"Türklerin Kalbi Yok"

Siemens'teki Türk kadın işçilerden İstanbullu Nuran'la konuşuyordum. "Beş parmağın beşi de bir değil ki” diyordu, "öyle olanlarda vardır, böyle olanlar da. Fakat gazetelerde çıkanların büyük kısmı mübalağalı yazılardır. Gazeteciler zaten biraz şişirerek yazarlar."
 
Nuran'la konuşurken, parmaklıkların arkasında bekleşen delikanlıları gösterdi:
" Bak" dedi, "bunlar bizim Türk arkadaşlar, kızların çıkmasını bekliyorlar...”
 
Gerçekten, yurdun önünde bir kısmı arabalı, bir kısmı yaya piyasa yapan, bıyık buran gençler vardı. Bunlar, Alman aile ve kızları ile yakınlık kuramadıklarından Türk kızlarının bulundukları bölgelere gelip piyasa yapıyorlardı. Kızlar yüz vermezse çıkışıyorlarmış söylendiğine göre,
 
”Vay kaltak, demek sen bana yüz vermiyorsun. Almanlarla mı gezmek istiyorsun?..” diye kızlara çıkışıyor, yüz bulamazlarsa gittikleri yerde işçi kızların ahlaklarının zayıf olduğundan yakınıyorlardı.
Kızların pansiyonları önünde, Türk işçiler piyasa yaptıkları gibi, Türkçe bilen İranlı öğrenciler, Yugoslav işçiler de dolaşıyor¬lardı.
İşçiler, kızlarla konuşmaya "hatim indirmek" diyorlardı.
 
"Ahmet hatim indiriyorsa" kıza uzun uzun bir şeyler anlatıyor demektir. Bu anlatımların çoğu, evlenme teklifleri ile başlamakta, ancak o şekilde sonuçlanmamaktadır.
 
Köln'de istasyonda rastladığımız Helene Jonntag adında bir kız bize "Siz Türksünüz değil mi?" diye sorduktan sonra, Türk sevgilisine mektup yazmamızı rica etti. Orada çalışanlardan Celâl, kızın mektubunu yazdı Türkçe. Kız mektubunda "Eğer bu cumartesi de seni görmeme izin vermezsen, ebediyen göremezsin" diyordu. Türk işçisinin adı Muhittin'di. Kıza artık yüz vermez ol¬muştu. Helene, "Türklerin kalbi yok..." dedi ve ekledi: "Muhittin beni artık görmek istemiyor. Bu yüzden hastanede dört kilo kaybettim, üzüldüm. Muhittin'i çok seviyordum. Beni bıraktı. Halbuki evlenecektik. Bana öyle söz vermişti."
Helene iyi Türkler de görmüştü. "Ali iyi..." diyordu. "Muhittin'in arkadaşlarının hepsi iyi..."
Bekâr işçilerin görünüşte durumları rahattı. "Han'da yer, Van'da ürerim" diyorlardı. Sıkı sıkı para artırmaya çalışıyordu çokluk. Arkadaşlarına bir şey ısmarlamamaya alışıyorlardı. Alman geleneklerini benimsemişlerdi bu yönde. Birkaçı yemek yerken, biri üstlerine geldi mi "buyur" etseler bile, gelen: "ît doydu da Haydar mı kaldı?" diyordu, Anadolu deyimiyle. Bu "Siz yiyin" anlamınaydı.
Türk işçilerin, Alman işverenler yanında iyi üne sahip olduklarını saklamamak gerekir.
Kadın işçilerden, büyük il ve ilçelerden gelenler, Almanya'ya çabuk uymuşlardı. Ancak, köy ve kasabalardan gelenlerin durum¬ları o kadar iyi değildi. Onlar, karşıcinsle ilişkilerini denetlemeyi başaramıyorlardı. Nitekim, işverenler de Ankara'dan, İstanbul'dan, İzmir’den gelen kadın işçilere daha iyi işler vermekte, onları zor işlerde kullanmamaktadırlar.
Almanya’da Türkleri gören, "Sizde harem var mı?" diye soruyormuş. Türkiye'yi gören bir Alman gazeteci ise, "Türkiye'de harem vardır" diye diretiyormuş, itirazlar karşısında da şu yanıtı yapıştırıyormuş:
" Türkiye'de Gaziantep'te sinemaya gittim. Kadınlarla erkekler ayrı ayrı yerlerde oturuyorlardı. Bu harem değil de nedir?"
Kimse karşılık verememiş.
İşçiler, kendileri ile ilgilenilmediği kadar, gümrüklerde gördükleri sıkıntıdan da dert yandılar. Açık açık kendilerinden trenler-de kompartıman kompartıman rüşvet istendiğini söylediler çıkarken Türkiye'den. Hele biri gerçekten anlatmaya değer..
Gümrükten geçen birinden rüşvet istemişler, hem de isteyen tanıdığı. "Ne olur?" diyormuş gümrükçü, "Bak sen tanıdığımsın, senden almamam lazım. Fakat akşam olunca parayı aramızda bölüşüyoruz. Şimdi senden almazsam, alıp da onlara göster¬mediğimi sanacaklar. Bana kızacaklar; hiç olmazsa on beş lira ver. Ben sana sonra veririm..."
Eeee, işler bu hale geldikten sonra sorun yok tabii...
Bizim Münih Muhabirimiz Mustafa Ekrem Aydına bir Alman işveren şöyle demiş:
"İşçileriniz gayet güzel çalışıyor. Demek ki, sizin başlarınızda iş yok. Kendiniz bir plan yapıp çalıştıramıyorsunuz."
Almanya'da oturma ve çalışma sürelerini uzatmakta olan teknik öğretmenlerin durumuna bakan bir polis de onlara şöyle demiş:
"Çok garip. Batı Almanya size teknisyen gönderiyor, siz ise burada çalışma sürenizi uzatıyorsunuz. Aklım almıyor bir türlü."
Bir önemli nokta da kiliselerin, Almanya'ya Müslüman işçi getirilmemesi için yaptıktan baskılar. Daha çok Katolik kilisesi ya¬pıyor bu baskıyı. Taaa, Bonn'a kadar da rapor gitmiş." 'Yapılacak ilk ayıklamanın Müslüman işçiler arasından olması konusunda. Almanya'ya taaa, Güney Amerika'dan işçi geldiğine göre, bu da üzerinde ilgililerce önemle durulması gerekli bir nokta.
Milliyet
5 Kasım 1964