Cumhurbaşkanlığı, CHP'de Parti İçi Soruna Dönüşüyor

CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Genel Sekreteri Kırıkoğlu, Grup Başkan vekilleri Ahmet Durakoğlu ve Hıfzı Oğuz Be kata, Muhsin Batur'un konutunda 14 Şubat 1973 akşamı yaptıkları görüşmeyi, arabada değerlendirdikleri gibi, konuyu Merkez Yönetim Kuruluna da getirip, orada da üyelere anlattılar. Ecevit, konuttaki görüşmede herhangi bir ad verilmediğini belirtirken, Kırıkoğlu şöyle diyordu:

" Çizilen portre Gürler’dir. Bir adı konmadı!"

Merkez Yönetim Kurulunda tartışmalar...

O dönemin Genel Sekreter Yardımcıları Mustafa Üstündağ ile Cevat Sayındı. Yönetim Kurulunda da şu üyeler vardı:

Selçuk Erverdi, Cahit Angın, Kemal Okyay, Bahir Ersoy, Mehmet Aslantürk, Halil Goral, Kenan Mümtaz Akışık, Haşan Çetinkaya, Nadir Yavuzkan, İbrahim Cüceoğlu, Kemal Güven. Yılmaz Alpaslan, bir süre Yönetim Kurulunda bulunmuş, sonra istifa etmişti. Merkez Yönetim Kurulunda görüşmeler tartışmalı geçmekteydi.

Ecevit’in İstanbul’da bulunduğu sıralarda da, Merkez Yönetim Kurulu, Genel Sekreter Kâmil Kırıkoğlu’nun başkanlığında toplanıp, cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda ne tutum takınılması gerektiğini görüşüyordu.

Martın ilk haftasında, Mecliste, CHP Merkez Yönetim Kurulu toplandı. Üyeler, cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili görüşlerini açıkladılar.

Merkez Yönetim Kurulunun eğilimi...

Merkez Yönetim Kurulunun eğilimi, Gürlerin cumhurbaşkanlığının desteklenmesi yolunda mıydı? Burada varılan görüşü toparlayan Genel Sekreter Kırıkoğlu, şöyle dedi:

" Arkadaşlar, görüşlerini belirttiler. Şimdi oylayacağım."

Mustafa Üstündağ, oturduğu yerden konuştu:

" Genel Başkan dışarıda. İstanbul'da. Bu gece dönüyor. Bu gibi şeyleri birlikte düşünüp karara bağlamamız lazım. Genel Başkanın dönüşünde kararlaştıralım..."

Yönetimde görüş ayrılığı

Genel Sekreter Kırıkoğlu, ilk kez sinirlenmişti. Üstündağ’a şöyle karşılık verdi:

" Biz, yönetim değil miyiz?"

Üstündağ, söz istedi. Kırıkoğlu, vermek istemiyor gibiydi. Üstündağ, "Söz istiyorum" diye yineledi. Şöyle konuştu:

" Tam tersine, kurullarda kişilik, tutarlılık olduğu zaman kendini gösterir. Birbirimizden farklı kararlar vermek, kurul kişiliğini daha çok rencide eder. İşi, bu tarafa götürmeyelim. Açık oynayalım, İnönü'nün döneminde açık oynadık. Onu yaparız veya yapmayız. Karar veririz, ayrı bir şey. Ama böyle kapalı şeye girmeyelim."

Üstündağ, "Ben oylamaya katılmıyorum!" dedi, O gün oylamanın yapılıp yapılmaması oya kondu. Beş kişi dışında üyeler, oylamanın yapılmasını reddettiler. "Oylama yapılsın diyen beş kişi şunlardı:

Kâmil Kırıkoğlu, Cahit Angın, Cevat Sayın, Hasan Çetinkaya, Kemal Güven... Yönetimde görüş ayrılığı ortaya çıkmıştı.

Toplantı dağılınca, Mustafa Üstündağ, telefonla İstanbul'dan Ecevit'i aradı. Yola çıkmış, Bolu yakınlarındaki "Koru Motele inmişti. Geceyi orada geçirecekti. Üstündağ'ı dinledikten sonra, "dönüyorum" dedi...

Ecevit, döner dönmez, Merkez Yönetim Kurulunu topladı. Eğilim aynı gibiydi. Orada Gürlere karşı çıkma eğilimi sezmedi.

Daha sonra, ortak kurulları topladı. Ortak kurullar, Merkez Yönetim Kurulu ile Senato ve Meclis Grup Yönetim Kurullarından oluşuyordu. Oradaki eğilim de hemen hemen aynıydı...

Ecevit İstanbul da bulunduğu sırada, Salacak'ta, sigara almak için bir büfeye uğradığında, çevresini alanların onu alkışladıkları, Ecevit’in de çevresini alanlara, "Cumhurbaşkanı nasıl olsun?" diye sorduğu, kalabalığın "Asker olmasın!" diye bağrıştığı söylentileri grup içinde yayılmıştı.

Daha ileriki günlerden birinde, Cahit Angın ile Kemal Okyay'ın konuşmalarından sonra, Genel Başkan Ecevit, yumruğunu masaya vuracak ve toplantıyı terk edecekti.

Kırıkoğlu, "Gürler’le ilişkim olmadı" derdi...

Kâmil Kırıkoğlu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürlerle topu topu iki kez karşılaştı. Biri, Muhsin Batur'un konutunda olanı, Ecevit le birlikte, öbürü de daha önce Cumhurbaşkanının bir kabulünde ayaküstü tanıştırılması. Kırıkoğlu, bunu arkadaşlarına anlatırdı. Kırıkoğlu ile tanışan Gürler, yan gözle bakmıştı. Gürlerin yüzüne bakmadığını fark eden Kırıkoğlu, sonra eşine şöyle dedi:

" Faruk Gürler'in gözünde hafif şaşılık varmış. Adam yüzümüze bakmıyor diye günahına girmişiz!"

Kırıkoğlu, asker kökenliydi. Doktor binbaşı iken ordudan ayrılmış, politikaya atılmıştı. Onu askerlikten ve politikadan tanıyanlar, militarist olmadığını bilirlerdi, ismet Paşanın devrilmesinde, Ecevit'in Genel Başkanlığa gelişinde en büyük katkı Kırıkoğlu'nun denebilirdi...

Hastalığı sırasında çıkan, Kırıkoğlu’nun Gürler olayına karıştığı yolundaki yazılara üzülürdü. "Benim Gürlerle bir yakınlığım da yok" derdi. Eklerdi: "Gürlerle ilişkim olmadı."

"Bir Başkanlık Seçimi" dizisini hazırlarken, o zamanlar Genelkurmayda yetkili görevlerde bulunmuş olanlarla konuştum. Kırıkoğlu'nun ve arkadaşlarının Gürler ve çevresiyle bir ilişki kurmadığını söylediler.

Kırıkoğlu ile ilgili söylentiler, bir sanı, bir evham olabilir miydi?

1977'den sonra, milletvekili seçilemedi. Bir süre işsiz kaldı. Hastalandığında tedavi masraflarını karşılamayacak, tedavi için Londra'ya gidemeyecek durumdaydı. Orhan Eyüboğlu, Başbakan Yardımcısıydı. Kâmil Kırıkoğlu'nu Londra'ya tedaviye gönderebilmek için, onun Başbakanlıkta bir müşavirlik görevine atanmasını sağladı. Sonra emekli oldu. Bir bankada, yönetim kurulu üyeliğinde çok az bir süre, az bir para alarak çalıştı.

İyileştiği bir sıra, CHP Genel Merkezine giderek, Genel Sekreter Mustafa Üstündağ'a şöyle dedi:

" Ben CHP’li olarak ölmek istiyorum. Benim kaydımı yenileyin!"

CHP'dekiler,

" Efendim, sizin kaydınız var," dedilerse de o direndi.

" Adaylığımı koyduğum zaman, 'O zaman memurdu, kaydını yaptırdı' derler. Onun için yenilensin benim kaydım..."

Ölmeden CHP'ye kaydını yeniletti..

Ecevit, İstanbul'dayken...

CHP Genel Başkanı Ecevit, 9 Mart 1973 Cuma günü İstanbul'daydı. İstanbul'da düzenlediği basın toplantısında şöyle dedi:

" Genel Başkan olarak kişisel eğilimim, parti içinde herkesin uygun gördüğü gibi hareket etmesi yolunda. Ancak, önümüzdeki salı günü Parti Meclis gruplan bu konuda bir toplantı yapacaklardır. Toplantıda değişik bir karar da alınabilir."

Ecevit, parti liderlerinin bir toplantı yapıp yapmayacakları yolundaki bir soruya da şöyle karşılık verdi:

" Parti liderlerinin toplanması için biraz geç kalındı. Ben şahsen Sayın Cumhurbaşkanı ile yaptığımız görüşmeden sonra, ayrı ayrı veya toplu bir görüşme daha yapılacağını tahmin ediyordum. Görüşüme göre, parlamento mekanizmasının daha rahat işleyebilmesi için bunda yarar da vardı. Bu tür bir toplantıda bir isim üzerinde birleşmemiz gereci de yoktu."

Ecevit, böyle bir toplantı için girişimde de bulunduğuna, ancak biraz da olayların fazla hızlı gelişmesi nedeniyle başarılı olamadığına değindi. Gazeteciler, Ecevit’e, Cumhurbaşkanı ile görüşme sırasında bir ad empoze edilip edilmediğini sordular. Ecevit şöyle karşılık verdi:

" Cumhurbaşkanımız kesin olarak bizden bir talepte bulunmadılar. Sayın Gürlerin sadece adından söz edildi. Ancak ne kendi görüşlerini belirttiler, ne de bizim görüşümüzü sordular..."

Ecevit in, Cumhurbaşkanının görüşlerine ilişkin anlattıkları, liderlerin Çankaya görüşmeleriyle ilgiliydi.

10 Mart 1973 günlü gazeteler, Ecevit'in basın toplantısına yer verirlerken, bir küçük habere daha yer veriyorlardı. Sunay, İstanbul'a gelmiş, askeri havaalanında Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün ve İstanbul Valisi tarafından karşılanmıştı.

Sunay, Batur ve Ecevit'in aynı günlerde İstanbul'da oluşları, Ankara da kulislerde çeşitli söylentilere yol açacaktı...

10 Mart 1973 Cumartesi günü, tüm Sıkıyönetim Komutanlıkları, TBMM'yi etkileyici yayınlan yasakladılar.

Ecevit Gürlerin Kontenjan Senatörü olarak yemin ettiği gün toplanan CHP ortak grubu ardından basına verdiği demeçte, eski Genelkurmay Başkanının "hiçbir zorlama olmaksızın seçilebilme olanaklarının yeterince araştırılmadığını belirterek, Eğer CHP dışındaki partilerle veya gruplarla, bu husus, açık ve kesin olarak görüşüldü ise bizim bir diyeceğimiz olamaz. Böyle bir durum yoksa, birçok bakımdan kaygı verici olasılıklar ortaya çıkar" diyor ve iki öneri getiriyordu: İş işten geçmeden sakıncalı gelişmeler durdurul malıydı. Yok eğer iş işten geçtiyse, parlamentonun iradesine nza gösterilmeliydi...

Merkez Yönetim Kurulu ile Grup Yönetim Kurullarının daha sonraki ortak toplantısında bu demecin resmi bildiri olarak yayımlanmasını kabul ettirememiştir Ecevit... Turan Güneş ile birlikte hazırladıklan bilinen bu demecin, resmi parti görüşü olarak basma yansıtılmasına Genel Sekreter Kınkoglu karşı çıktı. Gerekçesi usul yönündendi. Kırıkoğlu, "Sorunu AP ve Demirel bu hale getirmiştir. CHP’nin böyle bir bildiri ile bu işe karışması gereksizdir" diyordu. İlle de bu metin, resmi bildiri haline getirilecekse, bazı sözler törpülenmeliydi" ona göre.

Bu tartışmaları, basına yansıdıktan sonra Kırıkoğlu’nu yalanlamıştır, ama ondan sonraki gelişmeler, Ecevit ile Genel Sekreteri arasında, Kırıkoğlu’nun istilası ile noktalanacak ölçüde derin görüş ayrılıklarının belirdiğini ortaya koyacaktır. Ecevit in demeci ise, isteği üzerine "kişisel görüşü" olarak açıklandı. TRT’nin 13.00 haber bültenine yetiştirilmesine çalışıldı.

Cumhuriyet, 29 Mart 1980

1980'de yayımlanan bu diziye, 1996 Nisanında bir ek yapma gereği duyuyorum.

"Özgür insan"daki imzasız yazı kimindi?

Emekli Orgeneral Faruk Gürler’in cumhurbaşkanlığına adaylığını koyması, yapılan oylamalar, CHP içinde dalgalanmalara neden oldu. CHP’de, kurultayda İnönü'nün karşısına dikilip 

"Paşam siz padişah değilsiniz!" diyebilen, İnönü'nün genel sekreterliğe getirdiği, Kâmil Kırıkoğlu ile, genel başkanlığa, bir bakıma onun desteğiyle gelmiş olan Bülent Ecevit'in araları açıldı. Bu açılışta, bardağı taşıran damla, başyazarlığını Bülent Ecevit'in, sahip ve sorumlu müdürlüğünü Önder Sav'ın yaptığı "Özgür İnsan" dergisinin Nisan 1973 günlü, 11'inci sayısında çıkan bir yazı neden oldu. Bu yazıyı kimin yazdığı belli değildi, imzasızdı. Ancak Kırıkoğlu ölünceye değin, bu yazıyı Bülent Ecevit'in yazdığını düşündü.

İmzasız yazı, "Türkiye'de ayın olayları" köşesinde, "Cumhurbaşkanlığı Bir Seçimin İçyüzü" başlığını taşıyordu. Bu yazıda, karalanmak istenenin Genel Sekreter Kâmil Kırıkoğlu olduğu açıktı. Yazının girişi şöyle başlamaktaydı:

"Türkiye, geçtiğimiz ay içinde, siyasal tarihimiz açısından çok önemli bir olay yaşadı.Bilindiği gibi, Cumhurbaşkanı Sunay'ın yedi yıllık süresi 13 Mart 1973 tarihinde doluyor ve artık Çankaya Köşkünün yeni konuğunu seçmek gerekiyordu. Son dakikada ortaya çıkan adaylar arasında seçime katılmak amacıyla Genelkurmay Başkanlığından ayrılıp Senato üyeliğine atanan Faruk Gürler de gerekli çoğunluğu sağlayamadı ve sonunda geri çekildi. Bu satırların yazıldığı sıralarda TBMM, soruna yeni çözüm yolları aramaktaydı."

Yazı, daha sonra "Neden Gürler? Ya da Gürler'i yanıltanlar" arabaşlığıyla sürdürülüyordu. Daha sonraki bir arabaşlık şöyleydi: "Parlamento Karşıtları"; bu konuda şöyle denmekteydi:

Bu büyük oyunu döndürenlerin başında parlamenter rejimin erdemine inanmayanlar geliyor. Bunlara 'bürokratik devrim özlemcileri' adını da verebiliriz.

Bu özlemcilere göre, Türkiye'de gerekli yapısal düzen değişikliklerini, reformları, parlamenter rejim içinde ve sivil yönetimle gerçekleştirme olanağı yoktur. Bunlar, ancak orduya dayanan bir otoriterbürokratik yönetimle sağlanabilir.

İşte bu düşüncede olanlar, başlangıçta, 12 Mart muhtırasını böyle bir yönetime dönük, kendi anlamlarında devrimci bir girişim saymış ve alkışlamışlardı. Fakat umduklarını bulamayınca, nedenini halksız çözümlerin geçersizliğine değil, kişilerin davranışlarına bağlayarak, 12 Martın birtakım tutucular tarafından yozlaştırıldığını, amacından saptırıldığını savunmaya başlamışlardır. Gene bunlar, yeni cumhurbaşkanı seçimi yapılacağı sırada Genelkurmay Başkanlığında, Faruk Gürler gibi, 'ilerici' eğilimli olduğu söylenen bir komutanın bulunmasını, 12 Martı kendi istedikleri raya oturtmak için büyük bir fırsat saymışlar ve onu devletin başına getirmek amacıyla gürültülü bir kampanya açmışlardır. Bu bakımdan, bu kampanya sırasında Gürler'i destekleyenlerin başında 12 Martın ilk alkışlayıcılarının bulunması kimseyi şaşırtmamalıdır.

Asıl şaşırtıcı olan, bunların nasıl olup da, 12 Mart sonrası uygulamalardan ders almadıkları ve arkasında halkın bulunmadığı bir hareketin, bu hareket ne kadar iyi niyetle başlatılmış olursa olsun, hiçbir yere ulaşamayacağını nasıl olup da hâlâ öğrenemedikleridir...

Yazıda daha sonra, "AP ve CHP'li üyeler"e geçilmekte, şöyle denmekteydi:

...Gürler'i adaylığa iten ve bu konuda ona güvence veren CHP üyelerine gelince: Onların bazıları da partilerinde bir süredir egemen olan 'halka dayalı devrimcilik’ görüşüne bir türlü ayak uyduramadıkları için biraz önce değindiğimiz 'bürokratik devrimcilik’ eğilimine kapılmışlar, Gürler’in kişiliğinde aranan, özlenen ve belki de CHP içinde kendilerine ikbal kapılarını açacak olan ’kurtarıcı'yı bulduklarını sanmışlardır. Bazıları ise, büyük bir iyi niyetle, tıpkı Demirel karşıtı AP'liler gibi, AP liderine karşı duydukları kızgınlıktan, Gürler’i devletin başına getirmeyi Demirel’den kurtulmaya giden yolun başlangıcı olarak görmüşlerdir....

Dergide, dokuz sayfa tutan imzasız yazının sekizinci sayfasında, imzasını saklayan kişi baklayı ağzından çıkarmakta, doğrudan Genel Sekreter Kâmil Kırıkoğlu'nu ateşe atmaktadır. Bu konuda, bir yerde şöyle denmektedir:

...CHP Ortak Grubunun oylamaya katılmama kararı öteki partilerin hepsini güç bir durumda bırakmıştır...

...çoğunluğu grup kararına uyarak oy kullanmamış; fakat son turlarda, bu partinin de Gürler'e söz verdiği anlaşılan, ya da oralıktaki söylentilerden etkilenen 30 kadar üyesi ve bu arada Genel Sekreter Kâmil Kırıkoğlu, karara rağmen Gürler'e oy vermiştir...

Yazıda, "CHP'nin iki ayrı kanadı”ndan söz edilmekte, şöyle denilmekteydi:

Düğümün çözülmesi yolundaki iki girişim de CHP'den gelmiştir. Tabii, CHP'nin iki ayrı kanadından.

Birincisi, Ecevit ve onu izleyenler kanadıdır. Bu ortamda demokratik ve özgür seçim yapılamayacağını zaten öteden beri düşünen Ecevit, oylar düğümlendikten sonra, seçimin daha uygun bir zaman ve ortama, örneğin genel seçimler sonrasına ertelenmesini; bu amaçla Anayasada değişiklik yapılarak, şimdiki Cumhurbaşkanı Sunay'ın görev süresinin uzatılmasını önermiştir (Ecevit'in, ki ne buluştu hani, uslara durgunluk verecek bir buluş. Bu buluş CHP'den ayrıldığı için tabii üyeler arasında oturan İnönü kayasına çarpacak, gerçekleşmeyecekti. M.Ekmekçi).

İkincisi, içlerinde Genel Sekreter Kırıkoğlu'nun da bulunduğu 'bürokratik devrimciler' ve 'yüreksizler' koalisyonudur. Bunlara, Gürler'in Cumhurbaşkanı seçilmesinin AP'nin ve Demirel'in sonu olacağına inanan bazı iyi niyetliler de katılmıştır. İşte bu

Koalisyonun içindekiler, düğümün çözülmesi yolunu, CHP'nin oya katılmamak kararının kaldırılmasında görmüşlerdir. Bunlara göre, eğer kaldırılır ve CHP grubu serbest bırakılırsa, hem CHP'den Gürler'e oy verenlerin sayısı çoğalacak, hem AP çözülecek: Böylece de düğüm, Gürlerin seçilmesiyle açılmış olacaktı. Bu koalisyon, kendi çözümünü ötekilere de benimsetebilmek için, ordunun yönetime el koyacağı endişesini belirtiyordu.

Oysa CHP lideri bu endişeye hiç katılmıyordu. Çünkü Türk ordusuna, onun bir kişiyi cumhurbaşkanı yapabilmek için demokratik rejime son vermeye kalkışmayacağını bilecek kadar güveniyordu, bir (Ecevit’in, ne denli ileri görüşlü olduğu, 12 Eylül 1980'de saptanmış oluyordu! M.Ekmekçi). Seçim düğümlendikten sonra, başta yeni genelkurmay başkanı olmak üzere bütün kuvvet komutanlarıyla yaptığı bir görüşmede, onların da bu öneriyi olumlu karşıladıklarını anlamıştı, iki.. Ancak bunu, karşısındaki önyargılar ve kuşkularla koşullanmış koalisyona anlatması biraz güç olacaktır. Üstelik seçimin ertelenmesi için süresi uzatılacak kimsenin yani Sunay'ın, şimdiye kadar CHP ye fazla sevgi duymamış ve 'aydın kamuoyu'nu bir türlü kazanamamış biri olması, bu güçlüğü daha da artıracaktır.

CHP içindeki Gürler yanlıları, seçimin ertelenmesi önerisini duyar duymaz Ecevit'in karşısına dikilmişlerdir. Bu arada Genel Sekreter Kırıkoğlu, Merkez Yönetim Kurulunu toplayarak bu öneriyi desteklememe kararını aldırtmıştır. Ecevit’in buna verdiği karşılık hemen Parti Meclisini toplamak olmuştur. Parti Meclisi ise, Ecevit'in politikasını onaylamış ve Genel Başkana Cumhurbaşkanlığı sorununu çözmek için yapacağı girişimlerde tam bir davranış özgürlüğü tanımıştır...

İmzasız yazı, böyle uzayıp gidiyordu. Kâmil Kırıkoğlu'nun bu yazıyı okuyunca, ne denli üzüldüğü tahmin edilebilir. Kırıkoğlu, bunun üzerine CHP Genel Sekreterliğinden istifa eder.

1973 seçimlerinde de, listede kazanamayacağı bir yere yerleşmiştir. Kansere yakalanan Kırıkoğlu, uzun yaşamaz, yaşamını yitirir. Bülent Beyin sayrıevinde yatan Kırıkoğlu'na bir ziyarette bulunmadığını, Kırıkoğlu'nun çok yakınları belirtmekteydiler.

Ecevit'in komutan evlerindeki görüşmelerini anlatan imzasız "Özgür İnsan" yazarı da yanlış yazmaktaydı. Muhsin Batur'un evindeki toplantıya, Ecevit'ten başka, Kâmil Kırıkoğlu, Hıfzı Oğuz Bekata ile Mustafa Üstündağ da katılmışlardı. Bu açıdan, "Seçim düğümlendikten sonra, başta yeni genelkurmay başkanı olmak üzere bütün kuvvet komutanlarıyla yaptığı bir görüşmede, onların da bu öneriyi olumlu karşıladıklarını anlamıştı" diyordu yazar. Oysa, Ecevit evden ayrıldıktan sonra, Kırıkoğlu'na,

"Bize bir öneride bulunmadılar!" diye sevincini belirtince, Kırıkoğlu ona şu karşılığı vermişti:

"Nasıl öneride bulunmadılar efendim; bir kilosunu belirtmediler, bir de yaşını!"

Komutanlar, seçilecek Cumhurbaşkanının dürüst olmasını istemişlerdi. Bununla, İsmet İnönü'yü kastettikleri açıktı. Birde Tekin Arıburun'u tanımlamışlardı. (Ecevit'in evindeki toplantıya gittiği, Muhsin Batur, daha sonraki yıllarda, CHP'den Meclise girecek, 1980'de Cumhurbaşkanı seçimleri kilitlendiği sıra, CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı gösterilecekti.)

"Özgür İnsan"daki yazıyı kimin yazdığını, bir gazeteci olarak uzun süre araştırdım. Kimin yazdığını kimse bilmiyor görünüyordu. Turan Güneş'e, daha birçok kişiye sordum. Herkes, topu bir başkasına atıyordu. "Deniz Baykal'a sor, o yazmış olabilir. O değilse, yazanı bilir" dedi biri. Deniz Baykal'a sordum:

" Ben yazmadım," dedi, "Haluk Ülman'a bir sorun..."

Doç. Dr. Haluk Ülman'a sormadan, derginin teknik işlerine bakan, gazeteci Turhan Tükel'e sordum:

" O yazı, basımevine, son dakikada geldi, kimin yazdığını bilmiyorum," yanıtını verdi. Bir Haluk Ülman kalmıştı, ona sordum:

" O yazıyı ben yazdım!" karşılığını verdi.

" Kâmil Kırıkoğlu, yazıyı sizin yazdığınızı biliyor muydu?"

" Hayır bilmiyordu, söylemeye olanak bulamadım, Kâmil Bey ölmüştü!"

Kırıkoğlu’na Yapılan Haksızlık

Hem Ecevit, hem imzasız yazıyı yazan Doç. Dr. Haluk Ülman, Kâmil Kırıkoğlu'na büyük haksızlık mı etmişlerdi?

Kâmil Kırıkoğlu'na göre, Cumhurbaşkanı seçiminde anayasaya göre, grup kararı alınamazdı. Oylama "gizli"ydi. Kâmil Kırıkoğlu'nun Gürler'e oy verdiğini kim bilebilirdi? Oylama akşamı eşi Belkıs Kırıkoğlu'na dedikoduları anlattı:

"Hiç öyle şey olur mu? Onlar grup kararı almışlar, grup karar alınamaz bir, İkincisi de oylamada 'gizli oy açık oy ayrımı' esastır, onun için ben oyumu söylemedim. Gürler'e oy attı diye uydurdular."

Eşi Belkıs Kırıkoğlu'nun anlattığına göre, o olaydan sonra genel sekreterlikten istifa etti. Sayrılandığında da Orhan Eyüboğlu, iyileşmesi için Londra'ya gönderdi. Süleyman Demirel Cerrahpaşa sayrıevine çiçek yollamıştı. Ecevit'ten hiç ses yoktu... Kırıkoğlu, 7 Kasım 1979'da öldü. Parti binası önündeki cenaze törenine Ecevit de katıldı...