Cumhuriyet okuru, Ragıp A. Saguner'in domuz eti tartışmasına ışık tutan görüşlerini bugün de yansıtmak istiyorum. Saguner, bakın ne diyor:
Tanrı'nın domuz etini yasaklamasına bir de bu etin (nasıl yapıyorsa) 'E' vitaminini parçalaması nedenmiş. Oysa, parçalamak ne kelime? Seksi de ilgilendiren bu vitamin domuz etinde de var.
İleri sürülen bir başka neden, domuz etinin yağlı oluşu. Burada da birtakım zararlar ileri sürülmekte. ABD'nin resmi sığır eti standardındaki üst kalite sığır eti yüzde 40 ve daha çok yağlıdır. Ordu sığır eti şartnamelerinde, böbrek yatağı yağla örtülü, etin kesit yüzünde kas arası yağ (mermer görünümü), lifler arası yağ (pürsele)... bulunması "baş" niteliklerdi. Türkiye sığır eti standardında da ekstra kalite yüzde 40 yağlı niteliği gösterir. Doğal ki, pazar zevki başka, beslenme tekniği başka değil mi? Kaldı ki yağ, temizliği yapılıp (trimming), istenen düzeye de indirilebilir. Eski Mısır'dan beri uygulanan bir kasaplık tekniğidir.
Domuz eti yasağında en çok güvenilen neden, öyle görünüyor ki, "trişin"dir. Yenince insana geçebilen, kaslar içinde gelişen bir parazit. Domuz eti karşıtları, hiçbir biçimde öldürülemediğini de ileri sürerler nedense. Oysa, Et Teftişi Nizamnamemiz gereğince bile (yarım yüzyıldan beri geçerlidir) 'şarta tabi etler arasında olup, pişirildikten sonra yenmesine, pekala izinlidir. Ama, soğuk rejimin et üzerindeki harika etkileri bulununca pişirmeye bile gerek kalmadı. Belli süre, belli soğukta tutulan trişinli et, "pir-ü pak" olmaktadır. Bu, 'paklanma'da veterinerce belirlenmekte, 'tezkiyesi' yapılmakta, helallenmiş olmaktadır.
Buraya kadar, domuz eti yenmemesinde Kuran dışı ((tanrısalmış gibi gösteriliyor nasıl oluyorsa) kişisel görüşlere göre ileri sürülen nedenler ele alınmıştı. Artık domuz etinin yenmemesi için kötülenmesinde sağlam neden olarak kullanılagelen ve Kuran'a oturtulan savunuya gelinmiş oluyor.
Hikmeti yüce Kuran'da domuz etini yasaklayan temel bildiri, Maide suresinin ikinci (bazı Kuran yazımlarında 3-5 ayetidir). Şöyle buyuruyor; 'Size leş ve kan ve domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilmiş ve boğulmuş ve dövülmüş ve yüksekten düşmüş ve boynuzla süsülmüş ve yırtıcılar tarafından yenmek üzere parçalanmış hayvanlar yasak edildi. Ancak tezkiye ettikleriniz haramın dışındadır.'
Burada bütün sorun, 'ancak' sözcüğüyle başlayan, bağışlayıcı tümcenin yorum-çevirisindedir. Daha açık bir deyişle, Kuran'ın yüceliğine yakışan yorumlarla genel Türkçeleştirme şöyle olur;
'İster yardan düşmüş, ister süsülmüş hayvan (...-nihayet-domuz eti de olsa) sizlerce tezkiye edildikleri takdirde haramlıkları kalkar, helallenmiş olurlar.
Buradaki 'tezkiye' sözcüğünün yazılış çeşidine göre seçimi ve sözlüklerdeki anlam karşılıklarından kişilerin eğilimlerine göre, herhangi birinin ele alınması ortalığı karıştırmaktadır. Bu noktalardan yola çıkarak, 'zekkeytüm' sözcüğünü 'ölmeden önce' kesmek... gibi anlamlarda çevirenler çoktur. Bu çeviriyle de domuz eti hemen yasak oluveriyor. Bu sözcüğün kökeninde, 'kesmek' anlamından başka ve önce tamamlamak, kusurundan arındırmak... gibi anlamlan da var. Bunlara bakılmıyor, Tevrat'taki İsrail'- i ceberrutla 'kesmek' karşılığı almıyor. Halbuki, sözcüğün bu karşılığı, en sonra aldığı da bilinen gerçeklerdendir.
Ayrıca, çıkacak anlamın akla ve doğaya uygun olması gerekmez mi? Eğer 'ölmeden' önce kesilmiş olmak asılsa, yüce Kuran ayetindeki 'boğulmuş'(münhanika) hayvanın, yani gerçekte ölmüş bulunanın 'ölmeden önce' nasıl kesilebileceği... gibi tutarsızlıklar (balıklan saymasak bile) ortaya çıkıyor. Keremi ve ilmi yüce Kuran'- m bu türlü karanlık anlamlan taşımayacağı apaçıktır.
Aynı tümceyi "ayıplarından temizlemek, arıtmak, helalla- mak, paklamak..." anlamlarıyla yorumlayanlar da çoktur.
Sözcüğün kökeni eski İbranicede de vardır. Bilinir ki Kuran dili, Arap diline hem dilbilgisi bakımından, hem adlar, hem de çeşitli soyut ve somut sözcüklerle en son ye en büyük zenginliğini, kazandırmıştır. Bu arada Kuran diline İbranice, Habeşlermiş İbrani- ce ve benzeri gehinno-cehennem, diabolos-iblis? Nefes-nefech roah- ruh, eski Mısır'da Tann Amon, Isilice amen ve Arapça amin... gibi Araplaşarak güzelleşmiş sözcükler girmiştir. Tevrat'ta, İbranice "zekk" gelerek 'birinin iyi hali olduğunu ortaya çıkarmak' biçimindeki anlam üzerinde durulması da İslamın akılcılığına çok uygun düşer.
Kaldı ki Kuran'da, bu kökten türetilen zekat, zekâ, tezekka gibi sözcükler oldukça çoktur. Aynı anlam hep, 'temizleme, helallama, iyi halliliğini bildirme.." doğrultusunda kullanılmıştır. Müslüman fıkhında ve ilmihalinde zekk kökünden türetilen birçok sözcük daima birinin veya bir şeyin iyi halli olduğunu ortaya çıkarma anlamında kullanılmıştır. Örneğin, cenaze namazından sonra, imamın topluluktan ölü hakkındaki görüşünü sormasına, 'tezkiye! meyyit denmektedir..
Bütün bu gerçekler karşısında, bağışlayıcı "zekkeytüm" sözcüğünü bir inatlaşma öğesi yapmaya sanırız olanak yoktur.
Eski kutsal kitaplardaki birçok uygulamalar, İslamlıkta da uygulamasını bulmuştu. Boynuzla süsülmüş olma, dövülmüş olma, yüksek yerden düşme... Tevrat'ın Talmud’un haram kıldığı etlerdendir.
Domuz eti de Tevrat'ın yasakladıklarındandır. Arapça Kuran'ın en gelişmiş, bunun sonucu olarak da (özellikle çok katı olan İsraili düzenekler karşısında) en toleranslı ve akılcı yol göstericiliklerle dolu olduğu gerçeği, Maide suresindeki haramlamayı, elbette ki akılcı bir hoşgörü ile 'helallamak' yoluna götürecektir. Nasıl ki, kendinden önce gelişmiş kitapların, şiddetli kurallarla 'mekruh'’ (iğrendirici) saydığı kişisel servet biriktirmeyi, 'zekat' yoluyla 'helalliğim' sağlamış, saflaştırmış, varsa ayıbından arındırmıştır. Domuz eti kusurundan temizlenir de, ayıbından arındırılabilir de. Onun bu durumu bildirilince de helallanmıştır...
7 Ağustos 1985