Aydemir 'Dönek' Değildi

Aysel Bayramoğlu, Şevket Süreyya Aydemirin "dönek” ol­madığını, iş istemek için Atatürk'e başvurmadığını, Atatürk'ü Türkiye için gerekli gördüğünü söylüyor. Aysel Hanım, Aydemirin Nâzım konusundaki düşüncelerini de, kendisine Nâzım'ı sevdiren kişinin Şevket Süreyya Aydemir olduğuna belirterek yanıtlıyor. Aydemirin çok duygulu ve çevreye duyarlı bir insan olduğuna da değinen Bayramoğlu, onun daha 1970'lerde Gemlik'in kirlenmesi konusundaki endişelerini ve bunu önlemek için gösterdiği çabayı da anlatıyor.

* Aysel Hanım, Aydemir'in insanların ruhsal yapılarıyla yakından ilgilendiğini belirtmiştiniz. Bu konuyu biraz daha açar mısınız?

AYSEL BAYRAMOĞLU- İnsanların davranışlarını, ruhsal yapılarını, her yerdeki davranışlarını, sıkıntı çektikleri zaman, ha­pishanedeki, zaman zaman parasız kaldıkları zaman, insanların ne duruma düşeceğini, nasıl davranacağını Hoca merak ederdi, ona göre de yorum yapardı. İncelerdi yani onları. Güçlü oldukları zaman. O güç ellerinden gittiği zaman... Dengelerini yitirmemek, bütün önemli olan dengeyi yitirmemek. Yani, bu çok önemliydi Hoca için. Yorumlarında, kitaplarında, her ne kadar Müzehher Hanım -Müzehher Va-Nu- "Çok hayalciydi", diyorsa da... Bir dö­nemin tanıklığında, onu çok iyi bir dost kabul edip, vazgeçilmez bir dost onu her zaman arayacağım, bana çok yakınlık gösterdi. Vala Nurettin öldükten sonra, Müzehher Hanımın yakın dostu oluyor. İstanbul'a gittiği zaman evinde kalıyor, evet kendisi de söylüyor; fakat "çok duygusal, zaman zaman çağla ilgisi olmayan ro­manlar yazmaya kalkmıştır" filan der. Hocanın bu duygusal yönü ve yorumu, bence insanların birçok zayıf taraflarını da ortaya çıka­racak kadar da güzel olduğunu düşünüyorum.

*  Yine mektuplara dönelim... Bu mektupları ne yapmayı düşünüyorsunuz? Burada yayımlananlardan çok mektup uar daha değil mi?

AYSEL BAYRAMOĞLU - Evet.

*    Ne kadar var aşağı yukarı?

AYSEL BAYRAMOĞLU - Ekmekçi ben bu mektupları yayımlamayı da düşünmedim. Bunları yayımlamak biraz da sizin çabanızla oluyor. Ben Hocanın sadece bana mektup yazdığını sanmıyorum. Başka dostlarında da mektupları var. Müzehher Ha­nımda vardır, başka dostlarında vardır. O dönemde sürekli mek­tuplar yazdığı dostlarını bilemem. Müzehher Hanımın "Bir Döne­min Tanıklığı" kitabında var.         • ~

Şevket Süreyya Beyin yazdığı mektuplardan almış o da. Sevdiklerine, dostlarına mutlaka mektup yazmıştır. Müzehher Hanım, bunu yayımladı kitabında. Ben, bunları hiçbir zaman ya­yımlamayı düşünmüyordum, çünkü ne kadar toplumu ilgilendire­cek? Yani bunlar bana yazılmış mektuplardı. Yayımlamayı düşün­müyordum. Ben senin bu tarafını takdir ediyorum. Sen Hocayı hep benden dinledin, ilgiyle. Onun için yazılar yazdın. Bu, minnet du­yacağım bir şey. Mektuplan da, onun yıldönümü dolayısıyla ya­yımlamak için ortaya attık biliyorsun. Bahan çok severdi Hoca. Mart ayında ölmüştür. Bahan çok sevdiği için, bana yazdığı o "bahar" mektubu, her ne kadar bir genç lise delikanlısı mektubu ise de, onun bir başka yönünü de göstermesi bakımından, onu ya­yımlayacaktık. Arkasından diğer mektuplar akla geldi...

*Mektupların ayrı bir değeri var gibi gelir bana. Süs değil sadece, bir duyguyu...

AYSEL BAYRAMOĞLU- Tabii, tabii...

*    Peki, mektupların içeriğine ne diyeceksiniz?

AYSEL BAYRAMOĞLU - Muhakkak günlük olaylar gire­cek mektuplara, yalnız bunun dışında güncel konulara zaman zaman değiniliyor; bunlar içinde okuduğu kitaplar var, bana öner­diği kitaplar var, fakat şöyle bir atmosfer de var: Örneğin bir mek­tubunda, gençleri anlatır, bir toplantıda bulunduğunu söyler; yine bir mektubunda, Gemlik Körfezinin kirlendiğinden söz eder, kör­feze baktıkça ıstırap çektiğini yazar. Körfezin, doğanın kirlenme­sinden... Bunlar, 1972'lerde, 1973'lerde yazılan mektuplar... Kaç yıl olmuş. Ama kaç yıl önce Hocanın bütün uyanlarına karşın, bunlar Cumhuriyet gazetesindeki yazılarında da belirtilmiştir, benim mektuplarımda da var, yazdığı mektuplarda var tabii. Kendi otur­duğu, Umurbey'den söz ettiği Gemlik Körfezinin -Biz onda kaldı­ğımız zaman Gemlik Körfezine gidip balık yiyebiliyorduk- fakat burasının kirleneceğinden endişe ediyorduk. Çünkü orada bir azot fabrikası vardı, o zamanın bakanı kendisine söz vermişti, "kurul­mayacak" diye, "ama kuruldu!" diyordu, mektubunda var bu. Çev­reyle de ilgili şeyler var tabii mektupların içinde. Bir de Hocanın her yaşta olduğu gibi insanların, dosta, sevgiye gereksinimi olduğunu hissetmişimdir. Belki, bir dostluğu, yalnızlığını doyuruyordu. Zaman zaman seyrek mektup yazdığım için, vaktim dolayısıyla, "Daha sık yaz" derdi, çünkü buna gereksinimi vardı. Biraz yalnız kalmıştı.

*    Umurbey'de telefonu vardı değil mi?

AYSEL BAYRAMOĞLU - Telefonu vardı, ama pek sağ­lıklı çalışmıyordu. Mektuplar biraz geç geliyordu. Hocadan çok şey öğrendiğimi sanıyordum. Bunları şimdi hemen aktarmaya olanak yok. Ama çok şey öğrendim ondan, öğrenmesini bilen insan için Hoca, çok yönlüydü. ,

Örneğin, geçmiş anılardan söz eder miydi? Örneğin Nâzım'dan...

AYSEL BAYRAMOĞLU - Nâzım'ı bana bu kadar sevdiren odur. Bilir misin, ben bir aylık ameliyatlıyken, "by-pas"lıyken, Nâzım'ın 90. doğum gününü kutlamak üzere Salihli'ye geldim. Bir aylık ameliyatlıydım. Nâzım'ı ne kadar sevdiğimi gösterir bu.

*     O size öğretti diyorsunuz?

AYSEL BAYRAMOĞLU — Evet, kesinlikle, Nâzımın şiir­lerinden başka Nâzım hakkında okuduklarım beni Hocanın anlattığı kadar etkilememiştir. Yani Hoca, Nâzım’ı bana sevdirdi, Nâzım'ı anlattı. Gerçekten budur. Nâzım'ı çok severdi. Nâzım'dan söz ettiği zaman, zaten oğlu da söylemiştir, oturma salonunda, çok güzel, Nâzımın portresi vardı, yağlıboya, saçlan böyle dalga dalga; ama onun dışında bana Nâzım’ı çok yönlü anlatmıştır. Ben "Hoca dönek mi değil mi?" diye, son yemeğimizde, Uğur Mumcunun da bulun­duğu o İzmir'de yediğimiz yemekte, konuyu açtığı zaman...

*     Kimle yediniz yemeği?

AYSEL BAYRAMOĞLU - Sizlerle birlikte, siz vardınız, bütün Cumhuriyet ekibi vardı.

*    Ha, doğru doğru, Cumhuriyetten ayrıldığımızda...

AYSEL BAYRAMOĞLU - O zaman, ben konuyu ortaya

atmak istiyordum, solcular "dönek" der, bir konuşma yaptığım zaman Ankara Sanat Kurumu'nda, konuşmam kesilmiştir benim. "Dönektir, onun hakkındaki konuşmayı dinlemek istemiyoruz!" diye konuşmamı kesmişlerdir. Rahmetli Uğur Mumcu, "Aysel Hanım, size yardım ederim, lütfen bu konuyu yazın, üzerinde durun!" elemişti ve "Kırkların Cadı Kazanı" kitabında bazı şeyleri bulacaksınız. Hatta, "Ankara'ya gelin; size yardımcı olurum. Elimde belgeler var, ama bu konuyu yazın" demiştir. Yani, Hocanın ben "dönek" olmadığını, iş istemek için Atatürk'e başvurmadığını, Ata­türk'ü Türkiye için gerekli gördüğünü, Atatürk'ün devrimlerinin Türkiye için fevkalade olduğunu, hatta Atatürk’ün, geri kalmış ül­keler bakımından tabii, dünya için önder olduğunu, sorunlarını çözmemiş ülkeler bakımından, önder kişi olduğunu -konferanslarında bunu kaç kez dinledim- belirtirdi. Atatürk'ün devrimlerine sahip çıkılmadığından hep yakınmıştır. En ilginç tarafı, Nâzım'ı Atatürk'le tanıştırıp, Atatürk'le bağlantıyı kuramadığı için, sanıyorum bunda başarısız olduğu için çok üzülmüştü...

* Şevket Süreyya, "Ben bu işi yapamadım!" diyerek, Nâzım'Ia bağı da ondan kopardı belki de.

AYSEL BAYRAMOĞLU - Sanırım Nâzıma baskı yaptı ve onu iknaya çalıştı. Halit Çelenk de, Gebze'deki konuşmasında çok haklıydı. Nâzım ürkek olmuştu. Sürekli baskı altında kalan, sürekli izlenen kişi, haliyle sinirlerinin bozulmamasına olanak yok. Baskı altında bir insanı düşünün, ruh sağlığı ne denli dengeli olursa olsun, mutlaka etkilenir.

Cumhuriyet, 11 Mayıs 1994