24. Domuzuna Yazılar (1)

Ali Hüsrevoğlu, "Ankara Notlarındaki takma adıyla "Felaket Ali", işkence yazılarım okuduktan sonra şu dizeleri dökmüş;

Ulan, yedi aylık yağız velet/ Ben değil, asıl sensin felaket/ Yaz­dıkların doğru olsa eğer/ Yeryerinden oynar, kopar kıyamet!

İşkence, yok domuz, yok domuzun eniği/ Satır aralan sanki mazgal deliği!

Dünya tatlısı Ali, yetkililerin, yöneticilerin, sorumluların kıllarının kıpırdamadığı yazılardan etkilenmiş de yazmış taşlamasını besbelli.

Aydın'da, İnsan Haklan Derneğinin düzenlediği açık oturum­dan sonra Torbalı'ya geçtim. Prof. Rona Aybay'la, Muzaffer İlhan Erdost, Torbalı kavşağında bıraktılar beni. Yol üstünde, Ortaklar'- a uğrayıp, eski köy enstitüsünü gördük; arabayla dolaştık içinde, şöyle bir.

Torbalı'da Belediye başkam Ertan Ünver var; onu, bu çalışkan, dürüst Ege çocuğunu görmeden geçemezdim. Küçük ilçelerde, ye­rel yönetimlerde görev yapmanın ne denli güç olduğunu, onları ya­kından görünce daha iyi anlarsınız. Küçük hesaplar, dedikodular, etekten çekmeler, yıpratma çabalan, böyle yerlerde, daha bir göze çarpar. Olaylara, bir mikroskoptan bakar gibi bakabilirsiniz. Bu­ralarda tam bir kasaba havası eser. Yakup Kadri'nin "Yaban"mda yaşarsınız sanki.

Onca domuz eti üzerine yazı yazdım ya Torbalı avcılar, ben ge­liyorum diye domuz avına çıkmışlar. Otuz kiloluk bir domuz yav­rusu vurmuşlar. Avcılardan biri, mozağın ayaklarını gösteriyordu;

-   Şuraya bak, buzağı sanki! Aynı buzağı.. ( Domuz da çift tır­naklı ya)

Hemen orada ateş yaktılar. Yiyen var, yemeyen var; Başkan Er­tan Ünver yemiyor;

-    Mustafa abi, ben politika yapıyorum! Sen buraları bilmezsin...

-    Mis bu, mis...diyor babacan biri.

Avcılar burada yabandomuzlarım vurup, gemilere götürüp satıyorlarmış. Yiyenler de yok değil. Bu enflasyon döneminde, kimin evine et giriyor ki...

Önce bağnazlığın yıkılması gerekiyor. Şeriat düzeninden yana olanlar koparıyorlar gürültüyü.. Domuzla ilgili yeni bilgiler öğreni­yorum avcılardan. Domuz, insana en çok benzeyen yaratık. Hem et, hem ot yiyor. Zekası da buradan geliyor. Hayvanların en zekisi Haşan Pulur ne der bilmem, tilkinin adı çıkmış. Tilkiyi avlamak, domuzdan çok çok kolaymış, anlatacağım onu da..

Domuzun en sevdiği ot, salep kökü. Azı dişleriyle toprağı kazıp, onu arayıp buluyor. Salep kökünü çok yedi mi dişlerini çalılara sürtüp, temizliyor. Avcılar buna, "kürdanla dişlerini temizliyor" diyorlar. Mantara, bir de salyangoza bayılıyor. Onları arayıp, bulu­yor. Bahçelerdeki mısırlar da sevdiği yiyeceklerden. Bahçeleri bo­zup dağıtıyormuş.

Eee, herkes bahçesine sahip olsun efendim!

Domuzun azı dişleri çok keskin. En sert toprağı onunla kazıyor. Küçük bir fildişi denebilir. Domuz, küçük yaştan bunları taşlara sürterek kama gibi yapıyor. Yurtdışına gönderiliyor, domuz dişleri, çok para ediyormuş. Kulüplere dağıtılıyormuş dişleri. Kimi yerler­de, nazar boncuğuyla birlikte atlara nazarlık olarak takılırmış..

Avcı Muharrem, Torbalı'da bir camlı arabada sandviç satıyor. Arabasının üstünde, "Mis Doyum Sandviçleri" yazar. Çok kişi Mu­harrem Yoldaş adım bilmez. Onu "Mis" diye çağırırlar. Mozak bir yandan pişerken, avcılar karşıya diktikleri rakı şişesine atış yapı­yorlar. Bir de bana attırdılar, tabii karavana! Mis'in attığı fişeğin arkasından Samsun paketinin kabı çıktı. Öyle de yoksul bir adam! Avcılığı, belki de çoluk çocuklarının rızkını keserek yapıyorlar işte. Torbalı'dan ayrılırken Muharrem Yoldaş'a uğrayıp "Allahaısmar­ladık" dedim.

Avcılardan trafik polisi İsmail, hayvanlar üstüne bilgiler veri­yor;

- Bak abiciğim, evcil kazlar var ya trafik kazalarına en az uğra­yan hayvanlardandır. Ben, yirmi beş yıldır trafik bilirkişisiyim. Domuz da çok zeki hayvandır. Geçen yıl, biz bir domuz tuttuk. Tuttuk, aldık, geldik, mozaydı böyle (domuz yavrusuna mozak denir, burada moza deniyor), bir şoför arkadaşa verdik. Bir süre evinde besledi, meraklı. Kahveye geliyoruz, arkadaşa diyoruz ki "saklan" saklanıyor. Domuzu, kapıdan salıyoruz, pıt pıt pıt dolaşıyor, bulu­yor arkadaşı. Beni niye bulmuyor be namussuz hayvan! Ne diyo­rum sana, götürüyoruz, iki üç yüz metre başka yere bırakıyoruz. Beni bulmaz! Bir zaman, şu vurulan domuz kadar oldu moza, da­ğa saldık. Ta o dağdan Tepeköy'e geldi abi! Evi buldu. Kapıya da burnuyla "tak tak" diye vurmuş.

 

Elele tutuşup çıkıyorlar kayaların altından dışarı. Tüm salyan­gozlar çıkıyor, Giritliler de salyangozları bir güzel topluyorlar, ağustosta kendilerine bir salyangoz şöleni düzenliyorlar...

Bu, Ankara Notları'nda Jean de Lafontaine'e özenmek istedim!

Ertan Ünver’in nineleri, dedeleri Giritli, Şöyle anlatıyor:

- Ben anımsıyorum, rahmetli dedeler, nineler benim, Söke'den, Kuşadası'ndan, o dağ yamaçlarından filan yarım çuval böyle geti­rirlerdi. Salyangozun tüm gıdası nem, kayalıklardan çıksın, kurak havada ertesi gün ölür. Salyangozun tazesi sesinden anlaşılır. Ten­cereye attın mı, ses daha yoğun çıkar. Ses güçlü çıktı mı, salyangoz taze demektir! Hepsi canlı ki ötüyorlar kaynar suda.

Bayat olup olmadığını anlamak için tencereye tek tek atarlar salyangozları.

Salyangoz, karındanbacaklı, yumuşakçalardandır. Karındanbacaklıların çoğu gibi sarmal bir kabuklan var. Çiftleşmeleri, iki bi­rey arasında gerçekleşir. Bunlar, kendi kazdıkları çukurlarda ya­şarlar, yumurtlayarak çoğalırlar. Yumurtalardan, erişkin görü­nümlü küçük yavrular çıkar.

6 Mart 1990