11. Bir Kitabın Serüveni

Hasanoğlan Köyü'nün muhtarı Ahmet Çakır, bir gün şöyle demişti;

-Köy Enstitülerinin kurucusu Tonguç, enstitüye de bir de mes­cit açsaydı, sanki enstitüler kapatılmaz mıydı? Bu kez de, "gerici" diye kapatılırdı!

"-Komünist yuvası" diye kapatılan Köy Enstitülerinde, Tonguç bir de protein gereksinimi var diye, domuz yetiştirmeye kalksaydı, aboov, ne olurdu kim bilir?

Domuz yetiştirme, beslenme ile ilgili yazıların yankılan, etkile­ri gerçekten büyük oldu. Okur katında genel olarak olumlu oldu­ğunu söylemeliyim. Gezip tozduğum yerlerde, okurlar bu konuyu açıyorlar, gülümseyerek konuşuyorlardı. Bir okur;

-Ortaya bir domuz konusu attınız; herkes sakız gibi çiğnemeye başladı! dedi.

Gölcük'ün Şirin Köyü’nde Arık Ateş adında bir vatandaş domuz çiftliği kurmuş, yıllardır işletiyordu, işin ilginç yanı, Arık Ateş in eski bir imam oluşuydu:

Silivri'den sonra, bir süre dinlendiğim Marmaris Ziraatçiler Kampı'nda, tanrımcı arkadaşlar, domuz üzerine öyküler anlatıyor­lardı. Yaban domuzlarıyla savaş konusunda çalışmalar yapılmak­taydı yıllardır. Bir yaban domuzunun kuyruğunu getirene beş mermi veriliyordu. Yaban domuzu avına çıkanlara bir gün, bir İtal­yan da katılmıştı. Köylüler yaban domuzunu vurduktan sonra, kuyruğunu kesiyorlar, domuzu orada, ortada bırakıyorlardı. İtalyan;

- Domuzu bana bırakın! dedi. Derisini yüzdüler. İtalyan domuz­dan bir pirzola yapıp yerken, domuzu vuranlar azıklarım çıkar­mışlar, zeytin ekmek yiyorlardı.

Karadeniz dolaylarında, Kastamonu yöresinde gizlice domuz eti yiyenler yok değildi. Onlar yediklerinin duyulmasından çekiniyorlardı

 

Marmaris'te Tilla Restaurant'ın sahibi Ahmet Bey anlattı; Dat­ça'da lokanta sahibi bir arkadaşına, vurulan yaban domuzları getiriliyormuş. Sormuş;

-    Yaban domuzu etini kimler yiyor?

-  Yerlilerden yabancılara kalmıyor! karşılığını almış. Datça çev­resindeki kamplara gelen, çoğu eski-yeni kodamanlar, domuz eti­ne bayılıyorlarmış...

İskenderun'dan K. Karaçevirgen,

Bir süredir köşenizde domuz eti konusunda bir tartışmadır (buna tartışma da diyemeyeceğim, çünkü tartışmanın taraflarından biri olması gereken yeterli pro­teinden yoksun halk kesimi görüşünü bildirmiyor) sürmektedir. Bu konuda düşündükleriniz doğru olabilir, hatta doğrudur da. Yal­nız bir doğru, bir gerçek daha var ortada. Siz önce Türk halkına ye­terli protein alamayanlara özellikle, proteinin önemini anlatın, be­nimsetin bu konuyu. Bence birinci derecede önemli olan bu.

Ondan sonra bu gereksinimlerim en kolay ve en bol nasıl sağla­yacaklarına, domuz eti konusuna gelir sıra. Siz işe buradan başla­yacağınıza domuz etinden başlıyorsunuz

diyor, şöyle bağlıyor mektubunu;

Sayın Ekmekçi, bildiğim kadarıyla köy kökenli değilseniz bile, köylüye çok yakın olan kasaba kökenlisiniz. Türk halkının köylü- kasabalı kesimini iyi tanımanız gerekir. Bu insanlar aç ölür, gider de domuz eti yemez. Daha etin insan yaşamındaki önemini bilme­yen kimselere siz domuz etinin önemim anlatmaya çalışıyorsunuz. Bu kesimin, bu konulardaki değer yargılarım, duyarlılığım ve bi­linç düzeyini göz önüne almak gerekir. Gerçekçi olalım lütfen. Son­suz saygılarımla.

Köy Enstitüleri'nde, eğitim şefi, eğitim başı, yönetici olarak yıl­larca çalışmış, sonra emekli olup İzmir'e yerleşmiş Lütfi Dağlar anlattı. Köy Enstitüleri'nde bir domuz kitabının başından geçenle­ri...

1944-1945 öğretim yılı aşağı yukarı; Lütfi Dağlar, Adana yöre­sinde kurulan Düziçi Köy Enstitüsünün müdürü, bir gün postacı Hoke Dayı, Bahçe ilçesinden okulun postasını getirir, getirdikleri arasında "Türkiye'de Domuz Yetiştirme ve Yararlan" gibi bir kitap da vardır. Kitabı Alpullu Şeker Fabrikası mühendislerinden biri yazmıştır. Lütfi Dağlar adım anımsamıyor. Lütfi Dağlar, kitabı bir haftada okur, bu kitaptan dördüncü, beşinci sınıf öğrencilerine ver­mek için 150-200 kadar getirtir. Öğrencilere armağan eder, bir de konuşma yapar;

- Sevgili öğrencilerimiz, biliyorsunuz ki, Müslüman halkımız do­muzu sevmez, etini yemeyi haram sayar. Halkımızın sürüp giden bu inanışına karışamam, yalnız şu kadarım söylemek isterim ki, çeşitli dinlerdeki bir kısım uluslar ve halklar domuz eti yemekte, yetiştirmektedirler. Böylece iyi de beslenmekteler. Bu kitabı dik­katle okuyun, bir şartla ki, domuzla ilgili duygu Ve düşüncelerini­zin eski etkisini bir yana bırakarak okuyun, aklınızın egemenliğin­de okuyun. Yurdumuzda bolca domuz yetiştirilirse, ekonomimize nasıl bir katkıda bulunabileceğini de okuduktan sonra, tartışın, tartışalım. Öğretmenleriniz de okuyacaklar sanırım.”

Öğrenciler, kitabi okurlar; aralarında günlerce, haftalarca tar­tışmalar sürer. Domuz eti yeme-yememe konusunda az dururlar ama ekonomiye katkısında birleşirler. Köylerde nasıl uygulanabi­lir? Tartışması bir hayli güç. Bunu da "Her yiğidin bir yoğurt yiyi­şi vardır"a bırakırlar. Çünkü, bırakmamak Köy Enstitüsü düş­manlarına fırsat vermek olacaktır.

1946-47 öğretim yılı gelir çatar. Bakanlıkta hava değişikliği baş­lamıştır. Haşan Ah Yücel, Hakkı Tonguç giderler, yerlerine Reşat Şemsettin Sirer ile Kazım Koni gelirler.

Hava değişince, Köy Enstitüleri'nde sıkı bir denetleme başlar; denetçi üstüne denetçi gelir. Uzmanlı muzmanlı denetlemeler gün­lerce, haftalarca sürer. Hiçbir punt bulunamaz.

1947 Ocak ayı başlarında Milli Eğitim Bakam Reşat Şemsettin Sirer, İlköğretim Genel Müdürü Kazım Koni, Talim Terbiye Başka­nı Kadri Yörükoğlu, daha bir sürü yetkili gelirler. Bir gün kalırlar, grup grup incelemeye başlarlar. İşte o sırada, bakan bir öğrencinin sırasında domuzculukla ilgili kitabı görür. Öğrencilere sorular yö­neltir; öğrenciler domuz yetiştirmenin yurt ekonomisine verimli katkıları olacağım belirtirler. Bakan, sınıftan çıkarken kitabı da yanma alır; Bakan, Lütfi Dağlar’a konuyu açar, o da olanı biteni olduğu gibi anlatır. Bakan, bu konuyu ayrıca görüşüp tartışalım der, gider. Ancak, bir daha ne görüşülür, ne de tartışılır; Lütfİ Dağlar;

- Sanırım, dedi, Bakan Almanya'da öğrenci müfettişiyken epey­ce domuz eti yemiş olacaktı ki, bir bağnazlık tepkisi göstermedi!

5 Ağustos 1985