe de duyacak denli ince bir insandı. Yani, özellikle hanımlara ince, erkeklere kaba davranan bir insan değildi. Enver Paşaya kıyamadı, yazamadı yani, insana saygılıydı. Bir de insanlara davranışlarıyla... Yan, içeriye, hapishaneye girdiği zaman, tutuklu olduğu zaman, acaba orada neler düşünür, nasıl çıkar oradan? Oradaki havayı, o atmosferle kendine döner, bir otokritik yapar mı? Neler algılar? Bunun üzerinde çok dururdu. O zaman anımsarsan, Ecevit, Demirel'le birlikte Hamzakoy'a gittiklerinde, sana sormuştum: "Ne olur bir git görüş, Ecevit ne düşünüyor? Bir yorum yapmış mı? Ne olursa olsun, bir gözaltıdır, hapistir, ne hissediyor?" Sen "Demirel'le yan yana olmaktan rahatsız!" demiştin, onu hiç unutmam!