Sonsuzluğa Yolculuk

Ekmekçi, diğerkâm bir insandır: Karşılık beklemeden kimin ne sorunu var, yardımcı olmaya çalışmıştır. Başkalarının her derdine koşan, çare olmaya çalışan Ekmekçi, kendisiyle pek ilgili değildir. Tüm uyarılara kar­şın sağlığını da ihmal etmektedir. Bu ihmalinin O'nu aramızdan ayrılacağı son yolculuğuna doğru götürmekte olduğunu ise görmek istememektedir.

"İkiz gibiydik" dediği ablası Meryem Gelmez'i 14 Nisan 1997'de yitirmesi O'nu sarsar;16 gün sonra ileri dere­cede zatürree yüzünden kaldırıldığı  Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde tüm çabalara karşın sağlığına kavu­şamaz ve tedavi gördüğü İbni Sina Hastanesi'nde 21 Mayıs 1997'de aramızdan ayrılır. (BELGE NO: 26; 27)

YAYIMLATMADIĞI SON YAZISI  (Cumhuriyet  22 Mayıs 1997)

Mustafa Ekmekçi, 30 Nisan Çarşamba günü hastaneye kaldırılışının hemen ardından kendisini ziyaret eden Cüneyt Arcayürek ve Mustafa Balbay'a, aşağıdaki son yazısının konusunu "dizi" olarak kaleme almayı planla­dığını, ancak sadece ilk bölümünü yazdığını söyledi. Yazarımızın, "Birincisi yayımlanır da ikincisinin yayımlan­ması uzun sürerse okurlara ayıp olur"  diyerek yayına koydurmadığı yazıyı, aşağıda veriyoruz.

YARGIDA, DİNCİ AYAK OYUNLARI...(1)

Yargıç, savcı adaylığı yazılı sınavı çoktan bitti. Sonuçlar ilan edildi.

İlan tarihi ilginçti: 28 Şubat 1997 günü. O gün MGK'nin sekiz yıllık ilköğretimle ilgili bir toplantısı olmuştu; apar topar yazılı sınav sonuçları açıklandı. Daha açıklama aşamasında değildi, ama iş hızlandırıldı! 28 Şubat 1997 Cuma günü, basının önünde -tabii sağcı, dinci basının- bu sonuçlar açıklandı. Ondan bir gün sonra, 1 Mart 1997 Cumartesi günü, "Zaman" gazetesinde, kazananların adları, aday numaraları ile birlikte, tam liste olarak çıktı. "Zaman" ın haberinde listelerin 4 Mart 1997 Salı günü bakanlıkta ilan edileceği de duyuruldu. Zaman, böylece basını atlatmış oldu!

Yazılılardan sonra, şimdi yüz yüze görüşme "mülakat" sınavları yapılıyor. O da, 28 nisan pazartesi günü baş­ladı, 22 mayısa dek sürecek. Bu dönemde, 17 çalışma günü var; yazılıları 4500 aday adayından 1726'sı ka­zandığına göre, günde 100'er kişilik gruplar halinde "mülakat" a alıyorlar. Son gün belki de 112 kişi olacak.

Yargıç, savcı adaylarıyla bu yüz yüze görüşmeyi beş kişilik bir kurul gerçekleştiriyor. Bu kurulun başkanı Adalet Bakanlığı Müsteşarı Cengiz Yelbaşı ya da onun görevlendireceği bir müsteşar yardımcısı, ayrıca Hukuk İşleri Genel Müdürü Faruk Bal, Ceza İşleri Genel Müdürü Abdülvahap Erkan, Personel Genel Müdürü İhsan Erbaş.

Son günlerde bakanla müsteşar arasında bir sorun olduğu ortaya çıktı mı? Çünkü, "Mülakat" kuruluna Müsteşar Cengiz Yelbaşı katılmadı, yerine yardımcısı Ahmet Akyalçın'ı görevlendirdi. Ahmet Akyalçın'ın gel­mesi vaizin baskısıyla olmuş olmasın? Ya da Müsteşar Cengiz Yelbaşı, "Zararın neresinden dönsem kârdır"  diye düşünmüş olamaz mı? Belki de Müsteşar Cengiz Yelbaşı, "bakanlıkta işlerinin yoğun olduğunu" ileri sür­müş olabilir...

Abartma değil, günde 100 kişi "mülakat" a giriyor. Normal bir çalışma izlencesi düşünülürse -ki mülakat kuru­luna giren kişiler, bakanlığın en üst düzeyinde bulunan kişiler, bunların bakanlıkta günlük işleri de var, Anadolu'dan gelen işler var- Sabah en erken 10.00'da yargıç, savcı adaylarıyla yüz yüze görüşme "mülakat"  başlar. Bu, normal olarak saat 12.00'de biter. Öğle arası verilir, 14.00-16.00 arası, günlük dört saatlik bir ça­lışma olanağı var; 4x60 = 240 dakika eder; bunun en az kırk dakikası adayların çağrılmasıyla ilgili bir çeşit mübaşirlik işleridir. Geriye 200 dakika kalır. Kişi başına en çok iki dakika düşer. İki dakikada, bir yargıç, bir savcı seçiliyor!

Şimdiye değin, böylesine yoğun bir "mülakat" havası yaşanmadı. Bu sayı, daha önceleri en çok 50 sayısında tutuldu. Gerçekte, elli kişi bile çoktu. Bir önceki sınavda elli kişiydi, o zaman ona bile itirazlar olmuştu. "25 kişi olsun" deniyordu. Günde 100 kişinin sınava alınıp "mülakat" döneminin sıkıştırılması REFAHYOL iktidarının gidiciliği ile mi ilgiliydi? Yeni bir iktidar oluşmadan, birtakım imam-hatip kökenlileri, ivedi savcılık, yargıçlık uğ­raşına sokmakla ilgili olabilir miydi? Adayların büyük çoğunluğunu, imam-hatiplilerin oluşturdukları kesin. Bir de önceki sınavlarda kazanamayanlar var, onlar da imam-hatipli. İkinci, hatta üçüncü kez sınavlara girenler. Daha önce "Ankara Notları" nda çıkmıştı, dördüncü kez giren birisi var, o da son yazılıda sınavları kazandı, şimdi "mülakat" a girecek.

Bu olay başlayalı, Adalet Bakanlığı hareketlendi. Bir de adaylardan kimileri, özellikle bayan adaylar, fotoğraf olarak "başörtülü" fotoğraflarını verdiler. Bunu bakanlık kabul etti, güvenlik soruşturması için Emniyet Genel Müdürlüğü'ne yollanan dosyalarda da, bu "başörtülü" fotoğraflar var. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün bu konuda bir genelgesi vardı; genelge kimi kamu kuruluşlarına yollanmıştı; bayan personelin 657 sayılı Devlet Personel Yasası'na göre, baş açık biçimde fotoğraf yapıştıracakları, aksi halde, bunların geri yollanacağı yolunda bir genelgeydi bu. Gece yarısı baskınıyla, göreve getirilen Kemal Çelik, bakalım bu genelgeye sahip çıkacak mı? Kemal Çelik, bugüne değin, böyle "başörtülü"  fotoğraf çektirenlerin başvurularını geri çevirmedi!

Bakanlıkta ilginç olaylar gözleniyordu. 28.4.1997 günü, üniformalı bir yargıç albayın, bakanlık koridorlarında üç türbanlı bayanla dolaştığı görüldü. Bayanların yalnız gözleri görünüyordu. Herhalde, yargıç ya da savcı ada­yıydılar!

Sözlü mülakatın "yüz yüze görüşmenin" amacı neydi yönetmeliğe göre? Yönetmelik, "Mülakatın amacı, yargıç ya da savcı adayının konuları kavrama yeteneği, tutum, davranışları, konuşma özellikleri, fizik yapısı gibi sap­tamalarla ilgilidir" demekteydi. Laik Türkiye Cumhuriyeti'nde, iki dakikada "mülakatla" yargıç, savcı seçimi nasıl olabilir? Yoksa, hazır listeler var da, onlar mı onaylatılmak isteniyor? Daha önceleri, "Ankara Notları" nda yazmıştım. RP'li Hasan Hüseyin Ceylan'ın Yenimahalle Refahçıları ile işbirliği yaparak düzenlediği tezgâhlardan biri daha mı oynanmak isteniyor? Başörtüsüz bir aday, bir Refahlı'ya, yardımcı olması için başvurmuştu. Şu yanıtı mı aldı:

-İmam-hatiplilere öncelik tanıyoruz. Öncelik onların!

Yazılı sınav sonuçları açıklandıktan sonra, kazanamayanların büyük bir bölümü itiraz etti sınav sonuçlarına. 300 kişinin itirazı kabul edildi. Böylece, 2000 kişi kazanmış sayıldı, yazılıları. 4500 kişiden daha bir bölüğünün itirazları inceleniyormuş. Anlayacağınız tam bir curcuna!1

Mustafa Ekmekçi, yaşamı süresince  sevgi dolu yüreğiyle bir nakış gibi işlediği dostluklarla örülen, Türkiye mozaiğinden binlerce insanın katıldığı bir törenle 23 Mayıs 1997 Cuma günü Ankara Cebeci Asri Mezarlığı'nda bir akağacın altında sonsuzluğa yolcu edilir.

ÖLÜMDEN SONRA YARGILAMA!

Ekmekçi, bir sevgi seliyle sonsuzluğa yolcu edilir; ama devlet, "ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü" bozduğu iddiasıyla peşindedir: İHD'nin İnsan Hakları Haftası dolayısıyla 10, 12, 14 Aralık 1996 tarihlerinde dü­zenlediği toplantılarda yaptığı konuşmada Terörle Mücadele Kanunu'nun 8/1  maddesine aykırı hareket ettiği iddiasıyla Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde dava açılmıştır.

Ankara 2 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde 25 Haziran 1997 tarihinde  yapılan ilk duruşmada mübaşi­rin bağırarak  ilk sanık olarak Mustafa Ekmekçi'yi çağırması  davayı izlemeye gelen başta eşi Aldoğan Hanım olmak üzere herkese tanımlanması zor duygusal anlar yaşatmıştır.

Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı  Hamdi Keleş tarafından O'nun hastanede yaşam mücadelesi verdiği sırada 12 Mayıs 1997 tarihinde hazırlanan, 1997/46 No'lu iddianamede; Ekmekçi'nin söz konusu toplantılarda "... sa­vaşı elbette reddedeceklerdir, ancak Sadun'un dediği gibi bu savaşın nedenleri var. Bu nedenlerin, en önem­lisi, çok derinlerine indiğim olmuştur. Söylemişim. Hatta şöyle köy enstitüleri kapatılmamış olsaydı Güneydoğu ve Kürdistan'da bu savaş olmazdı, eğitilmemiş insanlar... topluma kazandırılmamış insanlar savaştan başka ne düşünecekler..." şeklinde konuşarak, "... Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir bölümünü ırki bir düşünceyle Kürdistan olarak nitelediği; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin güvenlik kuvvetlerinin teröristlere karşı mücadele­sini bir savaş şeklinde açıkladığı; bu belirleme ile yasadışı PKK örgütünün faaliyetlerine meşruiyet kazandırma çabası içerisine girdiği; bu fiilinin 3713 Sayılı Yasanın 8'inci maddesine uyduğu", yani "Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan propaganda yaptığı" öne sürülerek cezalandırılması talep edilmektedir. (BELGE NO: 31)

Türkiye'nin çarpıcı ve acı bir gerçeği olarak kamu vicdanında derin yaralar açan bu davanın 30 Aralık 1997 ta­rihinde Ankara 2 Numaralı DGM'de yapılan son duruşmasında Recep Doğaner, Akın Birdal, Ragıp Duran ve Mustafa Kahya beraat ederken; Haydar Kaya bir yıl hapis 600.000 lira  ağır para cezasına çarptırılmıştır. Mustafa Ekmekçi ile ilgili kamu davası ise ölümü nedeniyle ortadan kalkmıştır. (BELGE NO: 32)

  • 1. Mustafa Ekmekçi, "Yargıda, Dinci Ayak Oyunları...(1)," Cumhuriyet, 22 Mayıs 1997.