17. Vay Mübarek Hayvan Vay!

Vehbi Dinçerler'in anlattığı fıkra, insanların olayları işlerine geldiği biçimde yorumladıklarını mı vurguluyordu? Dinçerler, fık­rayı Emniyet Genel Müdürü Saffet Arıkan Bedük'ün eşinin, Polis Haftası dolayısıyla 67 ilin emniyet müdürü onuruna verdikleri kokteylde anlattı. Vehbi Bey şöyle dedi;

"Adamın biri hocaya sormuş;

-Hocam, ramazanda bir kızı öpmek orucu bozar mı?

-    Bozmaz, diye karşılık vermiş hoca!

-   İyi öyleyse, demiş adam, benim oğlan oruçluyken senin kızı öpmüş de!

-    Neee! diye fırlamış hoca, vay kerata vay!

Vehbi Bey, fıkrayı anlattıktan sonra, kalabalığa yürürken;

-    Ben de size bir fıkra anlatayım, dedim;

-    Anlat bakalım, dedi Vehbi Bey;

Fıkra gerçekte Prof. Fehmi Yavuz'un. O da eski bir Demokrat Parti il başkanından dinlemiş. Şöyle; Yirminci yüzyılın başına dek, Anadolu'da Müslümanlarla, Rumi ar, Ermeniler, Yahudiler yanyana, hır gür çıkarmadan yaşayıp gitmişler. Akdeniz kıyısında yüz yıl önce, bir Rum komşu, hocanın 5-10 san lirasının olduğunu öğ­renir.* Bir gün bu parayı değerlendirmek için hocadan ister. İşletil­meyen para, durduğu yerde çoğalacak değil ya, hoca Rum komşu­sunun dürüstlüğüne güvenmektedir. Parayı verir. Bir yıl sonra Rum, üç san lirayı paranın üremi(neması) olarak, hoca efendiye götürüp verir. Öbür yıl, Rum , hoca efendiye altı sarı lira verir. Ho­ca efendinin on san lirası neredeyse iki katına yükselmiştir.

Vehbi Dinçerler, gülümseyerek dinliyordu;

-     Eee, dedi.

-   İyisi, gün gelir, Rum üçüncü yılın üremini yanı nemasını da getirdiğinde sorar;

-     Sağol komşu, yalnız bu değirmenin suyu nereden geliyor? Onu

anlatıver...der.

 

Domuzuna yazılar

 

-   Hoca efendi, kızmayacağına söz ver anlatayım, diye hocadan söz aldıktan sonra Rum komşu anlatmaya başlar;

-    Senin on lirayla beş dişi domuz satın aldım...

-   Ne yaptın, ne yaptın? diye bağırmaya başlar hoca. Rum kom­şu, hocanın kızmamaya söz verdiğini anımsatır, anlatmayı sürdü­rür;

- İlk beş yıl dişi domuz yirmi beş yavru verdi, Bunlardan erkek­leri besleyip sattım. Dişileri damızlık ayırdım. Çoban, yem, bakım parasını karşıladıktan sonra, sana üç san getirdim, ikinci yıl da, masraflar çıktıktan sonra altı san lira kaldı. Onu da sana verdim. Bu yıl biraz önce on san lira aldın. Şimdi bizim çiftlikte senin otuz damızlık hayvanın var. Gelecek yıl bunların geliri yirmi san lira­dan aşağı olmaz.

Hoca efendi, hem söz verdiği için, hem de san on lira ile nele­rin yapılabileceğini öğrenmek için sessizce dinlemiştir. Beş domu­zun otuza çıktığım, gelecek yıl yirmi san lira beklediğini öğrenin­ce;

- Vay mübarek hayvan vay! deyiverir. Gittikçe çoğalan domuz çiftliklerinin kapışma konacak bir laf...

Fehmi Yavuz, Ömer Hayyam'ın şu dizelerinin hoca efendinin davranışına nasıl da uygun düştüğünü söyler;

Bir elde kadeh, bir elde kuran, /Bir helaldir işimiz, bir ha- ram/Şu yarım yamalak dünyada / Ne tam kafiriz, ne tam Müslü­man.

Fıkrayı dinleyen Vehbi Dinçerler gülüyor;

-    Ne adamsın? diyordu...

Bir arkadaşım Sakarya dolaylarında, eski bir imamın domuz çiftliği kurduğunu anlatmıştı. Vehbi Dinçerler, basında adı geçme­yeli, çok sempatik olmuş...

-   Amerika’nın Libya'ya saldırısını bizim sağcı basın, çok eğlen­celi biçimde yorumlarla verdi. Amerikancı oldukları için, Ameri­ka'ya çatamıyorlar. "Rusya nerede?" diye feryatlar ediyorlar. Türk halkını yıllar boyu koşullandırdıktan sonra, şimdi ne yapacakla­rını şaşırıyorlar.

Din sömürüsü yapa yapa bugüne geldiler. Ramazan geliyor, ga­zetelerde kuran eklerinin nasıl piyasaya çıkarıldığım, nasıl din sö­mürüsü yaptıklarım göreceğiz. Din sömürüsü yapmak kadar, in­sanların inançlarını çıkarlara kullanmak kadar çirkin, iğrenç ne vardır?

Dolmuşta, otobüste herkes Amerika'nın Libya'ya vahşice saldı­rısını konuşuyor. Bizim apartmanda bir Libyalı aile oturuyor, Libyalıya kapıda; Amerika'nın bu canavarca saldırısından dolayı üzüntü duyduğumu söyledim. Dudaklarında acı bir gülümseme vardı. Yumruklarım sıkarak;

- Üzüntülüyüz, ama güçlüyüz! dedi. Çocuklarının yüzünden renk gitmişti..

Hafta içinde, Hacettepe'de "R" salonunda ilginç bir toplantı var­dı. Emekliye ayrılmış olan Prof. Hüsnü Göksel'e, şimdiye dek asis­tanlığını yapmış öğrencileri -şimdi çoğu doçent, profesör olan kişi­ler- aralarında düzenledikleri bir törenle plaket verdiler. O gün Hüsnü Bey'in yaş günüydü de. Çocuk gibi sevinçliydi. Doçentler, Profesörler Anadolu'nun çeşitli illerinden gelmişlerdi.

Hüsnü Göksel yaptığı kısa konuşmada, özetle şunları söyledi;

"-Felsefe bireyin ve toplumun mutluluğunu düşünce gücü ile arayan bir bilim dalıdır. Cerrahi, bilim, sanat ve uygulama öğele­rinden oluşur. Uygulama, bilim ve sanatın ürünü olarak ortaya çı­kar. M.Ö. 600 yılında yazılan bir Hint kitabı "Schruta-Samhita" cerrahiyi bir kanadı bilim, bir kanadı sanat olan kuş olarak tanım­lar. 'Bunlardan biri olmazsa tek kanatla uçamaz' der. Konfüçyüs; "Kaplana kanat takılırsa yapmayacağı kötülük yoktur" der. Cerra­hi, bir kanadı bilim, bir kanadı sanat olan kaplandır. Onun kötü­lük yapmasına 'dürüstlük' engel olur. Cerrahide dürüstlük asildir.

Hekimlik, başka bir insanın sağlığından para kazanan bir uğ­raştır. Hekim bilgisini, becerisini para karşılığı başka insanlara sunar. Başka uğraşlardan ayrı olarak bu sunuş sonucu paradan ayrı, saygı, ün de kazanır. Bu, kimden kazanılır? Hastadan. Bu ka­zançlara ortak kim vardır? Başka hekimler, dengeyi kim sağlaya­caktır? Hekimin kendisi. Ne ile? Dürüstlük felsefesiyle . Şu halde hekim, hastasına karşı dürüst olacaktır. Başka hekimlere karşı dürüst olacaktır. Ve en önemlisi, kendisine karşı dürüst olacaktır. Cerrahi, bilim, sanat ve uygulama (teknik) olduğu için, bilim de dürüst olacaktır, sanatta dürüst olacaktır, teknikte dürüst olacak­tır.."

17 Nisan perşembe akşamı Türk Ziraatçılar Derneği'nin lokalinde, "ABECE" Dergisinin yemeği vardı. Aynı anda, SHP'nin Malte­pe'de Köşk Düğün Salonu'nda, "Köy Enstitüleri Gecesi" olduğu için yemekte çok kalamadım. "ABECE" ciddi bir eğitim, öğretim dergi­si. Köy Enstitüleri Gecesi iyi düzenlenmemişti. Konuşacakları açıklananlardan kimileri gelmemişti, yoktu. Ancak, bu yıldönü­münde, SHP'nin Köy Enstitülerine sahip çıkması, onu değerlen­dirmesi küçümsenemezdi. Ama, SHP'de oncağız sahip çıkabiliyor­du demek!

Rauf înan'ı, Şevket Gedikoğlu'nu, Hamdi Konur'u dinledim. Eski Senatör Niyazi Ünsal o gün, Tonguç'un mezarına gidip saygı duruşunda bulunmuş...

Orada çok kalmadım. Yunanlı gazeteci Katherina Mistakidou'- nun evinde, yabancı basın için verdiği kokteyle gittim. Orada Uni­ted Press International (UPI) muhabiri Thomas Goltz'la tanıştım.

Thomas'ın eşi Türk. Adı, Hicran Öge Goltz. Hacettepe'de doktor. İyi bir Cumhuriyet okuru; UPI muhabiri Goltz, konuşurken şöyle dedi;

- Sizin domuzla ilgili birçok yazınızı; ben ajansa haber olarak verdim.

Vay canına, bizim Türkiye'deki domuz olaylarım tüm dünya okudu demek! diye düşündüm. Önemli olan, bağnazlığın yıkılma­sı, konunun ekonomik ve beslenme yönünden ele alınmasıydı. Bu konuda büyük yol alındı...

20 Nisan 1986