Suya Adanan Yaşam...

Sunuş

Şevket Süreyya Aydemir'i ilk nerede tanıdığımı anımsa­mıyorum; belki Cumhuriyetteki yazılarından, belki bir yemek­te, bir yerde. Belki bir konuşmasını dinledim, sesinden anımsı­yorum. Şevket Süreyya Bey, İlhami'nin (Soysal), Doğan'ın (Avcıoğlu) daha iyi arkadaşıydı sanıyorum. Biz, Şevket Süreyya Beyle çokluk kokteyllerde karşılaşır, şöyle ayaküstü konuşur­duk. Onun sürekli dostlarıyla birlikte olduğu, "Çarşamba Ye­meklerine bir kez katıldığımı sanıyorum. Kızılay'daki Cumhu­riyet bürosuna uğradığında da, sadece selamlaşırdık. Öyle yakınlık ne göstermezdi. Yakın dostu, kızı gibi sevdiği Aysel Bayramoğlu'na bir gün:

Cumhuriyet'e gittiğimde, Ekmekçi'ye uğramıyorum. Bazı arkadaşları kıskanırlar diye korkuyorum!

demiş. Ölümün­den önce, Aysel Bayramoğlu'na, bana iletilmek üzere vasiyette bulunmuş:

Ben sağlığımda yazamadım, bu dediklerimi Ekmekçi'ye anlat; o da yazamazsa, ölmeden birine söylesin, o yazsın!

Şevket Süreyya'nın vasiyetini -bir punduna getirip- yaz­mıştım. Bu, İsmet Paşanın Ecevit'le ilgili düşünceleriydi.

Şevket Süreyya Aydemir, 25 Mart 1976'da Ankara'da öldü. Kurucusu olduğu, yöneticiliğini yaptığı Ankara Ticaret Lisesinin önünde, bir de İktisat Müdürlüğünü yaptığı Ankara Belediyesi önünde birer dakikalık saygı duruşu yapılmıştı. Şev­ket Süreyya'nın tabutu bayrağa sanlı değildi. Bunu gören, An­kara Belediye Başkanı Vedat Dalokay:

" Şevket Süreyya sarılmayacak da kim sarılacak Türk bayrağına" deyip, tabutu belediyenin bayrağına sarmıştı... Önünden geçirildiği, saygı duruşunda bulunulduğu eski ticaret mektebi, adı sonra Ticaret Lisesi olan okulda, Atatürk'ün şu el yazısı vardı:

İkinci teşrin (Kasım) 1933

Gördüklerim yüreğimi sevinç ve büyük umutla doldurdu. Türk çocuklarının yüksek kabiliyetine inanım tamdır, bunun bin bir delili görülebilir. Fakat bugün burada gördüğüm eser herhale, görülmeye ve takdir olunmaya değer en kıymetli bir beşarettir (müjdedir). Bir bilgi yapısında yetişmek fırsatına eri­şen çocuklarımızı tebrik eder ve memlekete faydalı olmalarını dilerim.

Kıymet ve kudretini canlı eseriyle göstermiş bulunan Müdür Şevket Süreyya Beyi takdir eder ve kendisinin daha geniş çalışma eserlerini iftiharla göreceğime olan inanımı beyan ederim. Gazi M. Kemal

Atatürk'ün el yazısıyla hazırlanmış kabartma, önceleri okulun dışındayken, sonradan -nedense- müdür odasına alın­dı!

Şevket Süreyya dönek miydi?

Kimi solculara göre "dönek", sağcılara göre de "komü­nist" olan Şevket Süreyya Aydemir, "Suyu Arayan Adam" kita­bında şöyle diyor:

Senin hakkında yanlış bir karar aldıklarını mı düşünü­yorsun? Fakat bu kararı alanların, buna mecbur olduklarını düşünmeye çalış! Ne kendini, ne de başkasını itham etme. Hem üzülmek niçin? Bir iş ve bir inşa mı istiyorsun? Aslında içimizde yıkacak ve yeniden inşa edecek o kadar çok şey var ki? Senden alman şeylere karşı, senden alınamayacak olanları da koysana.

Şevket Süreyya Aydemir'e göre, suyu bulmak kolay ol­mamıştı. Bu, bir kimlik arayışı idi! Büyük Turan'ı kurmak için Bakü'ye giden Şevket Süreyya, aradığını bulamamış. Turan'ın bir düş olduğunu anlamıştı. Moskova'da üniversite öğrenciliği, ardından Türkiye'ye dönüş. Bir süre, hapishane yaşamı, ardın­dan solcu arkadaşlarına "Burada yolumuz ayrılıyor" deyip Gazi Mustafa Kemal'den görev isteme. Atatürk, bir komüniste Tica­ret Lisesini kurma görevini veriyor. Başarısı karşısında, kendi el yazısıyla bir başarı belgesi imzalayıp ödüllendiriyor.

Yine "Suyu Arayan Adam" yapıtından:

... Bir inkılap yaşıyorduk. Fakat, eğer bu inkılabın tarih içinde yeri ve çağımıza getirdiği değerler işlenmez, izah edil­mezse, inkılapçı ve önder bir kadronun, memleket ve dünya görüşü haline getirilmezse, bu inkılap er geç bir oligarşiye ka­yabilir miydi? Evet...

Şevket., Süreyya Aydemir, yaşadığı sürece bütün aydın­ları, Atatürk'ün devrimlerine sahip çıkmadıkları için suçladı durdu. Bugün, ne denli haklı olduğunu görmüyor muyuz?

Atatürk'ün "tabu" olmadığını, tartışılabileceğini, ancak düşünün her zaman vazgeçilmez olduğunu anlatmaya çalış­tı.

Nadir Nadi’nin bir yazısı...

25 Martta ölen Şevket Süreyya'nın toprağa verildiği 28 Mart 1976 günlü başyazısında, Nadir Nadi başlarda şöyle di­yordu:

Bugüne dek pek çok değerli insanla tanıştım, dost oldum. Bunlardan çoğunu, nasıl tanıdığımı unutmuşumdur. Şevket Süreyya için öyle değil. Onunla ilk görüştüğüm günü hâlâ bugünmüş gibi anımsıyorum: ikinci Cihan Savaşının son­larına doğru, kasvetli bir güz akşamı idi, matbaada beni gör­meye geldi. Cıvıl cıvıl zekâ fışkıran mavi gözleri, pembe yanak­larıyla, orta boylu, tombulca bir adam. Ziyaret nedeni hakkında hiçbir açıklama yapmaya gerek duymaksızın, sanki kırk yıldır ahbapmışız gibi doğrudan konuya girdi. Yurdumuzun geri kal­mışlığı Şevket Süreyya'yı üzüyordu. Başka ülkeler dev adımla­rıyla ilerlerken bizim santimetre hesabı yerimizde sayar duru­mumuz gelecek için tehlikeli bir işaretti. Ne yapıp edip silkinmeli, çağdaş uygarlık düzeyine bir an önce yetişmeliydik. Ekonomik kalkınmanın itici gücünü devletin önderliğinde ara­malıydık. Toplumsal çıkarları her şeyin üstünde tutan iyi yetiş­miş ülkücü bir kadro devlet yönetiminde görev alırsa kısa sü­rede başarıya ulaşmamız olanaksız değildi.

Heyecanlı ama yumuşak bir sesle, âdeta vaaz eder gibi konuşuyordu. Böylece bir saat kadar içini döktükten sonra, ayrıldı gitti. Şevket Süreyya'nın davranışında beni şaşırtan, belki daha çok da sevindiren, tanımadığı birine gelip ona hiçbir istekte ve öneride bulunmaksızın sadece yurt sorunları üzerin­de kaygılarını, düşüncelerini açıklamış olmasıydı. İlk görüşme­mizin bir daha çıkmamasıya belleğime çakılıp kalması da her­halde bundan ötürüdür..

Nadir Nadi, yazısını şöyle bitiriyordu:

Şevket Süreyya dört büyük yaşamöyküsü yazmıştır. Her biri ayrı bir değer taşı­yan bu yaşamöykülerinin en ilginci bence Suyu Arayan Adam'dır. Bu, Şevket Süreyya'nın kendi yaşamöyküsüdür. Bu­rada 'su' sözcüğünü mutluluk anlamına alıyorum. Evet mutlu­luk. Ama Şevket Süreyya'nın değil, toplumun, Türk toplumunun mutluluğu. Ülke sorunları üzerine kafa yoran genç kuşaklara bu kitabı okumalarını yürekten salık veririm?

Şevket Süreyya'nın dostları...

Şevket Süreyya'nın pek çok dostu vardı. Bunlardan çoğu, kendi kuşağından Cevat Dursunoğlu, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi kişilerdi. Bir "Çarşamba Toplantısında Suphi Karaman'ı gördüğümü anımsıyorum. Eski gazeteci İffet Aslan, Sey­fettin Turhan, buluştuğu, söyleştiği kişilerdendi. Aysel Hanım da öyle bir dost. Şevket Süreyya Beyin bir öğrencisi gibi sanki. Aysel Hanım, ondan söz ederken, belki bu nedenle hep "hoca" der. Şevket Süreyya Aydemir, bir öğretmen olduğu gibi, bir sa­natçı duyarlılığını, inceliğini de taşıyor yüreğinde...