12. Tevrat'ın Yasakladığı

Cumhuriyet okuru, Ragıp A. Saguner'in domuz eti tartışmasına ışık tutan görüşlerini bugün de yansıtmak istiyorum. Saguner, ba­kın ne diyor:

Tanrı'nın domuz etini yasaklamasına bir de bu etin (nasıl yapı­yorsa) 'E' vitaminini parçalaması nedenmiş. Oysa, parçalamak ne kelime? Seksi de ilgilendiren bu vitamin domuz etinde de var.

İleri sürülen bir başka neden, domuz etinin yağlı oluşu. Burada da birtakım zararlar ileri sürülmekte. ABD'nin resmi sığır eti standardındaki üst kalite sığır eti yüzde 40 ve daha çok yağlıdır. Ordu sığır eti şartnamelerinde, böbrek yatağı yağla örtülü, etin ke­sit yüzünde kas arası yağ (mermer görünümü), lifler arası yağ (pürsele)... bulunması "baş" niteliklerdi. Türkiye sığır eti standar­dında da ekstra kalite yüzde 40 yağlı niteliği gösterir. Doğal ki, pa­zar zevki başka, beslenme tekniği başka değil mi? Kaldı ki yağ, te­mizliği yapılıp (trimming), istenen düzeye de indirilebilir. Eski Mı­sır'dan beri uygulanan bir kasaplık tekniğidir.

Domuz eti yasağında en çok güvenilen neden, öyle görünüyor ki, "trişin"dir. Yenince insana geçebilen, kaslar içinde gelişen bir para­zit. Domuz eti karşıtları, hiçbir biçimde öldürülemediğini de ileri sürerler nedense. Oysa, Et Teftişi Nizamnamemiz gereğince bile (yarım yüzyıldan beri geçerlidir) 'şarta tabi etler arasında olup, pi­şirildikten sonra yenmesine, pekala izinlidir. Ama, soğuk rejimin et üzerindeki harika etkileri bulununca pişirmeye bile gerek kal­madı. Belli süre, belli soğukta tutulan trişinli et, "pir-ü pak" ol­maktadır. Bu, 'paklanma'da veterinerce belirlenmekte, 'tezkiyesi' yapılmakta, helallenmiş olmaktadır.

Buraya kadar, domuz eti yenmemesinde Kuran dışı ((tanrısal­mış gibi gösteriliyor nasıl oluyorsa) kişisel görüşlere göre ileri sü­rülen nedenler ele alınmıştı. Artık domuz etinin yenmemesi için kötülenmesinde sağlam neden olarak kullanılagelen ve Kuran'a oturtulan savunuya gelinmiş oluyor.

 

Hikmeti yüce Kuran'da domuz etini yasaklayan temel bildiri, Maide suresinin ikinci (bazı Kuran yazımlarında 3-5 ayetidir). Şöyle buyuruyor; 'Size leş ve kan ve domuz eti ve Allah'tan başka­sı adına kesilmiş ve boğulmuş ve dövülmüş ve yüksekten düşmüş ve boynuzla süsülmüş ve yırtıcılar tarafından yenmek üzere par­çalanmış hayvanlar yasak edildi. Ancak tezkiye ettikleriniz hara­mın dışındadır.'

Burada bütün sorun, 'ancak' sözcüğüyle başlayan, bağışlayıcı tümcenin yorum-çevirisindedir. Daha açık bir deyişle, Kuran'ın yü­celiğine yakışan yorumlarla genel Türkçeleştirme şöyle olur;

'İster yardan düşmüş, ister süsülmüş hayvan (...-nihayet-domuz eti de olsa) sizlerce tezkiye edildikleri takdirde haramlıkları kal­kar, helallenmiş olurlar.

Buradaki 'tezkiye' sözcüğünün yazılış çeşidine göre seçimi ve sözlüklerdeki anlam karşılıklarından kişilerin eğilimlerine göre, herhangi birinin ele alınması ortalığı karıştırmaktadır. Bu nokta­lardan yola çıkarak, 'zekkeytüm' sözcüğünü 'ölmeden önce' kesmek... gibi anlamlarda çevirenler çoktur. Bu çeviriyle de domuz eti hemen yasak oluveriyor. Bu sözcüğün kökeninde, 'kesmek' anla­mından başka ve önce tamamlamak, kusurundan arındırmak... gi­bi anlamlan da var. Bunlara bakılmıyor, Tevrat'taki İsrail'- i ceberrutla 'kesmek' karşılığı almıyor. Halbuki, sözcüğün bu kar­şılığı, en sonra aldığı da bilinen gerçeklerdendir.

Ayrıca, çıkacak anlamın akla ve doğaya uygun olması gerekmez mi? Eğer 'ölmeden' önce kesilmiş olmak asılsa, yüce Kuran ayetin­deki 'boğulmuş'(münhanika) hayvanın, yani gerçekte ölmüş bulu­nanın 'ölmeden önce' nasıl kesilebileceği... gibi tutarsızlıklar (ba­lıklan saymasak bile) ortaya çıkıyor. Keremi ve ilmi yüce Kuran'- m bu türlü karanlık anlamlan taşımayacağı apaçıktır.

Aynı tümceyi "ayıplarından temizlemek, arıtmak, helalla- mak, paklamak..." anlamlarıyla yorumlayanlar da çoktur.

Sözcüğün kökeni eski İbranicede de vardır. Bilinir ki Kuran di­li, Arap diline hem dilbilgisi bakımından, hem adlar, hem de çeşit­li soyut ve somut sözcüklerle en son ye en büyük zenginliğini, ka­zandırmıştır. Bu arada Kuran diline İbranice, Habeşlermiş İbrani- ce ve benzeri gehinno-cehennem, diabolos-iblis? Nefes-nefech roah- ruh, eski Mısır'da Tann Amon, Isilice amen ve Arapça amin... gibi Araplaşarak güzelleşmiş sözcükler girmiştir. Tevrat'ta, İbranice "zekk" gelerek 'birinin iyi hali olduğunu ortaya çıkarmak' biçimin­deki anlam üzerinde durulması da İslamın akılcılığına çok uygun düşer.

Kaldı ki Kuran'da, bu kökten türetilen zekat, zekâ, tezekka gi­bi sözcükler oldukça çoktur. Aynı anlam hep, 'temizleme, helallama, iyi halliliğini bildirme.." doğrultusunda kullanılmıştır. Müslüman fıkhında ve ilmihalinde zekk kökünden türetilen birçok söz­cük daima birinin veya bir şeyin iyi halli olduğunu ortaya çıkarma anlamında kullanılmıştır. Örneğin, cenaze namazından sonra, imamın topluluktan ölü hakkındaki görüşünü sormasına, 'tezki­ye! meyyit denmektedir..

Bütün bu gerçekler karşısında, bağışlayıcı "zekkeytüm" sözcü­ğünü bir inatlaşma öğesi yapmaya sanırız olanak yoktur.

Eski kutsal kitaplardaki birçok uygulamalar, İslamlıkta da uy­gulamasını bulmuştu. Boynuzla süsülmüş olma, dövülmüş olma, yüksek yerden düşme... Tevrat'ın Talmud’un haram kıldığı etler­dendir.

Domuz eti de Tevrat'ın yasakladıklarındandır. Arapça Kuran'ın en gelişmiş, bunun sonucu olarak da (özellikle çok katı olan İsraili düzenekler karşısında) en toleranslı ve akılcı yol göstericilikler­le dolu olduğu gerçeği, Maide suresindeki haramlamayı, elbette ki akılcı bir hoşgörü ile 'helallamak' yoluna götürecektir. Nasıl ki, kendinden önce gelişmiş kitapların, şiddetli kurallarla 'mekruh'’ (iğrendirici) saydığı kişisel servet biriktirmeyi, 'zekat' yoluyla 'he­lalliğim' sağlamış, saflaştırmış, varsa ayıbından arındırmıştır. Do­muz eti kusurundan temizlenir de, ayıbından arındırılabilir de. Onun bu durumu bildirilince de helallanmıştır...

7 Ağustos 1985