Çalışmayana Ekmek Yok!.

Mehmet, işçi Bulma Kurumunda sıra beklemekten umudunu kesince, almış bir turist pasaportu, ver elini Almanya, ulaşmış Münih şehrine. Aç, yoksul dolaşırken geçimin yolunu da bulmuş. Rastladığı bir Alman kızına anlatabildiği, açıklayabildiği kadar, Türkiye'den siyasi nedenlerle sınır dışı edildiğim, Almanya’ya gelip yerleşmek istediğini söylemiş. Bununla da yetinmemiş, eklemiş:
"Ben prensim. Prens Mehmet benim adım. Çok konuştuk diye bizi sınır dışına attı hükümet. Şimdi iş arıyorum, parasızım."
Prens Mehmet'le, Alman kızı uzun süre bir arada yaşamışlar. Kız Mehmet’in şanına uyan bir iş de bulmuş galiba. Ancak Meh¬met'in bütan korkusu tanıdığı bir Türke rastlamak. Biri çıkıp da, "Ne prensi be, o da senin benim gibi vatandaş" der diye, Mehmet bucak bucak kaçarmış...
Çok çocuklu işçiler arasında Türkler birinci sırayı tutuyor. Öykülerini Alman gazeteleri, dergileri, Türk gazeteleri de yazdılar. Nasıl çok çocuklu oldukları ilgi çekici bir konu.
İşçiler Almanya'ya gelip şöyle dört beş ay geçti mi, köyden muhtarın mührünü taşıyan bir mektup:
"İkiz oğlunuz oldu, tebrikler, gözlerinden öperiz..."
"Üçüz çocuğunuz oldu, ikisi kız, biri oğlan..."
Yetkili makamlar, muhtardan gelen mühürlü, onaylı bu belgelere göre işlem yapıyorlar, ancak Alman makamları da dikkat kesilmişler, işçinin gelişinden dokuz ay sonra olan doğumları, "Bu nasıl olur?" deyip saymadıkları oluyormuş.
Belgeler de zamanında gitmeli değil mi?
Almanya'daki Türk işçilerini SDP'nin (Sosyal Demokrat Partinin) yardım örgütü organize ediyor, onun yardımını görüyor. Yabancı işçilerin hemen hepsi, dünya mezheplerine göre kiliseler¬den yardım görüyor. Türklerin dini bakımdan, kiliselerden yardım görmelerini güç bulanlar, laik bir teşekkül olan SDP'nin yardım örgütüne vermişler Türk işçilerini.
Türklerin kurdukları işçi derneklerinin sayısı kırkı buluyor Almanya'da. Demekler, hevesli yöneticilerin çabasıyla, zaman zaman temsiller veriyor, çaylar düzenliyor, yabancı dil kursları açı¬yor.
İşçiler, bu çalışmaları ile kendilerini daha çok sevdirebiliyor, tanıtabiliyorlar. Ellerinde, bulundukları ülkenin diliyle yazılmış, Türkiye ile ilgili kitaplar, broşürler olsa, turizm bürolarının boşa giden paralarının yapamadığını, sinek avlayan memurların becere¬mediğini, işçiler kolayca yapardı.
Almanya'daki Türk işçisi, sokaktaki Almanın dostudur, arkadaşıdır, geçimlik, yüzeysi politikacının değil. Barda, lokantada, sokakta, işinde onunla birliktir. Dilinin döndüğü kadar, her konuyu tartışır sokaktaki adamla, öyle Türkiye'deki arkadaştan gibi, "Biz bilmem ne harbinde Almanlarla birlikte harb etmiştik, Alman¬lar bizi sever, biz de onları severiz" demez. Öğrenmiştir buralarda Hanyayı Konyayı, Almanya'yı...
" Geç kardeşim geç" der. "Biz enayiymişiz, dostluk deyip, bizi seviyorlar deyip sarılmakla. Aç kal da gör suratına bakıyorlar mı hiç."
Gurbet, çarıklıları daha gerçekçi yapmış.
Bir barda, sokaktaki Alman sözü Kıbrıs'a getirmişti. Elini arka cebine atıp şöyle dedi:
'Türk olsaydım, şimdiye kadar Kıbrıs'ı cebime koyardım
Çalışma Bakanı Bülent Ecevit’in 1 işçileri görmeye, onları dinlemeye gitmesi çok yerinde oldu.
Ben, işçilerin bana bir bir not ettirdiklerini, "Aman şunu da mutlaka yaz" dediklerini buraya aktarmayacağım. Aynı istekleri Bakan Ecevit'e de söylemişlerdir. Ecevit "Çarıklı"yı anlayarak, du¬yarak konuşmuştur onlarla.
Şimdi on binlerin dönüşü önemli.
Sütçü kızın hesabıyla, onların dönüşü memleketi güle çevirecek. Birçok nitelikli, yetişmiş insan kazandıracak memlekete. Fabrikaların bacaları tütecek, üretimimiz artacak, refahımız artacak. Otomobillerimiz de.
Türkiye'ye izinli gelenlerin söyledikleri tek söz "Bu memle¬kette yaşanmaz". Eeee, böyle diyecekler çıkacak elbet, çok çıkacak. "Bu yurdu neden böyle bıraktınız?" diye kızacaklar. Bu dü¬zeni böyle, bu sistemleri böyle kurup yürütenlere öfkelenecekler. "Domuz eti yenmez" diye fetva veren Diyanet işleri Başkanlığına "Ben yedim" diye yanıt verecekler çıkacak. Yüzyıllar boyu taas¬suba kurban edilmenin, kafaları kapalı, bölmeli olmanın acısını duya duya dönecekler.
Bir yabancı heyet içinde Rusya'ya giden bir arkadaşıma, Ruslar yaptığı kaleleri gösteriyorlar: 'Türklere karşı şu kaleyi yaptık, bu kaleyi yaptık" diye bilgi veriyorlarmış. Heyetteki Tunus delegesi dinlemiş, dinlemiş arkadaşıma dönmüş,
" Yahu biz sizi Viyanalara kadar geldi biliyorduk, burala¬ra da mı geldiniz?" diye sormuş.
Almanya'da müzelerde, bir Türk armağanı, Türklerden bir şeyler aradım durdum. Gittiğim her kentte sorduklarım Türkleri, Atatürk’le, bir de Türk işçileri ile tanımıştı. Yaşlılar birlikte savaştıklarını söylüyorlardı. Attendom kentin de, bir kalenin kulesinde Osmanlı okçusuna benzeyen bir siluetin resmini çekerken, beni gezdiren kılavuz üstümüzden geçen jetleri işaret ederek,
"Bu siluetin Osmanlı okçusuna ait olup olmadığını bil¬miyorum ama, bu jetler bizim" demişti. Viyana kapılarına daya¬nan akıncılardan bir grup, Almanya içlerine kadar da gitmiş ve Köln'ün doksan kilometre yakınındaki bu Attendom kentinde uzun süre kalmış, söylentiye göre. Bir Bakanımız bu konuyu daha geniş inceleme olanağı bulmuş. Bir resim çekip ayrıldım oradan.
İşçiler çoğunlukla, Ankara Radyosundan "Kara tren gelmez'mola" türküsünü istiyorlar. En çok sevdikleri, aradıkları türkü bu. Kara tren ne götürüyor onlara, o da ayrı mesele...
Milliyet
7 Kasım 1964
  • 1. 24 Aralık 1995’teki erken seçimde TBMM’ye 4. parti olarak giren DSP Başkam Bülent Ecevit, 4 Ocak 1964'te güvenoyu alan İnönü hükümetinin Çalış­ma Bakanıydı.