36. Domuz, Geleceği Kurtarabilr...

Domuz konusunda bir uzman olan çevreci dostum Ahmet Aşıcı, 4 ocak perşembe günlü mektubunda, uyanlarım sürdürüyor. Do­muzun çevreci olduğunu, geleceği kurtarabileceğim belirtiyor. Mektubunun bir yerinde şöyle diyor;

Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), 1985 yılında, Türki­ye'de 55 yıl sonra tamamen çöl olacak' saptamasını yapmıştır. Tür­kiye'nin erozyonla her yıl yitirdiği toprak, Kocaeli ile Bursa’nın tarım alanlarının toplamını 10 cm. toprakla kaplayacak kadardır. Üstelik bu durum kimsenin umurunda değildir. Oysa binlerce bit­ki, , böcek, kuş türü hızla ortadan kalkmıştır. Akarsularımızın hepsi bulanık aktıklarından barajlarımızın ortalama ömrü 20 yıl­dır.

Doğal çevrenin tahrip edilmesi ertelenecek bir olay olmaktan çıkmasına karşın, ne siyasiler ne de halk bunun ayırdındadır (far­kındadır). Oysa, doğal sistemlerin güçleri, yetenekleri (kapasitele­ri) sonsuz değildir. İç göçlerin, ekonomik sıkıntıların, kardeş bin­lerce genci birbirine kırdıran iç çatışmaların nedenleri yanlış yer­lerde aranmaktadır. Bunların temeli olguculuk (pozitivizm) dışı, soyut, bağnaz özlü, bir tinsel kültürün ürünüdür. Bağnazlıktır. Bö­lücü örgütler de bağnaz bir siyasal partimiz de aynı bağnaz ve em­peryalist dış kaynaklardan beslenmektedir. Çünkü hem bölücü örgütler hem de bu siyasal parti aynı bağnaz (Yahudilik ülküsü (semitik) kültür kökeni üzerindedir. Hıristiyan bağnazlığı da aynı kökenden kaynaklandığından 2000 yıl önce olgucu (pozitivist) Ro­ma uygarlığım çökertmiş, sonra da bugünkü Batı da içinde olmak üzere, koskoca kıtaları Ortadoğu gibi ortaçağ karardıklarına sok­muştur.

Anadolu ile Ortadoğu'ya vurulan her kazma, bu soyut bağnazlı­ğın çökerttiği uygarlıkları gün ışığına çıkarmaktadır. Osmanlı'yı da çökerten, doğa ile ters düşen bu bağnazlığın bir başka türevidir. Şimdi de cumhuriyetimiz aynı burgaçta (girdapta) boğulmaktadır.

Tehlike hem ulusal, hem evrenseldir. Çünkü bütün insanlar, canlılar, bitkiler aynı yerkürede yaşamak zorundadır.

Yağmurları depolayan ormanların azalmasıyla Türkiye'nin tüm kuyuları kurumakta, hatta kıyılardaki ekosistemler tahrip olmak­ta, kıyılar çölleşmektedir. Dünyayı da etkileyen bu durum, sıcaklı­ğın yükselmesine neden olmaktadır. Önümüzdeki 25 yıl içinde Mı­sır, Bangladeş gibi bir çok düşük delta ile Maldiv Adaları, deniz su­lan altında kalacaktır. Çünkü buzullar erimektedir. Üstelik çölleş­menin yanında atmosferdeki karbondioksit de sera etkisi yarat­maktadır. Kıyılanınızda birçok yazlıklarımıza su girecektir. Başta kanser ile solunum yolu sayrılıkları (hastalıkları) hızla artmak­tadır.

Sayın Ekmekçi dostum,

Doğulu, Batılı her aydının artık önüne bir dünya haritası aça­rak, soyut tinsel bağnazlığın tarihsel gelişim süreci içindeki yayıl­masının dünyayı ne duruma getirdiğini düşünmesi, doğayı bir cen­net uğruna geri dönümsüz bir cehenneme çevirmeye kimsenin hakkı olmadığım anlamaya çalışması gerekmektedir. Ahlak budur.

Eğitimini Fransa'da yapmış,'Hanyayı Konya'yı görmüş Ahmet Aşıcı, mektubunun girişinde de şöyle diyor;

Kalelerin ya da kentlerin çevresine kazılarak su doldurulan hendekler nasıl bu kaleleri, kentleri dış saldırılardan koruyorsa, Harran'ı, tüm Mezopotamya'yı da Dicle ile Fırat ırmakları tarih boyunca dış saldırılardan korumuştur.

İlk yerleşik yaşam, bu nedenle bu yerlerde görülür.

Yerleşik yaşamın ilk ürünlerinden olan bu kentin dış mahallelerinde oturanlar, çiftlikle, hayvancılıkla uğraşırken, orta mahalle­lerde oturan tecimer (tüccar)ile kentsoylular(burjuvalar) iç evlen­melerle akrabalaşıp 5-6 bin yıl önce, topraktan, hayvandan kopuk ırksal bir kentsoylu yaratmıştır.

Bu soyut ve ırksal, orta mahalle çatı altı kültürü, doğayı kut­sal koruma altında tutan somut tanrılar dönemini de sona erdir­meye başlamış, yerine kendi soyut kültürünün ürünü olarak so­yut, ırksal din ile Tanrı kavramım getirmiştir.

Dünya tecim (ticaret) merkezlerine yönelen bu kültürün Filistin ile Mısır'la da sıkı ilişkide olduğunu İbrahim ile Musa'nın bu yöre­lerdeki işlevlerinden anlıyoruz.

Bu ilişkilerden birinde, yanındaki güzel eşi Sara'yı gören Firavun'un 'Bu kim?' diye sorması üzerine İbrahim, 'Kız kardeşimdir!' deyince, 'Onu bana verir misin?' diyen Firavun'a güzel eşini veren İbrahim, karşılığında bol miktarda erkek kuzu ile koçla ödüllendi­rilmiştir. Çünkü, dişi koyunlar sağmaldır, üretkenliği süreklidir.

Koyundan 18 kat fazla ve dengeli et veren domuz karşısında koçlarını satabilmek için, o sırada anılan kentsoylunun (buıjuvazinin) istemi ve gereksinimi yönünde geliştirmekte olduğu yeni ve soyut din kavramı (konsept) içine. oğlu İsmail'i kesme gerekçesi (motifi) altında 'kurban olayı'nı ve onu tamam­layan ‘domuz yasağı'nı katan İbrahim, sektörel bazda rakibi orta­dan kaldırarak, kurban ve adak biçiminde kurumlaştırdığı bu koç ticaretiyle çok zengin olmuştur.

Mesleği Tanrı imalatçılığı olan İbrahim'in tecimsel (ticari) de­hasının bir başarısı olarak görünen bu olay, gerçekte İsrailoğulları adıyla anılan ırksal Harran kentsoylularının geliştirdiği orta ma­halle çatı altı soyut kültürünün giderek evrensel egemenlik arayış­larım içeren, yerel başlangıçlı bir ekosisteme müdahaledir.

Masum gibi görünen bu müdahale, az et veren ve nazik bir hay­van olan koyunun yanında keçinin, domuzdan boşalan yere, bir ikame olarak (konarak) çok hızla üremesine yol açmıştır.

Keçinin gezdiği yerde ise çokyıllık bitki dediğimiz ağaç, ağaçsı bitkilerin yetişmesi olanaksız olduğundan Harran'dan başlayarak Önce Yahudi ülkeleri çölleşmiş, ondan binlerce yıl sonra da bu dinin yeni bir türevi olarak aynen domuz yasağım getiren İslam di­niyle, bütün İslam Ülkeleri ayrımsız (istisnasız) çölleşmiştir.

7 Ocak 1996