Anaların Türküsü...

Bir gün Veysel'e sormuşlar:

"Usta, saz çalıyorsun, şiir söylüyorsun iyi. Gelgeldim, bizim gördüğümüz halk şairleri, saz çalarken, bir ellerini de sazda dur­madan gezdiriyorlar; Sen hep bir yeri tutuyorsun, hiç elini oynat­madan çalıyorsun sazını."

Veysel karşılık vermiş:

"Onlar, benim tuttuğum yeri arıyorlar, onun için gezdiriyor­lar parmaklarını tellerin üstünde..."

Şiirin içinde düşünceyi de şöyle yalın anlatıyor:

Elma diye bir meyve var. Bu elmayı ağaç yetiştiriyor. Ama elmayı dalından koparan biri, onu elma olarak yiyor, öbürü kom­posto olarak yemeyi seviyor. Halk ozanlarının söylediklerini ben bir türlü anlarım, sen bir başka türlü anlarsın. Ama aslında adamın düşüncesini bilemezsin ki. Ne düşünüyor, ne söylüyor? Sen dersin ki komposto, öbürü der ki kabuğu ile daha iyi oluyor, insanın için­den nasıl doğmuştur bilinmez. Önemli olan insanlık...

Sivas dolayları saz şairleriyle doludur. Yediden yetmişe hepsi saz çalar deseniz yalan olmaz. O tarafların çocuklarının yaptıkları resimlerden bir sergi görmüştüm yıllar önce, çocuklar, resimlerde göller, akan dereler yapmışlardı. Vurmuşlardı yeşili, maviyi. Çeş­melerden su içen çocuk resimleri yapmışlardı, öğretmenlerine sormuştum: "Neden hep bu konulan işlemişler?" diye, öğretmen cevap verdi: "Çünkü onlar yeşile, maviye, suya hasrettiler. Bu re­simlerde özlemlerini gideriyorlar."

Halk şairleri de Anadolu köylerinin özlemini dile getirirler. İnsanların avunusu olurlar.

Veysel'in Ankara'da, İstanbul'da, İzmir'de yurdun pek çok yerinde sevdiği dostları var. Onları bu kentlere gelince arar sorar.

Ama, Veysel'in kendisini tanımayan yoktur. Veysel'e bunu hatırlat­tığımızda şöyle dedi:

"Tilki bir gün köye gelmiş... Bir köylü, "aaa tilkiye bak" demiş, bir başkası 'sahi tilki bak', bir öteki 'tilkiye bak tilkiye' diye tekrarlamış... Tilki konuşanlara dönüp bakmış: "Yahu bunların hepsi beni tanıyorlar, ama, ben hiçbirini tanımıyorum' demiş. Biz de öyle olduk, tanıyanımız çok."

Veysel'i görenler, duyanlar tanıyorlar. Veysel, "Benim de kulağımda çınlayan bir ses kalır, onunla hatırlarım. Benim konuştuğum adamlar beni unutmasınlar, yeter bu benim için" dedi...

Veysel, analar için bir şiir söyledi. Bestesinin o günlerde tamamlanmadığı şiiri şöyleydi:

ANALARIN TÜRKÜSÜ

Dokuz av koynunda gezdirdi beni
Ne cefalar çekti ne etti anam
Acı tatlı zahmetime katlandı
Uçurdu yuvadan yürüdü anam

Anaların hakkı kolay ödenmez
Analara ne yakışmaz ne denmez
Kan uykudan gece kalkar gücenmez
Emzirdi salladı uyuttu anam

Doğurmuştu beni Sivas elinde
Kundak kucağında tarla yolunda
Azığı sırtında orak elinde
Taşlı tarlalarda avuttu anam

Ben yürüdüm anam bakar gülerdi
Huysuzluk edersem kalkar döverdi
Hemen kucaklardı okşar severdi
Çirkin huylarımı soyuttu anam

Çocuğudum anam bana ders verdi
Çalışmamı okumamı öngördü
Milletine bağlı ol da dur derdi
Vatan sevgisini geyitti anam

Tükenmez borcum var anama benim
Onun varlığından oldu bedenim
Kimi köylü kızı kimisi hanım
Ta ezel tarihte kayıtlı anam

Veysel der kopar mı analar bağı
Analar doğurdu ağayı beyi
İşte budur sözlerimin gerçeği
Öğretti okuttu büyüttü anam

Veysel, çala çala yorulmuştu. Dinleyenlere, "Biraz da siz çalın da biz dinleyelim" diye takıldı.

Boğazı kurumuştu Veysel'in: "Hani, şu bardak mardak bir şeyler vardı ya" diye kadehini arandı. Ressam Balaban,

"İçinde, rakı makı bir şeyler vardı…” diye tutuşturdu Veysel'in eline kadehini.

Veysel, fıkralar anlatıyordu:

"Kızın biri evlenmiş, evlendikten sonra, kutlamaya gelenler, kıza demişler, kocan da pek çirkinmiş!...

"Amaaan, varsın çirkin olsun, babamın evinde hiç yoktu ya.

Balaban yapıştırdı:

"Kadın dediğin böyle olur ha... Aslında onun kocası çirkin değildir. Güzeldir bak. Güzel olduğu karının ifadesinden belli...'"

Yeni Ortam
5 Ocak 1973