Dost Mektupları

Şevket Süreyya Aydemir'in yakın dostu, Aysel Bayra- moğlu'ndan, Aydemir'in ölümsüzlüğe kavuştuğu 25 Martta ya­yımlanmak üzere, bir mektup almıştım. Aysel Hanımın mektubunu, konulanının yoğunluğu nedeniyle gününde yayımlayamamıştım. Şevket Süreyya'nın "Dost Mektupları" Cumhuriyet'te çıkmaya baş­layınca, mektubu da okurlara duyurmak istedim. Şevket Süreyya Aydemirin mektuplaştığı Aysel Kutlu, Aysel Bayramoğlu’ndan başkası değildi. Aysel Hanım, 1980'de Esat Bayramoğlu'yla ev­lenmiş, İzmir'e yerleşmişti. Mektubunda şöyle diyordu:

Sevgili Ekmekçi,

Dün Şadan Gökovalı telefon etti. ’Mustafa Ekmekçi'nin yazısını okuyunca kulağını çınlattık' dedi. 'Şevket Süreyya ile Nâzım Hikmet'i yazmış; 'Daha okumadım' dedim, 'Şevket Sü­reyya Beyle ilgili (Ona 'Hoca' demeyi tercih ederim) bir yazı yazıp, Ekmekçi'ye göndermem lazım'. Sıkıntımı hemen anladı ki, 'Bize Hocayı anlattığın gibi yaz, Ekmekçi'ye de sevgilerimi söyle' diyerek telefonu kapattı.

İçimden, 'Senin için kolay' diye geçirdim. Belirli bir kültür düzeyi ve yeteneği olduğundan, konuşma ve yazmada çok başarılı idi. Hele Nâzım'dan şiir okurken... 'Ben söylesem de o yazsa' diye düşündüm. Yazmanın zorluğundan, Hocanın yazarken zorlandığını anımsadım. Evet, Ankara Bahçelievler'deki içi kitap dolu evde, Cumhuriyet'e yazı yazan Hocanın sıkıntısını yaşamıştım. Sonra, salonun yanındaki küçük odada kaynayan semaveri ve 'beş çayları’nı düşündüm. Daireden çıkıp telaşla yetiştiğim her beş çayında, nefesimi kesip din­lediklerimi, duyduklarımı anlatmama olanak yoktu. Hocanın özelliklerinden biri de düşünceleri birbirinden çok farklı insanlarla dost olması ve evini hoşgörü ile herkese açması idi. ü beş çaylarının tadını bilenlerden birisi de rah­metli Uğur Mumcu idi. Hocayı iyi tanıyor ve seviyordu. İlhan Selçuk bir evlattı Hoca için... Yine rahmetli Osman Koksal, Cemal Madanoğlu, Jale Candan (Jale için Türk kadınının ön­cüsü' derdi), Ethem Menderes, ODTÜ'lü gençler, Mete Tuncay, dışarıdan gelen Türkologlar, İbrahim Göktürk, Fakir Baykurt, Rasim Adasal, Suphi Karaman, 27 Mayısçılar... Liste uzar tabii. Bilmediklerim, tanışamadıklarım... Konuşmaları Hoca yönlendirir, daha çok kendisi konu­şurdu. Konular o denli farklı olurdu ki, oradan ayrıldığımda, öğrendiklerim açısından kendimi çok şanslı sayardım. Bildik­lerini yorulmadan, cömertçe anlatmak ve hoşgörü, Hocanın kişiliğinin bir parçası idi. Afyon Cezaevinde yatarken, Anadolu insanını orada daha iyi tanıdığını söylerdi. Halkın sağduyusuna inanmıştı. Yalnız aydınların görevlerini yapmadığından bir ömür boyu yakınmıştır. 1932 yılında yazdığı 'İnkılâp ve Kadro' kitabında bu konuyu işlemişti. 'Kadro' dergisi için şunu söylerdi: 'Ata­türk'e yağcılık yapanlar, bunlar komünist propagandası yapı­yorlar. Sizin adınız bu dergide hiç geçmiyor dediklerinde Atatürk:

' Onlar benim devrimlerimi savunuyorlar., yanıtını ver­diği halde, bir süre sonra, aydınların sahip çıkmadığı dergi kapatılmıştır. Ve nihayet, ölümünden üç gün önce 22 Mart 1976’da Cumhuriyet'te çıkan, sanki bugünlerin yorumu olan yazısından -yer darlığı nedeniyle- bazı kesitler alıyorum. Hoca ve Cum­huriyet okuru beni bağışlasın. Şöyle diyordu Hoca:

'...Bir ülkede aydın susarsa, orada artık macera adamı dile gelir ve demagog, milletin sözcüsüymüş gibi konuşur. Gerçi bugün Türkiye'de söz, birçok olaylarda artık sorumsuz güçlerin elinde gibidir. Ve kavgaların üzerinde, her türlü so­rumluluk duygusundan yoksun, birtakım hasta ruhların estir­diği bayraklar dalgalanır. Cehalet ve çağdışı ihtiraslar, sanki ideallermiş gibi kutsallaştırılmak istenir. Bu millet kendi içinde coşan bütün sosyal çelişkileri, tarihinden aldığı o sağduyu, uyanış ve direnişi ile eğer haykırabilirse..'

Başka bir bölümden:

'...0 halde ve evvela, başta şu partiler denilen, ama bir türlü parti olamayan, yalanı ve yalancılık ithamlarını, hem de devlet yayın cihazlarından, günlük resmi edebiyat haline geti­ren değersiz tahrik merkezlerinin gerçek hüviyetlerini millete açıklamalıdır. Siyaset gibi ekonomiyi de kumar masası oyun­ları haline getiren bütün cihazları ve sorumlu organları, mil­letin önünde, mutlaka teraziye koymalıdır. Hem de tarihi bir görev olarak. İşte şimdi aydınların ihmal kabul etmez görevi budur...'

Hoca için aydın, Türkiye'de Atatürk devrimİerini iyi kav­ramış, okuyarak kendini yetiştirmiş sağduyulu insandı. 'Ata­türk eleştirilmeli, tabu haline getirilmemeli' derdi. İsmet İnönü'den, Ecevit ile ilgili yorumu öğrendikten sonra bana uğramış ve:

' Ölünceye değin Ecevit hakkında yorum yapmam. Ben öldükten sonra, toplumu uyarmak için zamanı gelince Ek- mekçi'ye anlat, o yazar!' diye vasiyet etmişti.

Senin hakkında iyi tahmin ettiğini zaman içinde anladım. Senin insanlara karşı, sağlığında, hastalığında, hele ölümünden sonra gösterdiğin ilgi, saygı duyduğum bir özelliğin. Hoca sağ olsaydı,

’Sen köylü, ben köylü, gel yanıma otur!' derdi ve anlat­maya başlardı...

Cumhuriyet, 10 Mayıs 1994 Salı