Almanlar, Alman resmi makamları 1964'te yabancı işçi sayısının 950 bini bulacağını söylediler. Almanya'dan alınan resmi rakamlara göre, buradaki Türk işçilerin sayısı 1964 başında 45 bin kadardı. 1964 sonuna kadar bu rakamın 65-70 bini bulacağı sanılıyor. Buna karşılık, Almanya'da yabancı işçi olarak 215.400 İtalyan, 114.400 İspanyol, 124.600 Yunanlı, 43.000 Yugoslav, 60.000 Hollandalı var.
Türk işçiler çoğunlukla Almanya'da demir çelik sanayiinde çalışıyorlar: 18.000 kişi... Maden işçilerinin Almanya'daki sayısı az: 5248 kişi kadar. Benim ilk uğrağım Saarland bölgesinde 1147 işçi varmış. Ben ancak yüz elli, iki yüz kadarının çalıştığı yere gittim. Pansiyonlarında oturup konuştum. İşçilerin en çok yakındıkları şey gönderdikleri paraların yerine zamanında varmamasıydı. Bir ayda veya iki ayda yerine varmışsa para, seviniyorlardı.
Almanya'daki banka ilgilileri işçilerimize,
"Ne yapayım kardeşim, sizin bankanız vermiyor..." diyorlarmış.
Çoğu mektupların içinde gönderiyor paralarını. Mektuplar içinde yollananlar da ya kayboluyor, ya da Kızılaya yatırılıyormuş. Kızılaydan ince bir ifade ile şöyle mektuplar geliyormuş:
"Mektup içinde Türkiye'ye yolladığınız para, Kızılaya kaydedilmiştir. Çok teşekkür ederiz..."
İşçiler başlangıçta, markın Türkiye'ye transferinde 225 kuruştan ödenmesinden yakınıyorlardı. Fakat ben Almanya'dan ayrılırken, bir markın 2.85'ten transfer imkânının verilmesi haberi geldi. Bu, işçileri çok sevindirdi. Münih'te, konsolosluğun kapısı, bu konuda bilgi almak isteyen işçilerle doluydu.
İşçi paralarının memlekete transferi ile büyük döviz sağlanacağı muhakkaktır. Ancak bu konuda hesabı çok geniş tutmamak gerekir. Bizim "bakkal hesabı" sözümüze benzer Almanların da "sütçü kızın hesabı" diye bir sözleri var. Şimdiden "İşçilerin artırdıktan para ile dış ticaret açığımız kapanacak" demek, sütçü kızının hesabı ile kâğıt üzerinde hesaplar yapmak, fazla umuda kapılmak olur.'
işçiler Türkiye'ye para yollayacakları zaman Export - Import şirketlerine başvuruyorlar. Mark 225 kuruştan transfer edildiği sırada exportların işi oldukça iyi idi. 275 - 280 kuruştan işçiden alıyorlar. Bu para ile mal alıp Türkiye'ye sevkediyorlardı. Alman bankaları da, Alman markına karşılık 280 kuruş ödüyorlardı.
İşçilerin çoğu,
"Bu yaptığımızın doğru olmadığını biz bilmiyor muyuz abi?' diyorlardı. "Ama biz de bu parayı demir taşıyarak kazanıyoruz. Hükümetimiz de bizi birazcık düşünsün..."
Bir başkası,
"Hükümet bizi sattı abi. Döviz kazanmak için bizi sattı" diye iddia ediyordu. Beni sorguya suale tutuyorlardı. Bir yetkili arıyorlardı. Gelmiyordu, ileri sürdüklerine göre, Almanya'daki resmi makamlar, resmi Türk makamları kendileri ile meşgul olmuyordu. Konsolosluklardan kovuyorlardı. '
"Gidin istediğiniz kapıya başınızı vurun. Burası koskoca konsolosluk, sizinle mi uğraşacak..."diyorlardı.
"Hükümet bizim paramızı 280 kuruştan alsın, iğne götürmeyiz memleketimize. Paramızı olduğu gibi transfer ettiririz" diye vaat ediyorlardı.
Şimdi iyi olması gerekir durumun herhalde. Hükümet, onlara istediklerini vermektedir. Ancak alınan tedbirler, işçilerin istediklerinin, beklediklerinin bir kısmıdır. Yabancı bir memlekette, dil bilmeyen, yol bilmeyen bu insanların kötüye kullanmayacak liderler, temsilciler elinde yönetilmeleri gerekir. İşçiler, yollanacak süreli yayınlarla aydınlatılmalı, devletin bu vatandaşların arkasında, yanında olduğu sürekli duyurulmalıdır.
Almanya'daki işçilerden büyük kısmının, kız, kadın arkadaşı yok. Barlarda çalışan kızlardan arkadaş, dost tutanlar var. Evli kadınlarla yakınlık kuranlara da rastladım. Ancak bu arkadaşlığın cinsel ilişkileri aştığını, gerçek bir arkadaşlık çerçevesini bulduğunu söylemek güç. Bu arkadaşlıkta bir düşünce, görgü alışverişi yok. Alman aileleri ile yakınlık kurmayı başaranların çoğu, kısa zamanda
Almancayı öğreniyorlar da. Bazdan ise Almanca öğrenmemekte direniyorlar gibi...
Konuşuyoruz:
"Neden Almanca öğrenmiyorsun, bak senin konuştuğun Alman işçiler Türkçe öğrenmişler bile..."
"Aman abi, Almanca öğrenenlerin hali meydanda. Ellerinde bir fenik para kalmıyor. Para tutamıyorlar!"
İşçi Almancaya çalışırsa, kızların kadınların arkasından koşacağı, onlara para yedireceği fikrinde. Bu yüzden durmuyor Almancanın üzerinde.
İşçilere, burada doğru dürüst yabancı dil kursları açanlar da yok. Aslında bu kursların Türkiye'de iken verilmesi gerekir işçilere. Almanya'ya vardıkları zaman, ekmek, su demesini olsun öğrenmelidirler. "Dikkat" sözcüğünün anlamını bilmediği için bir maden işçisi, kazada öldü. Almanca bilseydi, şefinin Almanca söylediği sözcüğü anlayabilecek ve belki de çöken duvarın altında kalmayacaktı.
Milliyet
3.11.1964