14. Alıştıra Alıştıra...

Bilgi Yayınevinin 241'inci yapıtı olarak çıkan Halikamas Balık- çısinın "Anadolu Tanrıları" kitabının 122-123-124’üncü sayfalarında şöyle deniyor:

Eskiden beri kurban etmek, tapan insan, ya da insanların malı olan bir şeyin Tanrı'ya sunulması, adanması demekti. Kurbanı hayvanlar, çiçek çelenkleriyle ve başka süslerle donatılır, yüze­ne gözlerine -çiçek suyu, gül suyu gibi- kürsüde papaz ya da yardımcıları tarafından kesilirdi. Hayvanın bir kaba toplanan kanları ya kürsüye, ya da tapıcıların üzerine dökülürdü.(İstanbul da ve Anadolu'da kurban bayramında çocukların alnına kan sürmek geleneği de buradandır.

Kybele’ye (Anadolu’nun anaerkil toplumunun büyük ana tanrı- cası)- doğuruculuğu dolayısıyla- dişi domuz kurban edilirdi. On yapılan kurbanlar Holokaust biçiminde olurdu. Yani kurbanın bütünü tanrıçaya adanır ve yakılırdı Tanrıçaya ait olan o kurbandan yemek yasak ve büyük günah sayılırdı. Temmuz, Frigya’da Attis adını aldıktan ve Suriye'de bir Grek söyleyişine göre Adonis olduktan sonra, onu her yıl bir yaban domuzu öldürürdü. Dahası tanrıdan akan kan damlaları dağlara düşünce, kırmızı kar lalesi olurdu. Onlara Adonis’in kan damlaları deniyordu. Bu holokaust ile şu efsane olayı birleştirilince, domuz etinin neden yasak olduğu büyük bir olasılıkla ortaya çıkar. Yoksa dünyanın başka sıcak yerlerinde yenilen domuz etlerinde trişin denilen parazit yok muydu?

Domuz üretilmesi, dışsatımı yapılması, hatta isteyenin yiyebilmesi konusunda yazıp çizdiklerim, çok geniş yankılar yaptı. Ankara’ya gelince bir dolu mektupla karşılaştım. Yazanlar aramda bilim adamları, aydınlar, cezaevinde yatan bayanlar vardı. Kimi “konuyu ortaya atmakla başına dert açtın" derken, kimi beslenme yetersizliğinden söz ediyor, "protein" konusunda okurları aydınlatmam için bilgiler veriyordu. İstanbul'dan yazan A. Aşıcı şöyle diyordu;

Sayın Mustafa Ekmekçi,

Söylenen sözden korkma, söylenmeyenden kork. Domuz korno­sunda söylenmesi gerekenler söylenmemekte. Gerçekte bunların bir bölümü de bilinmediğinden söylenmemektedir. Domuzun yen­mediği ülkeler çölleşirler. Çünkü domuz, gebelik süresi 3-4 ay olan, bir seferinde 15 kadar yavru yapabilen, doğduktan altı ay sonra kesilebilen, her birinden 40-100 kg. arasında et alınabilen bir hayvandır. Ortalama bir hesapla, bir dişi domuz, bir yıl sonra 1000 kg. ete dönüşür. Bu üstün verim, tavuk dışında hiçbir canlı­da yoktur. Her şeyi yer, eti lezzetlidir ve dünyadaki en yararlı dört etten biridir. Çünkü hem et hem ot yer. Domuzun yasaklandığı ül­kelerde insanlar bunun yerine keçiyi koymak zorunda kalmışlar­dır. Çünkü keçi de domuza göre çok düşük, ancak öteki hayvanla­ra göre çok yüksek verimli bir hayvandır. Bütün bitkileri yer, ke­mirir, dağ taş tanımaz, gezdiği yerlerde hiçbir bitki barınamaz. Oraları, kendisini bile besleyemeyecek bir çöle çevirir.

Domuzu yasaklayan Musa'dır. Musevilerin dağıtılması, gerek doğarım, gerekse tehlikeyi sezen insanın içgüdüsel tepkimesidir. Yahudiler de bu durumdan hala acı çekmektedirler. Tevrat, şarabı da suçlar. Kışın ekşitilerek birçok yiyecek gibi saklanabilen üzüm suyunun sofradan çekilmesiyle bağcılık da kalkar. Bağcılıkla bir­likte öteki meyvecilik de yok olur. Bizde bile-Müslüman- Alevi köy­lerinde bağ ve meyve var. Sünni köylerinde yoktur. Fransa'da yıl­da adam başına 500 kg., bizde ise 5 kg. dolayında üzüm tüketilir.

Keçi, ormanı ve tüm bitki örtüsünü yok etmektedir. Türkiye'de elli milyon keçi vardır. Türkiye'nin birçok yöresinde öğretmenlik yaptım. 15 gün önce Toroslar'ı yine aştım. Her birkaç kilometrede çok iri keçilerden oluşan kalabalık keçi sürüleri gördüm. Yalnız Toroslar değil, tüm Türkiye can çekişmektedir. Bütün İslam ülkeleri gibi çölleşmeye mahkumdur. Yalnızca Toroslar'dan keçiyi kaldıra bilelim, otuz yıl sonra Türkiye'nin belini kimse bükemez. Çünkü orman çok büyük zenginliktir.

Türkler temelde doğayı bozan değil, onu en çok koruyan insan­lardır. Türklerin ilk yerleşme yerlerinden biri olan Bursa yöresi­nin ülkenin en yeşil yeri olması bir rastlantı değildir.

Domuz çift tırnaklıdır. Koyun, keçi, ve sığırdan farkı yoktur. Yenmesi yasak da değildir. Üstelik doğayı kurtaracak ve dünya ba­rışım sağlayacak tek hayvandır. Çünkü savaşların temelinde aç ile tokların çatışması yatmaktadır. Domuz yemeyen ülkeler, aç kalır­lar ve çökerler. Ortadoğu, dört bin yıldan beri çöküş içindedir ve öteki bölgelere sürekli yenilmektedir. Uzun araştırmalarım beni bu sonuca götürdü.

Ankara'da çarşamba günü Anayasa Mahkemesi'nde Özdağlar davasında tanıklık eden Turgut Beyi Çetin Özek'in sorularından çok havanın sıcaklığı terletti. Anayasa Mahkemesi'nin küçük kapalı salonu durulacak gibi değildi.

Gelişte harıl harıl Adnan Kahveci'nin aradığını öğrendim. Niye arıyordu acaba? Usuma domuz konusu geldi, acaba ondan mıydı? Önceki sabah yazı yazarken evde bulabildi, ilk kez konuşuyorduk.

Konu, domuz konusu değilmiş. Başka bir konuda düşüncemi öğ­renmek istemiş. Belki bir gün yazarım. Çetin Altan’la konuşmuş. Uzun uzun söyleşmişler. Çetin Altan’ın yıkar önce yazdığı sert ya­zılara değinerek konuşmuş Kahveci:                                

- Siz, demiş, bir evin kapışım çalarken, kapıya tık tık vurmuyorsunuz, tekmeyle vuruyorsunuz. Bu nedenle, kapıyı açan sinirli açıyor…

Kahveci, sözü, "Ankara Notları"na getirdi:

- Siz de bağnazlığın üstüne üstüne gidiyorsunuz. Alıştıra alıştı­ra gitseniz; örneğin tavşanla başlasanız , başarı sağlarsınız tav­şanda.

17 Ağustos 1985