Hasanoğlan Köyü'nün muhtarı Ahmet Çakır, bir gün şöyle demişti;
-Köy Enstitülerinin kurucusu Tonguç, enstitüye de bir de mescit açsaydı, sanki enstitüler kapatılmaz mıydı? Bu kez de, "gerici" diye kapatılırdı!
"-Komünist yuvası" diye kapatılan Köy Enstitülerinde, Tonguç bir de protein gereksinimi var diye, domuz yetiştirmeye kalksaydı, aboov, ne olurdu kim bilir?
Domuz yetiştirme, beslenme ile ilgili yazıların yankılan, etkileri gerçekten büyük oldu. Okur katında genel olarak olumlu olduğunu söylemeliyim. Gezip tozduğum yerlerde, okurlar bu konuyu açıyorlar, gülümseyerek konuşuyorlardı. Bir okur;
-Ortaya bir domuz konusu attınız; herkes sakız gibi çiğnemeye başladı! dedi.
Gölcük'ün Şirin Köyü’nde Arık Ateş adında bir vatandaş domuz çiftliği kurmuş, yıllardır işletiyordu, işin ilginç yanı, Arık Ateş in eski bir imam oluşuydu:
Silivri'den sonra, bir süre dinlendiğim Marmaris Ziraatçiler Kampı'nda, tanrımcı arkadaşlar, domuz üzerine öyküler anlatıyorlardı. Yaban domuzlarıyla savaş konusunda çalışmalar yapılmaktaydı yıllardır. Bir yaban domuzunun kuyruğunu getirene beş mermi veriliyordu. Yaban domuzu avına çıkanlara bir gün, bir İtalyan da katılmıştı. Köylüler yaban domuzunu vurduktan sonra, kuyruğunu kesiyorlar, domuzu orada, ortada bırakıyorlardı. İtalyan;
- Domuzu bana bırakın! dedi. Derisini yüzdüler. İtalyan domuzdan bir pirzola yapıp yerken, domuzu vuranlar azıklarım çıkarmışlar, zeytin ekmek yiyorlardı.
Karadeniz dolaylarında, Kastamonu yöresinde gizlice domuz eti yiyenler yok değildi. Onlar yediklerinin duyulmasından çekiniyorlardı
Marmaris'te Tilla Restaurant'ın sahibi Ahmet Bey anlattı; Datça'da lokanta sahibi bir arkadaşına, vurulan yaban domuzları getiriliyormuş. Sormuş;
- Yaban domuzu etini kimler yiyor?
- Yerlilerden yabancılara kalmıyor! karşılığını almış. Datça çevresindeki kamplara gelen, çoğu eski-yeni kodamanlar, domuz etine bayılıyorlarmış...
İskenderun'dan K. Karaçevirgen,
Bir süredir köşenizde domuz eti konusunda bir tartışmadır (buna tartışma da diyemeyeceğim, çünkü tartışmanın taraflarından biri olması gereken yeterli proteinden yoksun halk kesimi görüşünü bildirmiyor) sürmektedir. Bu konuda düşündükleriniz doğru olabilir, hatta doğrudur da. Yalnız bir doğru, bir gerçek daha var ortada. Siz önce Türk halkına yeterli protein alamayanlara özellikle, proteinin önemini anlatın, benimsetin bu konuyu. Bence birinci derecede önemli olan bu.
Ondan sonra bu gereksinimlerim en kolay ve en bol nasıl sağlayacaklarına, domuz eti konusuna gelir sıra. Siz işe buradan başlayacağınıza domuz etinden başlıyorsunuz
diyor, şöyle bağlıyor mektubunu;
Sayın Ekmekçi, bildiğim kadarıyla köy kökenli değilseniz bile, köylüye çok yakın olan kasaba kökenlisiniz. Türk halkının köylü- kasabalı kesimini iyi tanımanız gerekir. Bu insanlar aç ölür, gider de domuz eti yemez. Daha etin insan yaşamındaki önemini bilmeyen kimselere siz domuz etinin önemim anlatmaya çalışıyorsunuz. Bu kesimin, bu konulardaki değer yargılarım, duyarlılığım ve bilinç düzeyini göz önüne almak gerekir. Gerçekçi olalım lütfen. Sonsuz saygılarımla.
Köy Enstitüleri'nde, eğitim şefi, eğitim başı, yönetici olarak yıllarca çalışmış, sonra emekli olup İzmir'e yerleşmiş Lütfi Dağlar anlattı. Köy Enstitüleri'nde bir domuz kitabının başından geçenleri...
1944-1945 öğretim yılı aşağı yukarı; Lütfi Dağlar, Adana yöresinde kurulan Düziçi Köy Enstitüsünün müdürü, bir gün postacı Hoke Dayı, Bahçe ilçesinden okulun postasını getirir, getirdikleri arasında "Türkiye'de Domuz Yetiştirme ve Yararlan" gibi bir kitap da vardır. Kitabı Alpullu Şeker Fabrikası mühendislerinden biri yazmıştır. Lütfi Dağlar adım anımsamıyor. Lütfi Dağlar, kitabı bir haftada okur, bu kitaptan dördüncü, beşinci sınıf öğrencilerine vermek için 150-200 kadar getirtir. Öğrencilere armağan eder, bir de konuşma yapar;
- Sevgili öğrencilerimiz, biliyorsunuz ki, Müslüman halkımız domuzu sevmez, etini yemeyi haram sayar. Halkımızın sürüp giden bu inanışına karışamam, yalnız şu kadarım söylemek isterim ki, çeşitli dinlerdeki bir kısım uluslar ve halklar domuz eti yemekte, yetiştirmektedirler. Böylece iyi de beslenmekteler. Bu kitabı dikkatle okuyun, bir şartla ki, domuzla ilgili duygu Ve düşüncelerinizin eski etkisini bir yana bırakarak okuyun, aklınızın egemenliğinde okuyun. Yurdumuzda bolca domuz yetiştirilirse, ekonomimize nasıl bir katkıda bulunabileceğini de okuduktan sonra, tartışın, tartışalım. Öğretmenleriniz de okuyacaklar sanırım.”
Öğrenciler, kitabi okurlar; aralarında günlerce, haftalarca tartışmalar sürer. Domuz eti yeme-yememe konusunda az dururlar ama ekonomiye katkısında birleşirler. Köylerde nasıl uygulanabilir? Tartışması bir hayli güç. Bunu da "Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır"a bırakırlar. Çünkü, bırakmamak Köy Enstitüsü düşmanlarına fırsat vermek olacaktır.
1946-47 öğretim yılı gelir çatar. Bakanlıkta hava değişikliği başlamıştır. Haşan Ah Yücel, Hakkı Tonguç giderler, yerlerine Reşat Şemsettin Sirer ile Kazım Koni gelirler.
Hava değişince, Köy Enstitüleri'nde sıkı bir denetleme başlar; denetçi üstüne denetçi gelir. Uzmanlı muzmanlı denetlemeler günlerce, haftalarca sürer. Hiçbir punt bulunamaz.
1947 Ocak ayı başlarında Milli Eğitim Bakam Reşat Şemsettin Sirer, İlköğretim Genel Müdürü Kazım Koni, Talim Terbiye Başkanı Kadri Yörükoğlu, daha bir sürü yetkili gelirler. Bir gün kalırlar, grup grup incelemeye başlarlar. İşte o sırada, bakan bir öğrencinin sırasında domuzculukla ilgili kitabı görür. Öğrencilere sorular yöneltir; öğrenciler domuz yetiştirmenin yurt ekonomisine verimli katkıları olacağım belirtirler. Bakan, sınıftan çıkarken kitabı da yanma alır; Bakan, Lütfi Dağlar’a konuyu açar, o da olanı biteni olduğu gibi anlatır. Bakan, bu konuyu ayrıca görüşüp tartışalım der, gider. Ancak, bir daha ne görüşülür, ne de tartışılır; Lütfİ Dağlar;
- Sanırım, dedi, Bakan Almanya'da öğrenci müfettişiyken epeyce domuz eti yemiş olacaktı ki, bir bağnazlık tepkisi göstermedi!
5 Ağustos 1985