Mustafa Ekmekçi'nin Gazeteciliği

1957'lerde, Ulus' ta 'Yurt Köşelerinde' başlığıyla yayımlanan gözlemler, Ankara basınına adım atmamı sağ­ladı. Ulus' un Genel Yayın Müdürü İhsan Ada, Yazıişleri Müdürü Nihat Subaşı, postayla yolladığım yazıları ya­yımlarlardı... Muhabirlikle ilk, Yeni İstanbul' da yüz yüze geldim.1

Eskiden, yazı yazanları gazeteci saymazlardı. 'O yazar!' derlerdi. Gazetecilik, habercilik başka bir şeydi. 1959'da Mehmed Kemal, Yeni İstanbul' a çağırarak,

-Gel, seni gazeteci yapalım!  dediğinde çok şaşırmıştım.

-Ben gazeteci değil miyim?

-Hayır, sen yazarsın!  demişti.

Ulus gazetesinde, haftada birkaç gün yazılarım çıkıyordu. Mehmed Kemal onları okumuştu. Bir yandan Ulus' taki yazılarımı da sürdürebilirdim. Muhabirliğe başladım. 15 günde mi ne kovuldum!

Bir gün gazetenin Ankara bürosuna, İstanbul'dan bir yönetici gelmişti, adı sanıyorum Mahir Güğümcüoğlu'ydu. O gün, büroya Köy Enstitülü öğretmen Mahmut Makal uğramıştı. Ayaküstü konuştuk. Gitti. Yönetici, bana sordu:

-Burada kime geliyor bu?

Olayı hemen şavullamıştım, 

-Herkese gelir!  dedim, herkesin arkadaşıdır...

Sesini çıkarmadı. İstanbul'a gider gitmez, görevime son verilmesini istemiş. Mehmed Kemal de Ankara'da yoktu. Kovulmama engel olamamıştı. İş aramaya başladım, artık muhabir olarak iş arıyordum. Ekmeğimi ondan kazanacaktım...2

Fırtına gibi geçen bir aylık muhabirlik dönemimi unutmadım. Basın kartı için doldurduğumuz kağıtlara yıllarca, çalıştığım gazeteler arasında, Yeni İstanbul  adını da yazdım...3

Ekmekçi, Demokrat Parti iktidarına karşı muhalefetin giderek arttığı bir dönemde, Yeni İstanbul' da işine son verildikten kısa bir süre sonra 1 Ekim 1959'da 648 lira 87 kuruş brüt ücretle Vatan gazetesinin Ankara büro­sunda muhabir olarak çalışmaya başlar... Kitabın hazırlanışı sırasında  yaptığımız bir görüşmede , 30 Mayıs 1980-27 Haziran 1982 tarihleri arasında ÇGD genel başkanlığını da yürüten Mahmut T. Öngören'in, Ankara Radyosu Program Müdürü olduğu Eylül 1959'da, 550 lira brüt maaş aldığına ilişkin saptaması göz önünde tu­tulduğunda, ayrıca bir üniversite asistanının da aynı tarihte brüt 708 lira maaşı bulunduğu anımsandığında işe yeni başlayan bir muhabirin o yıllardaki yüksek ücret düzeyi dikkat çekicidir. Basında, 1998 yılında 1 Ağustos'ta mesleğe yeni giren bir muhabirin brüt 47 milyon 839 bin 500 lira asgari ücret aldığı (net: 32 milyon 271 bin 818 lira); 7'nci dereceden işe başlayan bir üniversite asistanının eline brüt 137 milyon lira (net:110 milyon lira) maaş geçtiği göz önünde tutulursa 40 yıllık süreçte gazeteciliğin içine düştüğü durum vahimdir. (BELGE NO: 2/a-2/b; 3)

Ekmekçi, Vatan' da daha çok eğitim ağırlıklı haberler yazmıştır; Milli Eğitim Bakanlığı'nda olup biten her şey­den anında bilgi sahibi olmaktadır.

Vatan' da başlar başlamaz ilk haberini patlatır:"'Eğitim Komisyonu Raporu' Bakanlıkça Çok Gizli Tutuluyor"  Haberde, "Bütün eğitim durumunu kötüleyen rapora göre öğretmen azlığında dünya birincisiyiz" denilmektedir. Ertesi gün 7 Kasım 1959 tarihli Vatan' da da haber yine manşetten "Eğitim Raporu İnkılapların Muhafazası Üstünde Duruyor" başlığıyla verilir.

VATAN'I KAPATTIRAN HABER

Hemen arkasından çıkan ikinci haberi Türkiye gündemine bomba gibi düşer. "Atatürk Üniversitesini Gerici Cereyanlar Sardı" manşetiyle çıkan haberin, "Belirli bazı öğretim üyeleri ile öğrenci gruplarının devrimlere karşı açıkça cephe aldıkları bildiriliyor. Devrimci profesörler Erzurumdan uzaklaştılar" alt başlıklarından sonra haber şöyle başlamaktadır:

"ANKARA,15- Atatürkün adı verilen Erzurumdaki Atatürk Üniversitesinde bazı öğretim üyeleri ile öğrenciler arasında koyu bir Atatürk ve devrim aleyhtarlığı başgösterdiği anlaşılmış bulunmaktadır.

Erzurumda yayınlanan bir gazeteyi ocak haline getiren bazı profesörlerle öğrenciler, açıkca yapılan toplantı­larda 'Atatürk devrimlerinin lüzumsuz bir hareket olduğunu, Atatürkün peşin bir hükümle büyütüldüğünü, as­lında alelade bir insan olduğunu' söylemektedir.4

Gazete bir ay süreyle kapatılır. Ancak, Ekmekçi gazeteciliğin "fikr-i takip" ilkesine taa çiçeği burnunda bir mu­habirken sıkı sıkıya bağlı olduğunu gösterir; gazete 16 Ocak 1960'ta yeniden çıkmaya başladığında 6 gün sü­reyle Atatürk Üniversitesi'ndeki gerçekleri kamuoyuna aktarmaya devam eder.

Mustafa Ekmekçi, meslek yaşamında önemli bir yer tutan bu haberin öyküsünü aradan geçen yirmi yıla karşın 8 Nisan 1981'de kaleme aldığı Ankara Notları' nda aynı heyecanı duyarak anlatmaktadır:

27 Mayıs 1960 öncesiydi. Vatan gazetesindeydim. Erzurum'dan Ankara'ya gönderilmiş bir mektupta, 'Erzurum Atatürk Üniversitesi'ni gerici cereyanların sardığı' belirtiliyor, Erzurum Üniversitesi'nin o zamanki rek­törünün, Atatürk aleyhine konuşmalar yaptığı anlatılıyordu. O rektör şimdi, Tercüman gazetesinde zaman za­man 'Yaşayan Dil' adı altında, Atatürk'ün Dil Devrimini eleştiren yazılar yazar durur... Kabaklı'lar filan daha o zaman şimdiki gibi çiçeklenmemişlerdi...

Haberi yazdık. Kısa bir süre sonra, Konya'daki Mevlana törenlerini izlemeye gönderildim. Daha vardığım ak­şam, arkadaşlarla oturduğum Konya Şehir Kulübünden haber yazdıracağım sırada, arkadaşlarım haber verdi­ler:

-Vatan, bir yazıdan dolayı bir ay süreyle kapatıldı. Sen köyüne git. Açıldığı zaman gelirsin...

Ertesi sabah, otobüste bir yer bulup ilçeye gittim. Gece vardım. Eş dostla, ilçenin Şehir Kulübüne girdik... Anam, babam çoktan ölmüşler. Bir kız kardeşim var ilçede. Daha biz çayı yudumlamadan, içeri elinde şemsi­yesiyle, çizmeli bir kişi, yanında arkadaşlarıyla girdi. Sordum, savcıymış.

Az sonra, savcı yanımdaki arkadaşlardan birini kahve ocağına çağırdı. Arkadaş, gidip döndü. Beni çağırdı. Birlikte kahve ocağındaydık. Savcı, şimdi Eyüp Savcısı Selçuk Bengi şöyle dedi:

-Ankara Savcılığından Yıldırım telgrafı geldi. Sizin hemen, Ankara'ya gönderilmenizi istiyorlar. Siz burada ne kadar kalacaksınız?

-Biliyorsunuz, biraz önce geldim... Siz ne zaman isterseniz, hareket ederim...

-Peki, dedi Selçuk Bey, akrabalarınızı görün, yarından sonra savcılığa gelin de görüşelim.

Haber, kısa sürede ilçeye yayılmıştı. Görenler:

-Hemen arkandan geldi telgraf, değil mi?  Diyorlardı.

Otobüse atlayıp işime döndüm. Savcıyı aramadan, haberi soruşturmak için arayıp konuştuğum haber kaynak­larını aradım. Şimdi öldü, bir profesör, o da Atatürk Üniversitesi'nde görev yapmıştı. Telefon edince:

-Gözüme görünme, dedi. Adımızı açıklamış, her şeyi anlatmışsın!

-Hayır, ben haber kaynağını açıklamadım... dedim. Profesör durdu:

-Bunu anlamıştım... dedi. Onun için, Savcıya, 'Efendim, Ekmekçi bana geldiği zaman, her şeyi biliyordu. Bana sadece doğruluk derecesini sordu. Ben de  'doğru' dedim...'  diye ekledi...

Ankara Savcısını aradım. Bekliyordu. Tek soru soruyordu:

-Bak Ekmekçi sen iyi bir çocuksun. Sana bir şey yaptırmayacağım... Ama, bu mektup kimden kime geldi? Şimdi mektup nerede? Bunu söyle bize...

Tam o sırada telefon çaldı. Savcı telefona gitti. Savcının durumu değişmişti. Şöyle konuşuyordu:

-Geldi efendim... Şimdi yanımda efendim... Bir şey söylemiyor, kaynağı açıklamıyor efendim. Delillerin lehinde olduğunu anladı efendim... Çalışıyoruz efendim...

Telefonu bıraktı döndü.

-Şimdi, gidebilirsin... dedi. Ama, aradığım zaman geleceksin...

-Tabii efendim...

Sonra, olayla ilgili olarak 'kovuşturmaya yer olmadığı' kararı verildi. Kararda, gazetecilik görevini yapmaktan başka bir işlevim olmadığı sonucuna varıldığından, bir işlem yapılmasına gerek görülmediği de belirtiliyordu.

Aradan on yıl geçti. Yıl, 1969. Zamanın AP Genel Başkanı Demirel'le, İzmir'e giden gazeteciler arasındaydım. Akşam Efes Oteli'nde verilen yemekte, yanıma şişmanca bir kişi düşmüştü.

-Beni tanıdın mı? diye sordu...

-Hayır, tanıyamadım...

-Tanıyamazsın tabii. İyi düşün bakalım... Ben, 1959 yılında seni ilçenden getirtip ifadeni alan savcıyım. Olayı anımsadın mı?

-Tabii, anımsamaz olur muyum? Peki, siz şimdi ne yapıyorsunuz?

-Emekli oldum, İzmir'de AP'nin Merkez İlçe Başkanıyım.

Heyecanla sordu:

-Hani, ben senin ifadeni alırken telefon çalmıştı, anımsadın mı?

-Evet, kimdi o?

-Celal Bayar'dı. Cumhurbaşkanı olarak, olayın üzerine titizlikle gidilmesini istemişti.5

Bir gün bir haber aldım: Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, izin almış, İzmir'e çekilmişti. Ortalık nasıl karışık. Haberi öğrenip yazdım. İstanbul'dan uyarmışlar:

-Bu arkadaşın haberlerine dikkat edin, tehlikeli haberler yazıyor!

İşe zaten zor girmişim! 27 Mayıs öncesinde, 555 K (5'inci ayın  5'inde saat 5'te Kızılay'da anlamında bir parola idi- M.A.) gibi gösterileri izlemem yasak gibiydi. Atatürk Bulvarı üzerindeki dairelerden birinin kapısını çalar, sorardım:

-Affedersiniz, ben gazeteciyim. Dışardaki olayları izlemek istiyorum. Pencerenizden bakabilir miyim?

-Tabii, derlerdi, onlar da pencerelerden bakıyorlardı.

Birinci Şube Müdürü Niyazi Bicioğlu,

-Ekmekçi'yi kalabalık içinde görürsek götüreceğiz  mi ne demiş, önlemi böyle almıştım.6

Toplumsal olaylar çığ gibi büyümekte, baskılar her geçen gün yoğunlaşmakta, ülkedeki gerginlik giderek art­maktadır. Demokrat Parti iktidarı 27 Mayıs 1960'da askeri darbeyle yıkılır. Türkiye tarihinde yeni bir dönem açılmaktadır.

Muhabirlikte yeni olduğum yıllar. Sokağa çıkamadım, basın kartım da yok: Kaldığım otelde çakıldım kaldım. Vatan' ın Ankara Temsilcisi Erol Ülgen'di. Telefon üstüne telefon bana:

-Acele gel. Bak, herkes İsmet Paşa'nın evine gidiyor. Arka yollardan dolaş, gazeteci olduğunu anlatamazsan. Ama, kesin gel...

-Ben gazeteciliği bırakıyorum...

-Niye?

-Gazeteciliğin gerekli olduğunu sanmıyorum bundan sonra...

-Sen deli misin? Asıl bundan sonra gazetecilik yapılacak...

Gerçekten de işi bıraktım. On-on beş gün dolaştım sağda, solda. Özgürlüğü, esen yeni soluğu yaşamaya ça­lıştım.

On beş gün sonra döndüm gazeteye. Meğer, 'o gazeteciliği bırakamaz, nasıl olsa döner, gelir' diye on beş gün izinli saymışlar...7

ANKARA'DA GAZETECİ OLMAK

"27 Mayıs olunca şapkamızı havaya attık. Biz bir yerde 27 Mayıs devrimini sevdik, özgürlükler getirdi 27 Mayıs Anayasası. Bu özgürlükler bize daha çok insan haklarına saygıyı getirdi. Ardından her on yılda bir darbe gelmeye başladı, onları bir bir yaşadık. Ankara'da yaşamak bir yerde bunlarla iç içe olmak demektir. Bakanlıklarda ne oluyorsa akşam üstü Kızılay'da öğrenebilirsiniz. Ama başka kentlerde öyle değildir. İstanbul'da radyodan öğrenirler. Biz radyodan öğrenmeyiz. Çıkın Kızılay'a, ne deyim bir genel müdürü görür­sünüz, bir müsteşarı görürsünüz."Haberin var mı yav, filan bakan istifa ediyormuş"  der. Size söyleyiverir or­dan...

"Ankara'da gazetecilik yapmak gerçekten zevklidir. Bir kere İstanbul'da gazetecilik yapmak çok zordur. Ben İstanbul'da gazetecilik yapamayacağımı düşünüyorum. Diyelim ki bir haber aldınız, olayın üstüne gideceksi­niz... Ohoo...  eskiden vapur beklerdiniz, şimdi köprüyü geçeceksiniz, köprüden öbür tarafa gideceksiniz, sanki her şey bitmiş gibi olur. Ankara bize avuç içi gibi gelir. Avuç içi gibi hemen derhal işlerimizi görüvere­cekmişiz gibi... Ankara'yı belkide çok sevmemde (bunun) bir payı var gibi gelir bana, o yön­den seviyorum..... Medyanın merkezleri genellikle İstanbul'da. Babıali dediğimiz basın merkezleri İstanbul'da... Ankara'da ne­dense gazeteler pek kolay kolay tutmaz.

...1950'li (1957-1960) yıllarda gazeteler gece yarısı çok geç saatlerde basılırdı. Ertesi günde trenle gelirdi ga­zete, bir gün sonra gelirdi. Teleks filan pek yok; iki üç gaze­tede var: Yeni İstanbul' da vardı, Vatan' da vardı, Cumhuriyet' te vardı, galiba başkalarında yoktu. Öbür gaze­teler telefonlarla haberlerini verirlerdi. Bırakın faksı, teleks bile yoktu o zamanlar. Öğleden sonra sinemaya gi­derdi gazeteciler. Saat 16.00'daki filmi görür 18.00'e kadar, sonra büroya gelir, birbirlerine sormaya başlarlar:

-Yahu bugün ne var, ne yapacağız?

Gazetelerde o zaman mesai sabahleyin değil akşam üzeri başlar, gece 12.00'ye 01.00'e kadar sürer; ondan sonra mingacıya gidilir. Minga, "tükrük köftesidir", onlar ekmek arasında yeyilir; sonra -Ankara'nın Babıali'si Ulus semtidir- oradan da eğlenceye, bara yahutta meyhaneye gidilir. Çok eskiden Karpiç'e giderlermiş, Karpiç Lokantası'na hatta bir yerde bugünün lokantalarının babasıdır Karpiç.8

Türkiye'de yeni bir dönemi başlatan 27 Mayıs İhtilali, Demokrat Parti iktidarını yargılamak amacıyla öncelikle bir Yüksek Soruşturma Kurulu oluşturmuştur. Kurulun çalışmalarından sonra yargılama aşaması başlayacaktır. İhtilalin üzerinden henüz iki buçuk ay geçmiştir ki Ekmekçi, Vatan' dan ayrılacağı günlerde haberini patlatır: "Yüksek Adalet Divanı Eylül Ayı Başında İlan Edilecek"

Manşetin altında yer alan "Derhal yargılamayı yapacak olan Yüksek Divanın nihai kararları Kasım sonunda ve­receği belirtiliyor. Soruşturma Kurulundan bir heyet daha gelecek" alt başlıklarından sonra haberde şöyle de­nilmektedir:

ANKARA 10 (Teleksle)- Yüksek Soruşturma Kurulunun İstanbulda bulunan üyelerinden üçü bugün uçakla İstanbuldan şehrimize gelmişler ve çalışmalar hakkında Merkez Soruşturma Kuruluna bilgi verdikten sonra ak­şam üzeri İstanbula dönmüşlerdir. Üyelerin geliş ve gidişleri gizli tutulmuştur. Şehrimize gelen üyeler, Merkez Soruşturma Kurulunun sabah saat ondan akşam on sekize kadar yaptığı toplantıya katılmışlar, bu arada, İstanbulda yapacakları çalışmalar konusunda yeni talimat almışlardır. Bilindiği gibi, İstanbulda üç ayrı kurul üyesi Yassıada'da düşüklerin ifadelerini almaya devam etmektedir..... Soruşturma ancak, eylül ayı başlarında bitecek ve yargılama eylülün ilk haftası içinde başlayacaktır. Aldığımız bilgilere göre, yargılamanın iki ay kadar süreceği düşüklerle ilgili kararların kasım başlarında verilerek Milli Birlik Komitesi'ne sunulacağı tahmin olun­maktadır.9

27 MAYIS'IN SÖZCÜSÜ

Ekmekçi,  ilk kez basın kartını Vatan' da iken  alır. (Basın Kartı No:1603) Bu arada kaldığı oteli de değiştirir ve Yeni Sanayi Çarşısı'ndaki Yuva Oteli'ne geçer. Bu  sıralar, İhtilal yönetiminin de destek verdiği söylenen Öncü gazetesi yayın hayatına hazırlanmaktadır. Oktay Ekşi, Nilüfer Yalçın, Yaşar Aysev, Oktay Kurtböke, Örsan Öymen, Altan Öymen, Sermet Çağan, Selçuk Altan, Hıncal Uluç, Ahmet Taner Kışlalı, Müşerref Hekimoğlu ve Kurthan Fişek gibi gazetecilerle birlikte Mustafa Ekmekçi de 15 Ağustos 1960'da Öncü' ye ge­çer. İmzaladığı sözleşmeye göre brüt ücreti 1374 lira 51 kuruş olup net 1000 lira almaktadır. Ücretini ikiye katlamıştır. Öncü' nün ilk sayısı 26 Ağustos 1960'ta çıkar. (BELGE NO: 4; 5/a-5/b; 6)

Milliyet' te de birlikte çalıştığı Örsan Öymen'in kendisine "Manşet Mustafa"  adını takmasına hak veren bir ga­zetecilik örneği gösterir; Öncü' nün memur maaşlarından, Yassıada yargılamalarına siyaset ve toplumsal ge­lişmeleri yansıtan manşetleri gün aşırı Ekmekçi'nin imzasıyla çıkmaktadır. İşte bazı çarpıcı örnekler:

"Dar Gelirli Her Aileye Bir Mesken/ Personeline tahsis etmek üzere daire ve müesseseler ev yapmaya mecbur olacak" (15 Eylül 1960)

"Memur Maaşına Zam İçin Yarım Milyar Ayrılıyor/ En düşük maaş 550 lira olacak" (25 Eylül 1960)

"Soruşturmalar 3 Ekim'de Bitiyor/ Tahkikat Komisyonu üyeleri için 15 yıl hapis cezası isteniyor. Kısas kararları için DP grup toplantı zabıtları inceleniyor. 397 milletvekili için ayrı cezalar isteniyor" (28 Eylül 1960)

"İdamı İstenilenler 44'e Çıktı/ DP milletvekillerinin hiçbiri yüksek Adalet Divanına gitmekten kurtulmadı" (30 Eylül 1960)

"Kurucu Meclis Başkanı Partili Olmıyacak/ Geçici Anayasa Lağvedilmiyor" (24 Kasım 1960)

"Maaşlara Yüzde 40 Zam Yapılıyor/ Girişilecek ucuzluk teşebbüsleri ile yapılacak zammın nisbeti hemen he­men yüzde yüzü buluyor" (3 Ocak 1961)

"Siyasi Faaliyetler Serbest Bırakılıyor/ Karar 20 Ocak'tan önce  tatbik sahasına konulacak.  Ancak bu faali­yete bazı sınırlar konulması yolunda temayül var. Komite kararı bugünlerde açıklanacak" (9 Ocak 1961)

"Elizabeth Cemal Gürsel ile Görüştü/ Kraliçe Hava Alanında (Esenboğa) Başkan Gürsel, Temsilciler Meclisi Başkanı Orbay, Bakanlar ve Milli Birlik Komitesi Üyeleri ile muazzam bir kalabalık tarafından karşılandı. C.Gürsel, görüşmeler hakkında sadece 'mükemmel bir insan, fevkalade zarif bir hanım' dedi" (7 Mart 1961)

Milli Birlik Komitesi (MBK)'nden aralarında Alpaslan Türkeş'in de bulunduğu 14'lerin tasfiyesiyle Öncü' de de yönetim değişikliği olur. Ekmekçi de yapılan bir öneriyi değerlendirip 1 Nisan 1961 tarihinde 1505 lira brüt üc­retle (net 1.100 lira)  8 yıla yakın  süreyle çalışacağı Milliyet gazetesine geçer. Milliyet' te iken yıllardır kaldığı otel odalarına da veda eder, ölene kadar acı-tatlı günlerini geçirdiği Çankaya'daki Birinci Basın Sitesi D Blok 2 numaradaki dairesine taşınır.

O yıllar, çalıştığım kuşağın büyük ölçüde çalışkan olduğunu söylemeliyim. Futbolcular gibi, 'transfer' önerileri alıyordum. Yok canım öyle parasına değil. Hiç unutmam, Milliyet' e 100 lira farkla transfer olmuştum... Orada, Abdi İpekçi'den çok şey öğrendiğimi belirtmeliyim.10, (BELGE NO: 7/a-7/b; 8)

Ekmekçi'nin 27 Mayıs'ı gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi üyeleriyle iyi ilişkileri vardır; zaten kendisi 27 Mayıs sabahı sevincinden şapkasını havaya fırlatacak kadar ihtilali desteklemektedir.

27 Mayıs Devriminin ilk dönemleriydi. Bir gün, Milli Birlik Komitesi'nden bir telefon geldi. Üyelerden biri, gö­rüşmek istiyordu. Suphi Gürsoytırak'ı o zaman tanıdım. Şöyle dedi:

-Biz, bakanlıklarda basın büroları oluşturmak istiyoruz. Bize yardım eder misiniz?

-Gazeteye danışıp, izin almam gerek...

-Peki danışın...

 O zaman Milliyet' teyim. Genel Yönetmen Abdi İpekçi'yle konuştum.

-Elbette, kabul et. Gazeteden ücretli izinlisin... dedi. Maliye Bakanlığında, basın bürosu oluşturmak için çalış­maya başladım. Ücretsiz, Maliye Bakanlığında elemanlar yetiştirmeye çalışıyordum. Birkaç ay sürdü...

Beni orada unutmuşlar mıydı? Gazeteye döndüm.11

YÖN BİLDİRİSİ

Bu sırada 27 Mayıs'ın getirdiği özgürlük ortamı içinde 20 Aralık 1961'de ülke sorunlarına sosyal devlet anlayışı çerçevesinde çözümler aramaya yönelik bir yayın politikası benimseyen  haftalık YÖN gazetesi yayımlanmaya başlar. İlk sayıda kamuoyuna  açıklanan Aydınların Ortak Bildirisi'nde Mustafa Ekmekçi'nin de imzası bulun­maktadır.

Ülkede büyük yankılar uyandıran bu bildiride özetle, "1- Atatürk devrimleriyle amaç edinilen çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmanın, eğitim davasını sonuçlandırmanın, Türk demokrasisini yaşatmanın, sosyal adaleti ger­çekleştirmenin ve demokrasi rejimini sağlam temeller üzerine oturtmanın, ancak iktisadi alanda hızla kalkın­makta, yani milli istihsal seviyesini hızla yükseltmekte göstereceğimiz başarıya bağlı olduğuna inanıyoruz..... 2- Bugün Türk toplumuna yön verebilmek durumunda bulunan öğretmen, yazar, politikacı, sendikacı, müte­şebbis ve idareci gibi kimselerin ana hatları üzerinde anlaşmaya varmalarını zaruri sayıyoruz..... 3- Kalkınma felsefe­mizin hareket noktaları olarak, bütün imkanlarımızı harekete geçirmeyi, yatırımları hızla arttırmayı, ikti­sadi ha­yatı bütünüyle planlamayı, kütleleri sosyal adalete kavuşturmayı, istismarı kaldırmayı ve demokrasiyi kütlelere maletmeyi zaruri sayıyoruz..... 4- Yeni devletçiliği, yukarda belirttiğimiz amaçlara erişmek için mut­laka başvu­rulması gereken şuurlu devlet müdahalesi şeklinde anlıyoruz." görüşleri savunulmakta; "Türk top­lumunun çe­şitli kesimlerinde görev almış olanların ve millet kaderine hakim olabilecek mevkilere gelmiş bulu­nanların dü­şüncelerini açıkça ortaya koyarak, bir temel kalkınma felsefesi etrafında birleşmeleri" çağrısında bulunulmak­tadır.

Türkiye'de çok tartışılacak olan bu bildiriye sonradan çok farklı yerlerde yer alacak sanatçı, bilim adamı, poli­tikacı, bürokrat, gazeteci imza koymuştur. İlk sayıda yayımlanan imza sayısı toplam 164'tür.12

Ekmekçi, toplumun her kesimiyle iyi ilişkiler kurmayı başaran bir gazetecidir. Bir yandan 27 Mayıs ihtilalini ya­pan askerler ile bürokratlar;  özellikle plancılar, eğitimciler ve yargı çevreleriyle  diğer yandan da bu kesim­lere muhalif  politikacılarla dostluklar kurmayı başarır. Kapatılan Demokrat Parti'nin devamı olduğunu "gözleri­min içine bakın ne demek istediğimi anlarsınız" gibi mesajlarla halka anlatmaya çalı­şan, her fırsatta 27 Mayıs İhtilaline karşı bir tavır sergileyen Adalet Partisi'nin kadroları tarafından geçiş süre­cinde genel başkanlığa ge­tirilen emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala ile Ekmekçi'nin sıcak ilişkileri vardır.

Halkoyuna sunulan yeni Anayasa 9 Temmuz 1961'de kabul edilmiş, sıra Cumhurbaşkanı seçimine gelmiştir. İhtilalin lideri Devlet Başkanı Cemal Gürsel'in karşısına Adalet Partisi adayı olarak Prof. Dr. Ali Fuat Başgil'in gösterilmek istenmesi  ülkede var olan siyasi  gerginliği doruk noktasına çıkarır. Böyle bir ortamda Ekmekçi'nin Ragıp Gümüşpala'dan aldığı demeç Ankara kulislerinde yankılanır:

AP'den müfritler ayıklanacaktır. Türk milletinin üç beş çocuğun yaratmak istediği kahramanlar peşinde gitme­yeceğine inanıyorum13

Ekmekçi'nin kurduğu iyi ilişkiler AP Genel Başkanı  Gümüşpala'nın öldüğü 6 Haziran 1964'e dek sürer. Gümüşpala, Ekmekçi'nin gözlem ve değerlendirmelerine önem vermektedir.

"Ragıp Gümüşpala ile bir gezideydik. Diyarbakır'a gelmiştik. Bir gece kaldığımız otelde kapı vuruldu. Pijaması ile AP Genel Başkanı Gümüşpala ünlü kibarlığıyla, 'Sayın Ekmekçi, uyuyamadım, sizinle konuşmak istedim. Bizim konuşmalarımızı nasıl buluyorsunuz? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?'  diye sormuştu. Kendisine şöyle karşılık vermiştim:

'Paşam, ben gazeteciyim. Ne söylerseniz onu yazarım. Ancak kişisel görüşümü söyleyeyim, beğenmiyorum. Konuşmalarınızda aydınların beklediği konulara değinmiyorsunuz. Plan değil, plav istiyoruz, diyen taraftarları­nızı uyarmıyorsunuz. Atatürk'ten, ilkelerinden, bunları en az öbür partiler kadar benimsediğinizden bahsetmi­yorsunuz.'

Teşekkür etti, odasına gitti. Erteği gün Mardin'deydik. Gümüşpala'nın Mardin konuşması plan, Atatürkçülük gibi konulara ayrılmıştı. O gezinin sonunda Ankara'ya döndüğümüzde öldü.14

Kurucu Meclis'te Anayasa üzerindeki görüşmeler tamamlandığı sırada  2000'li yıllarda bile hala tartışılan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın devlet yapısı içindeki yerinine ilişkin olarak sürdürülen yasa çalışmalarıyla ilgili Ekmekçi'nin yakaladığı haber yankı uyandırır:

Diyanet İşleri Bağımsız Oluyor/ Mezhepleri temsil edecek reislikte Hıristiyan ve Museviler için de ayrı daireler bulunacak.15

"MANŞET MUSTAFA"

27 Mayıs sonrasında Türkiye yeniden yapılandırılırken alınan kararlar ve  önemli  olaylarla  ilgili haberlerde  mutlaka Mustafa Ekmekçi imzası görülmektedİr:

CHP'de Tasfiye Yapılacak/ CHP Parti Meclisi'nin üç günlük toplantısından sonra önemli kararlar alındı: Teşkilatın durumu yürekler acısı; yeniden teşkilatlandırılması ve gençleştirilmesi gerekir.16

1962 Bütçesinin Gelir Kaynakları Açıklandı/ İyi idare edilirse bütçe 350 milyon açık verecek. Yüzde 3 tasarruf sağlanabilirse memurlara bu yıl zam yapılabilecek.17

Göktürk ve Tarhan Tevkif Edildi. Demirer Aranıyor/ Sabık DP'li Bakanlar, usulsüz pil ithali suçundan yargıla­nacak. Nedim Ökmen'le bir Umum Müdür Muavinine ait yolsuzluk dosyası da Yüksek Adalet Divanına verildi.18

Doğu Kalkınma Programı Hazır/ Bölgedeki küçük köyler birleştirilecek ve dağıtılan toprağı kooperatifler işlete­cek. Doğu'ya gönderilecek memurlara lojman verilecek ve daha kısa sürede terfi imkanı sağlanacak.19

İşçilere İkramiye/ Sanayi Bakanlığı ikramiyelerin bayramda verilmesini bildirdi. Siyasi sebeplerle işten çıkarı­lanlar tekrar işe alınıyor. İşsizliği önlemek için kararlar verildi.20

Servet Beyannameleri Yine Alınacak/ Maliye Bakanı Şefik İnan 'Vergi kaçakçılığı inkar edilemez' dedi.21

Dört Eski DP Bakanı Tevkif Ediliyor/ Görevlerini kötüye kullanmakla itham edilen Tarhan, Göktürk, Demirer ve Körez için 6 aydan 1 yıla kadar hapis cezası istenecek. Eski Bakanlar Adalet Divanında yargılanacak.22

Planlamacılar İstifa Etti/ Hükümetin beş yıllık planda yaptığı son değişiklikler üzerine, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı Osman Nuri Torun ve üç daire başkanı dün istifa etmiştir. Torun, daire başkanlarından Atila [Atillâ] Karaosmanoğlu, Nejat Erder ve Ayhan Çilingiroğlu'nun istifaları ile birlikte dört istifa dilekçesini Başbakan İsmet İnönü'ye vermiştir.23

İstifaların Geri Aldırılmasına Çalışılıyor/ Başbakan dün üç daire başkanı ile görüştü. Açıklama yapılmıyor.24

Üç Daire Başkanının istifalarını geri almaları için Torun'un dönüşünü şart koşmaları üzerine Başbakan, İstifaları Kabul Etti/ Başbakan daha önce başkanlarla görüştü.25

Gizli Rapor: 5 Yıllık Plana Ek Olarak Toprak Reformu ile İlgili Rapor Hazırlandı/ Planlama Teşkilatı reform için kooperatifleşmeyi esas tutuyor.26

Sıhhi Kurul karariyle Kayseri mahkumlarının bir kısmı geçici olarak serbest bırakıldı/ İzzet Akçal Tahliye Edildi, Celal Bayar'ın Muayenesi Bugün/ İki uzmanın yapacakları muayeneden sonra Bayar hakkında karar verilecek.27

CHP Tedbirleri Görüşüyor/ Bazı Bakanların değiştirilmesi muhtemel. Grupla Hükümet koordine çalışacak. CHP Grupları, İdare Kurulunun Başbakanla toplantıları sona erinceye kadar toplanmayacak.28

Mustafa Ekmekçi, 27 Mayıs'ın sağladığı nisbi özgürlük ortamında toplumsal gelişmeleri bir gazeteci  olarak yakından izlemeyi sürdürmüş, mesleğini sevmiş, karşısında Abdi İpekçi olsa bile gazetecilik ilkelerini ödünsüz savunmuştur.

1962 yılı olmalıydı..... Bir gün, o zamanın üst düzey yetkililerinden biriyle konuşup bir haber yazmıştım. Haber yankı uyandıracak nitelikteydi. Daha üst düzeyde bulunan bir başka yetkili, yazdığım haberi yalanladı. Abdi İpekçi, teleksle Ankara'ya şu kısa notu geçti:

-Ekmekçi'nin haberi yalanlandı!

Telekste, Abdi İpekçi'nin notunu görünce teleks başına geçip şöyle bir yanıt yazdım:

'Abdi Bey'e not:

Notunuzu okudum, çok üzüldüm. Ben gazeteden istifa ediyorum. Böylece, yalan yazan bir gazeteciden kur­tulmuş olursunuz, gazete de namusunu kurtarır!'

Bu notun arkasından, Büro'nun şefi İlhami Soysal şu notu yazdı:

'Ekmekçi'nin istifası kabul edildiği takdirde, benim de istifamın kabulü...'

Abdi İpekçi'den kısa bir not geldi:

-Beni telefonla arayın, görüşelim...

Telefonla İstanbul arandı. İlhami, Abdi'ye 'Ekmekçi, notu okuyunca deliye döndü. Siz onun istifası'nı geri aldı­rın'  biçiminde konuştu. Abdi, 'Ekmekçi'yi verin' dedi. Aramızda telefonda şu konuşma geçti:

-Ne oluyor sana? Neden böyle üzüldün?

-Abdi Bey, teleks notunuzu biliyorsunuz...

-Ne var onda? Ben sadece 'Ekmekçi'nin haberi yalanlandı!' dedim, Yalanlama gazetede de çıkacak...

-Ama, benim yalan haber yazdığıma inanmışsınız. O zaman, ben giderim, gazete yalan haber vermemiş olur...

-Canım nereden çıkarıyorsun, sana inanmadığımızı? Peki ne olacak şimdi? Sana istifanı nasıl geri aldıracağız?

Daha gençtim, daha titizdim belki...

-Siz, dedim, bir 'durum' yazısı yazarsınız. Yalan haber yazmayacak denli titiz olduğumuzu belirtirsiniz, o za­man kalırım gazetede...

Abdi İpekçi, ertesi günkü 'Durum' başyazısında olaya ve basının nasıl görev yaptığına değindi. Yazıda gön­lümü alan sözler vardı. Abdi İpekçi, yaşamını yitirinceye değin de güvenini yitirmedi, sanıyorum...

Gazetecilik uğraşını onur verici bir görev olduğu için de çok seviyorum.29

Ekmekçi, Milliyet' te çalıştığı dönemde kendini yetiştirmek için fırsatları değerlendirmeyi de ihmal etmemiştir...

1963-64 yıllarıydı. Bir grup gazeteci bir dernekte İngilizce kurslarına gidiyorduk. Kimler vardı bu kurslarda? Orhan Duru, Ecvet Güresin, Zeki Sözer, Teoman Erel, daha birçok arkadaş...

Gazetecilere uygun bir saat seçilmişti. Para da alınmıyordu. Hem çalışıyor, hem kurslara gidiyorduk. Ders bit­tiğinde, merdivenlerde ufak tefek bir Amerikalı bayan, yaklaşır Türkiye'nin siyasi durumu ile ilgili sorular so­rardı. Amaç, İngilizceyi ilerletmek değil mi? Yanıtlardı gazeteciler soruları. Değişik görüşler ortaya çıkar tartışı­lırdı ayaküstü. Gazetecilerin söyledikleri de ne? 'Seçimleri kim kazanır?' 'Hangi parti gelişiyor?' filan...30

Amerikalılar 1965 seçimleri öncesi Türkiye'deki politik gelişmeleri dikkatle izlemektedirler; Mustafa Ekmekçi,  İngilizce kursundaki Amerikalı bayanın ilgisini de buna bağlamaktadır!

ALMANYA'DAKİ ÇARIKLILAR

1964'ün yaz aylarıydı. Yıllık iznimi daha kullanmamıştım. Üç yıldır Milliyet' te çalışıyordum. Eski öğrencilerim­den Hasan Hüseyin Özkan'ı gördüm. Belki de o sıra Milliyet' e, bana uğramıştı. Hasan, Konya'nın Hadim ilçe­sinin -benim ilçem- Kongul köyündendi. Aramızda, öğretmenliğim sırasında, öğretmen-öğrenci ilişkisinden çok, bir ağabey, kardeş ilişkisi doğmuş, sevmişiz birbirimizi. Bu köylü çocukları, temiz, dürüst, yetenekliydiler. Yoksullukları onların suçu değildi. Söz arasında Hasan,

-Ağabey, bizim iznimiz bitti, Almanya'ya dönüyoruz. Arabamızda yer var, haydi seni de götürelim Almanya'ya! dedi.

-Neden olmasın?  dedim, o yıllar bekârım da. İzin alacak bir kimsem yok. Ancak, döviz almam gerekiyor, pa­ram yok. Gazeteden isterim!

Muhasebeye gittim,

-Böyle böyle, ben Almanya'ya gidiyorum. Bana üç bin lira borç verin, maaşımdan kesersiniz!  dedim.

Muhasebeye Nurettin Güllapoğlu bakıyor, gazeteci Güllapoğlular'ın babası. Nurettin Bey,

-Para yok!  diye kestirip attı.

-O zaman istifa ediyorum! Bana, üç yıllık tazminatımı verin! İstifa ediyorum  deyince akan sular durur gibi oldu. Gazetenin Ankara Temsilcisi İzzet Sedes'ti. Nurettin Bey ona, o da gazetenin sahibi Ercüment Karacan'a duyururlar:

-Mustafa Ekmekçi istifa ediyor!

-Neden?

-Üç bin lira avans istedi, 'yok' dedik, o da 'tazminatımı verin! İstifa ediyorum' dedi, ne yapalım?

Ercüment Karacan, çok tatlı adamdı:

-İstediği avansı verin!  demiş, 'ama beni arasın, ben de onunla bir konuşmak istiyorum!  diye eklemiş.

Ercüment Bey'i aradım. Şöyle dedi:

-Mustafa, bak, istediğin avansı verdiriyorum. Geçen yıl Amerika'yı gördün. Amerika'yı görenin Avrupa'yı da görmesi lazım. Tamam, git gör. Fakat böyle ikide bir istifa etme, bir gün istifan kabul ediliverir!

... (Almanya'da) Örsan'la buluştuk. Gezip tozuyoruz. Örsan (Öymen), uluslararası bir gazeteciler top­lantı­sında kurs gibi bir şey görüyordu. Beni arkadaşlarına tanıştırdı. Örsan, bana, 'Manşet Mustafa!' derdi. Yazdığım her haber, manşet olurdu, ondan..... (Almanya'dan)..... Cenevre'ye iner inmez, bavulumu emanete bırakıp Türk Konsolosluğu'nun yolunu tuttum. Oralara hep taksiyle gidiyordum. Paralar suyunu çekmek üzere miydi ne?

Cenevre Konsolosluğu'ndan, Birleşmiş Milletler'de Kıbrıs görüşmelerini yürüten Prof. Nihat Erim'le görüşecek, işlerin nasıl gittiğini soracaktım. Ancak önce Başkonsolostan bir miktar borç istesem nasıl olurdu acaba? Ankara'ya dönünce, borcumu öderdim, yollardım parasını. Haber salındı, Başkonsolos beni bekliyordu. Üstümdeki giysileri gören, benim gazeteci değil, bir 'hipi' olduğumu sanabilirdi. Ayağımda sandaletler, kısa bir pantolon, kolsuz bir gömlek, başımda da hasır bir şapka... Boynumda da bir fotoğraf makinesi. Ben aralık ka­pıdan girerken, konsolos kendi kendine söyleniyordu:

-Ulan biz burda para mı kesiyoruz? İpini koparan geliyor. Yok işçiymiş, yok gazeteciymiş. Paran yoksa çıkma kardeşim dışarıya!  Bu sırada beni gördü konsolos:

-Buyurun!

-Efendim, ben Mustafa Ekmekçi, Cenevre'ye gelmişken sizinle tanışmak istedim.

-Buyurun Mustafa Bey, nasılsınız iyi misiniz?

-Teşekkür ederim, ben Nihat Erim'le bir görüşmek istiyordum mümkünse...

-Hay hay! dedi, telefon numarasını çevirdi, Nihat Erim karşıdaydı, bana verdi. Nihat Erim,

-Ooo, dedi hoş geldin, hemen atla buraya gel, konuşalım. Öğle yemeğini birlikte yiyelim!  Başkonsolos, ayrılır­ken,

-Mustafa Bey, bir isteğiniz olursa, lütfen çekinmeyin söyleyin. İnsanın bin bir türlü derdi olur, allahaşkına çe­kinmeyin!  diyordu.

-Teşekkür ederim, bir ihtiyacım yok!

Birleşmiş Milletler binasında Nihat Erim'in yanına vardığımda, yanında bir de tuğgeneral vardı. Nihat Bey, ona 'Turgut Paşa' diyordu. Turgut Sunalp'tı. Oturdum, görüşmelerin nasıl gittiğini sordum. Nihat Erim, Turgut Sunalp'a bakarak,

-Anlatalım mı?  diye sordu. Turgut Sunalp,

-Siz bilirsiniz efendim, anlatın!  deyince Nihat Erim anlatmaya başladı.

-Bak Ekmekçi, biz Kıbrıs görüşmelerinden çekiliyoruz. Acheson'un Kıbrıs'la ilgili planını reddediyoruz!

Haber önemliydi, o anlatıyor ben de notlar alıyordum. ABD eski dışişleri bakanlarından Dean Acheson'un Kıbrıs planı, Kıbrıslı Türklere Karpaz Burnunda bir yer bırakıyor, Kıbrıs'ın kalan toprakları Rumlara kalıyordu. Nihat Erim, şöyle dedi:

-Bunların tümünü haber olarak yazma, yorum olarak yazabilirsin. Ben sana, birkaç satırlık bir demeç de veri­rim.

Bu sırada telefon çaldı. Nihat Erim konuştu:

-O, Doğan Bey hoş geldiniz buyurun, nasılsınız? (Arayanın Doğan Nadi [Cumhuriyet gazetesi yazarı] olduğunu anlamıştım. Nihat Erim'e göz kaş işaretiyle, 'yarına bırakın' demek istedim.) 'Doğan Bey, sizinle yarın görüşe­lim olur mu?'  (Telefon kapandı! Doğan Nadi'yi atlattığıma üzgündüm, ama ne yaparsın?) Nihat Erim konuşma­sını bitirince,

-Efendim, şimdi ben bunu Birleşmiş Milletler postanesinden teleksle İstanbul'a geçeceğim. İzninizle!  dedim.

-Peki, karşılığını verdi Erim, 'seni öğle yemeğine bekliyorum, yemekte de konuşuruz.'  Nihat Erim, bir ara,

-Senin planın ne?  diye sordu.

-Efendim, ben buradan Venedik'e geçip, oradaki film şenliğini izleyeceğim. Oradan da Türkiye'ye döneceğim.

-Bak, bende fazla bilet var, istersen ikimiz de Ankara'ya döneriz. Sana burada Leman Gölünü de gezdiririm!

-Teşekkür ederim!  deyip fırtına gibi fırladım dışarı. Önce konsolosluğa gidip, bir daktilo istedim. Aldığım ha­berle, notları yazmaya başladım. Önce, Abdi İpekçi'ye 'Durum' için 'not'u yazdım. Haberi çok kısa tuttum. Dört beş sayfalık bir yazı oldu. Birleşmiş Milletler postanesine geldim. Görevliler,

-Biz bunu çekemeyiz!  dediler. 'Çünkü siz Birleşmiş Milletler'de çalışan bir gazeteci değilsiniz. Buradan ancak, onlar telgraf çekebilir, teleks yazdırabilir...'

-Olur mu yav?  diyordum, 'işte basın kartım, ben Milliyet gazetesinde çalışıyorum. Bu kimliği nasıl tanımazsı­nız?'

Gürültüler üzerine içeriden biri çıktı,

-Ne oluyor? gibisinden sordu. Ona da heyecanla, İngilizce olarak, dilim döndüğünce anlattım.

-Kartınızı göreyim! dedi.

-Buyurun! 

-Peki, dedi, kendi kartına bir şeyler yazdı. 'Bunu'  dedi, 'radyoevinde Mösyö Zenon'a verin, o size yardımcı olacak!'  Zenon bir Rum olmalıydı. Haberim radyodan mı okunacaktı ne?

-Ben, haberimi radyoya veremem! dedim. Güldü,

-Öyle değil, dedi, 'haberiniz radyonun teleksinden geçilecek.'

Hemen bir taksiye atlayıp, radyoevine gittim. Bay Zenon'a Birleşmiş Milletler'den aldığım kartı verdim. Basın kartıma baktı, elimdeki yazıyı aldı:

-Tamam, biz bunu gazetenize geçeceğiz. Daha vereceğiniz yazı varsa getirin! dedi. Teşekkür ettim, doğru is­tasyona. Akşam trenine yetişip Venedik'e doğru yola çıkacağım!

Nihat Erim'e 'Ben şimdi gidiyorum, istasyondan arıyorum!' deyince söyleyecek söz bulamadı. 'İyi yolculuklar'  dedi.

İsviçre'den İtalyan topraklarına geçtiğimizde, yorgunluktan trende derin bir uyku çekiyordum.

Cenevre'den çektiğim telgrafın ne olduğunu, sonra Türkiye'ye gelince öğrendim. Milliyet' te o gece yazı işleri yönetmenlerinden Hasan Yılmaer nöbetçiymiş. Gece, telgraf tomarı gelince, Florya'da kalmakta olan Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi'yi aramış:

-Ekmekçi'den uzun bir haber geldi, sana da not var, demiş, olayı anlatmış. Abdi İpekçi,

-Gazeteyi boşaltın, benim 'Durum' yazısını da kaldırın, Ekmekçi'nin haberini kullanın. Başlığına 'Özel Olarak Gönderdiğimiz Mustafa Ekmekçi bildiriyor' deyin. Ha, sonra Cenevre'den Ekmekçi'yi arayın, çocuk parasız kalmıştır, ona 200 dolar çıkarın. Ekmekçi'yi bulamazsanız, Nihat Erim'den sorun!31

Mustafa Ekmekçi, Miilliyet' te Almanya gezisi izlenimlerini yazdığı 'Çarıklılar' dizisi ile 1964 yılında Türk Dil Kurumu (TDK) ve Ankara Gazeteciler Cemiyeti (AGC) ödüllerini alır.

"MEKTEPLİ" GAZETECİ

Ekmekçi, 1965'te "okullu" olmaya karar verir. A.Ü. SBF Basın Yayın Yük-sekokulu (BYYO)'na girer; sınavda 10'uncu olur; kendi  ifadesiyle "diploma almak için okula gitmek hoşuna gitmediğinden" ayrılır.

Türkiye'de 1965 seçimleriyle yeni bir dönem başlamıştır. 27 Mayıs'a karşı olduğunu saklamayan Adalet Partisi milli bakiye sistemine karşın oyların yüzde 52.9'unu alarak tek başına iktidara gelir.Türkiye İşçi Partisi (TİP)  15 milletvekili çıkararak TBMM'de grup kurmayı başarır.

Türkiye'de artık o güne kadar açıkça tartışılamayan sosyalizm ve Doğu sorunu gibi Türkiye'de tabu olan konu­lar Meclis'te büyük kavgalara neden olur. Toplumsal muhalefet 1965'ten sonra daha da yükselir.

Bir ara Atatürk'e ait olduğu ileri sürülen "Şurası unutulmamalıdır ki Türk aleminin en büyük düşmanı komünist­liktir!.. Her görüldüğü yerde ezilmelidir!.." sözleri ile Bursa Nutku politik tartışmaların odak noktası haline gelir.

Demirel'in 27 Kasım 1966'da Ankara'da toplanan Adalet Partisi Büyük Kongresi'nde "Bursa Nutku'nun Atatürk'e ait olması şüphelidir" şeklinde konuşması gazete manşetlerine çıkar.

Ekmekçi, manşetten verilen haberiyle bu tarihi tartışmaya açıklık getirir:

Yaveri: Bursa Nutkunu Atatürk söyledi. Atatürk'ün hayatta kalan tek yaveri Cevdet Tolgay 'Nutuk yanımda söylendi, bugün gibi hatırlıyorum' dedi.32

YÖN'DEKİ YAZILARI

Mustafa Ekmekçi'nin, Milliyet' te çalıştığı sıralarda haftalık YÖN gazetesinde "M. Hasırşapkalı"  imzasıyla sa­nat, siyaset ve toplumsal sorunlara ilişkin yazıları çıkmıştır.

Ekmekçi, YÖN' ün 1 Ekim 1965 tarihli 131'inci sayısında yayımlanan Cumhuriyet' ten Kemal Aydar, Fikret Otyam, Milliyet' ten İzzet Sedes, Akşam' dan İlhami Soysal, Bedii Güray, Ulus' tan Yurdakul Fincancıoğlu, Son Havadis' ten Turgay Üçöz ve Adalet' ten Atilla Onuk'un da katıldığı yapılacak seçimlerin sonuçlarının tar­tışıldığı açıkoturumda, " (Türkiye'de) bir uyanış vardır ve bu uyanış politikacıları da etkilemektedir...  Uyanışta TİP'in etkisi önemli. Demirel bile zaman zaman TİP ağzıyla konuşmak zorunda kalıyor" saptamasında bulun­maktadır.

Ekmekçi, YÖN' de çıkan yazılarında Adalet Partisi ve Süleyman Demirel'i acımasızca eleştirmekte  Amerikan Üslerine karşı çıkmaktadır. YÖN' de 5 Kasım 1965 tarihli 136'ncı sayıda çıkan "American Party"  başlıklı yazı­sında "İmtiyazlarla dolu olduğu bilinen ikili anlaşmaların mutlaka değiştirilmesi gereklidir. Bunları da Amerikalıların benimsemeyeceği  bir parti iktidarı yapabilir şüphesiz" derken; 20 Ocak 1967 tarihli 199'uncu sayıda yayımlanan "Amerikalılar Türkiye'de yeni üs kurdular!" başlığını taşıyan yazısında da o güne kadar bi­linmeyen bir gerçeği kamuoyunun gözleri önüne sermektedir.

"Şimdi, nefesinizi kesin de dinleyin... Demirel iktidarında Amerikalılar yeni bir üsse daha kavuşmuşlardır. Bu üssün niteliğini bilmiyoruz. Ancak, bu üs, (Cevdet) Sunay Cumhurbaşkanı olmadan önce Genelkurmay Başkanı iken, Amerika'ya yaptığı son gezinin hemen arkasından kurulmuştur. Genelkurmay uzun süre karşı koymuş, fakat süreli israrlarla kurabilmişlerdir. Üssün İstanbul Boğazı'ndan Karadeniz'e  çıkarken 'Soğanlı' adacığında tesis edildiği bilinmektedir. Üssün inşasında tek Türk işçisi ve personeli çalışmamış, Amerikalılar, Akdeniz'de kol gezip, Türkiye'nin Kıbrıs'a bir 'müdahalesini' önlemek için dolanan Altıncı Filo'dan getirdikleri elemanlarla üssü kurmuşlardır. Şimdi buna 'Üs değil o, tesis' deyin bakalım. 'Bizde marangoz yoktu da, Altıncı Filo'dan geldi' deyin bakalım. Gerçeği söylemiş olacak mısınız?

"Şimdi, tekrar diretiyorum ve iddia ediyorum: Bu üslerin savunmamıza yararı yoktur. Bunlar, sadece Amerikalıların çıkarlarını korumak ve ona yararlı olmak için kurulmuşlardır. Türkiye'ye, Sovyet Rusya'nın düş­manlığını çekmekten ve başını derde sokmaktan başka fayda sağlamaz."

Ekmekçi, 28 Kasım 1966'da "İçimizdeki Tıkırtı"  başlığıyla yayımlanan bir başka yazısında Doğu'daki sağlık hizmetlerinin sosyalizasyonunun Adalet Partisi iktidarınca baltalandığını eskiden  Sağlık Bakanlığı da yapan İçişleri Bakanı Dr. Faruk Sükan'ın özel toplantılarda "Sosyalizasyon kelimesinde burnuma bir şeyler kokuyor, bunun yerine entegrasyonu yerleştirelim" dediğine ilişkin kulis haberlerini okurlarına yansıtarak, sosyal sözcü­ğünden "huylananlardan" fazla bir şey beklenmemesi gerektiğini vurgulamaktadır.

İktidarın bu çağdışı anlayış ve yaklaşımının bir başka örneğini Ekmekçi, YÖN' ün 14 Nisan 1967 tarihli 211'inci sayısında "Çocukların  oyunu bozuldu"  başlıklı yazısında vermekte, Türkiye'nin 21'inci yüzyılın eşiğinde hala benzer sorunlarla boğuşmasının tarihsel köklerini gelecek kuşaklara ibret belgesi olarak sunmaktadır:

"Tiyatro sanatçısı Oben Güney'in Türk Eğitim Derneği Ankara Koleji öğrencileri için yazdığı 'Kırmızı Hasır Şapka' adlı oyun, provaları bittikten, ilanları yapıldıktan, davetiyeleri dağıtılıp, tam oynanacağı gece, Milli Eğitim Bakanının (İlhami Ertem- M.A.) emriyle, paldır küldür sahneden kaldırıldı!..  Oyun yer yer manzum bö­lümlerle doludur. Ve politikacıları adamakıllı yermektedir..... KIZ: Eski püskü diktatör/Düşer attan her gece/Gece yasağı konur/Kimse gülmesin diye/Ben atları severim/Gülmek yaşamam demek/Eski püskü dikta­tör/At senin nene gerek...

"Ve, her gördüğünde 'komünizm propagandası' aramak artık, yetişmekte olan çocuklara, gençlere gülünç gel­mektedir..... Ağabeyleri, yazarlar, şairler mahkeme mahkeme süründürülürken, onların da oyunları bozulmuş­tur. Dünyaları, rüyaları dağıtılmak istenmiştir. Çocukların öfkesi büyük olur ha... Ölesiye çıkmaz içlerinden acıları. Sıkılmış yumruklarını çözemezsiniz kolay kolay. Okullarda yasaklanan piyesler, toplatılan kitaplar, içeri tıkılan yazarlar, içinde yaşadığımız özgürlükten yoksun düzenin kokuşmuş belirtileridir. En ufak eleştiriye da­yanamıyan, gizli kapaklı işlerin çevrildiği ortamın açığa çıkarılmasından hoşlanmıyan bir düzenin temelleri sal­lanıyor demektir. Çocuklar, silin göz yaşlarınızı! Koltuğuna oturur oturmaz, ilk işi sizin oyununuzu bozmak olan yeni Milli Eğitim Bakanına ve öbür ilgililere ibretle bakın! Büyüyünce, onların oyunlarını siz bozacaksınız unutmayın..."

BİR ÖZELEŞTİRİ 

Milliyet' te iken yayımlanan gazetecilik mesleğiyle ilgili özeleştiri niteliğindeki bir değerlendirme yazısında "Gazetecilik mesleğinde çoğu kez bıkkınlık getirdiğim, hiç yerine bir işe yaramaz bir yolda ömür tü­kettiğim kanısına vardığım olmuştur. Şu anda da düşüncem öyledir" görüşünü dile getirerek karamsar bir tablo çiz­mekte, ancak öyle kolay kolay da pes edecek gibi görünmemektedir.

Uzak değil, çok yakın geleceklerde Türk basını elbette onurlu, çoğunluğuyla bilgili ve çıkarsız, halkını, ülke­sini düşünen, o yolda kafa yoran elemanlarına kavuşacaktır. Onlar gelesiye, gerekirse onların ellerinden tut­maya değin bırakmayacağım alanı..... Bilinçlenen, bilinçlenmekte olan halk çoğunluğu, kendi yararına çalışma­yan basın çoğunluğunu gerçekte iyiden iyiye tanımaktadır..... Yararsız, ufacık, tefecik ilan gazeteleri yerden bi­ter gibi birkaç patronu zengin etmek için çıkar bizde..... İlanların dağıtımı, bununla yapılan baskılar, 1960 öncesi çıkan 'besleme basın' deyimine yeniden hak verdirecek nitelikte ve korkunçluktadır. Piyasaya bakınız. İşsiz gazeteciler görürsünüz. Hemen hiçbirinin bir doğru dürüst güvenliği yoktur. Şimdilerde elden tutma gele­neği de unutulup gidiyor..... Bankaları tehdit edenler bile olduğunu, gazetesine ya da ajansına yahut da der­gisine ilan koparabilmek için olmadık yolları deneyenlerin bulunduğunu duymuştum..... Cezayirli gazetecinin Ankara'da bize söylediği şu söz hiç aklımdan çıkmamıştır:

-Ben kalemimi, halkımın yararına kullanırım.

... [B]ir gazetecinin dergi veya gazetesini Milli Emniyetin (MİT'in o dönemki adı- M.A.) matbaasında bastığını söylediklerinde donup kaldım. Amma şaşmamak gerektiğini de düşünüyorum, zaman zaman. Bu iddia belki doğru, belki yanlıştır. Amma, gazeteciliğe Ankara'da muhabir olarak girdiğim yıllarda, hakkımda 'solculuk' iddi­asını Milli Emniyetten bir gazeteciye soruşturtmuşlardı, oradan biliyorum. Hala yakın zamanlara kadar 'polis gazeteciler' ya da Emniyetten para alan gazeteciler olduğu söylentileri, yine gazeteciler arasında yayılır, söy­lenir dururdu. Milli Emniyet, devlet kuruluşudur. Halkın yararına olsun diye kurulmuştur. Ancak, bu kuruluşun yurt yararına olmayan işleri izlemesi, kovuşturması gerekir. Onun için, basını kullanmak huyundan, gazeteci satın alma heveslerinden vazgeçmelidir. Çünkü, bir gün gelir, yapılan işin sakatlığı bir bir ortaya seriliverir. Amma sözüm 'gelinim sana söylüyorum, kızım sen anla' deyişi gibi, gazetecilere, bir sözcükle 'kendimize'dir. Basının ne yolda gittiğini halkın, köylünün, işçinin anladığını söylemiştim. Ancak, bunu önce kendimizin anla­ması gerekir, öyle değil mi?33

Ekmekçi, bu özeleştiriyi yaptıktan kısa bir süre sonra Milliyet' ten 23 Kasım 1968 tarihinde istifa eder; çalıştığı süre içinde  aldığı ücretler sırasıyla 1963-1964 yıllarında brüt 1.581 TL, 1965-1966'da 1.665 TL, 1967-1968'de ise brüt 1.900 liradır.

"PATRON" EKMEKÇİ

Milliyet' ten ayrıldıktan sonra -artık kovulmuyor, kendim ayrılıyordum- bir ay içinde yine işsiz kaldım. Arkadaşım Sait Başaran'la çıkaracağımız TÜM adındaki siyasal-sosyalist dergiyi bir ayda kapatmak zorunda kalmıştık. İyi ki kapatmışız, sonraları çıkarsam, belki evimi barkımı da satardım.34

TÜM dergisinde  Türkiye İşçi Partisi'nin önde gelen adları Behice Boran, Çetin Altan, Sadun Aren'nin yanı sıra şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, Mümtaz Soysal ve İlhan Selçuk da yazmaktadır.

İlk sayısı 11 Aralık 1968'de çıkan ve haftanın çarşamba günleri yayımlanan TÜM' de Mustafa Ekmekçi önce­likle "İkili Anlaşmalar" konusunu masaya yatırır.

Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'in ABD ile ikili anlaşmalar üstüne yapılan görüşmelerin yılbaşına kadar biteceğini açıklamasına karşın artık buna kimsenin inanmadığını, Amerikalıların Adalet Partisi iktidarından yeni tavizler koparmaya ça­lıştığını belgelere dayanarak anlatan Ekmekçi, İkili Anlaşmaların Lozan Andlaşması'na aykırı olduğu görüşünü dile getirmekte ve onurlu bir dış politika için kamuoyuna şu çağrıda bulunmaktadır:

Dost bellenen Amerika'nın iç yüzü, 'dost başa'  sözünü yalanlıyacak biçimde gelişmiştir şimdiye kadar. Uyanan, bilinçlenen kamuoyunun gözleri önünde onurumuzu yaralatmaktan kurtulmalıyız artık. Türkiye sa­vunması için hiç amma hiçbir devletin himayesini kabul edemez. Anlaşmalar gözden geçirilip düzeltilirken Amerika'nın üstümüzde kurmak istediği himayeci pozu da bozulmalıdır.35

Ekmekçi, bir başka araştırmasında da Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)'nın  sorumlularını mahkemelerde sürün­dürecek bir durum içine düşürüldüğünü; Planlama denildiğinde artık akla 'takunya sesleri' ve 'Müslüman bira­derler' geldiğini; kurulduğu 1960 yılının sonunda 48 olan personel sayısının 450'ye ulaştığını; başta eline ayda 16.000 lira geçen Müsteşar Turgut Özal olmak üzere yöneticilerin kendilerinin takdiri ile ilk plancılara  göre üç kat ücret aldıklarını, DPT'de bir yedeksubaya genelkurmay başkanından daha çok para verildiğini; bu ödeme­leri Sayıştay'ın reddetmesi üzerine de devreye Amerikalıların girerek maaşları karşılama taahhüdünde bulun­duklarını; Türkiye'nin başlangıçta plana ve planlamaya karşı çıkanlarca nasıl  yağmalandığını okuyanları hay­rete düşüren bir roman akıcılığında anlatmaktadır.

İkinci Beş Yıllık Plan hakkında teknik tartışmalar, TBMM'de yakında enine boyuna yapılacaktır..... 1968 yılı içinde, kamu fonlarından 2,5 milyar lira yatırım indirimi, gümrük ertelemesi, vergi iadesi ve fon tahsisi adı al­tında özel sektör babalarına ihsan edilmiştir. Bu miktar, Türkiye bütçesinin onda biridir ve önemini anlatmak gereksizdir. Dünyanın hiçbir ülkesinde 'özel sektör babalarına'  böylesine bir imkan tanınmamış, devlet kese­sinden, milyonerler bu denli desteklenmemiştir. Plan bir yandan bunu yaparken, öte yandan devletin kanı olan 'İktisadi Devlet Teşekkülleri' ni perişan duruma sokmuştur. Özel sektör, şimdi, vaktiyle tükürdüğü kaptan ye­mektedir.36

TÜM' ün  25 Aralık 1968 tarihli üçüncü sayısında Ege'de  Simavnalı Şeyh Bedrettin'in müridi Börklüce Mustafa'nın düşüncelerini yayarken can verdiği yer olan Karaburun'daki üzüm ve tütün  üreticisi köylülerin so­runlarına; 1 Ocak 1969'da çıkan son sayıda da  parti örgütlerince hazırlanan "uyduruk dilekçelerle"  nasıl öğ­retmen kıyımı yapıldığına değinir.

150 kuruştan  satılan ve 4 sayı çıkan haftalık TÜM dergisi, dönemin saygın yayın organları  arasında yer al­mıştır. (BELGE NO: 9; 10; 11)

Ekmekçi'nin bir aylık 'patronluk' dönemi kendisine pahalıya patlar. Milliyet' ten aldığı kıdem tazminatı  bu pahalı macera sonucu  tükenmiştir. Ekmekçi, evi barkı satmadan dergi macerasına noktayı koyar; ama o güne kadar kimsenin tanık olmadığı bir şey yaparak TÜM okuyucularından  daha önce peşin aldığı  abone bedellerini kendilerine  geri gönderir.

Cumhur Kılıççıoğlu 1 Haziran 1998 tarihli Siirt Mücadele gazetesinde "Mustafa Ekmekçi'nin Güzel Dostları" başlıklı yazısında, "Mustafa Hoca dergi kapanınca bana özel bir mektup göndererek geri kalan parayı iade etmişti. Bu tarihi mektup hala arşivimdedir... Bu olay, size bugünün promosyon dalaverelerini anımsatarak 'O' asil insanın büyüklüğünü göstermiyor mu?" diye sorarak Ekmekçi'nin dürüst tavrını aradan 30 yıl geçtikten sonra belgelemektedir.

Ekmekçi,  dergi  macerasından  hemen  sonra  2000  lira  brüt  ücretle  Türk Haberler Ajansı (THA)'nda muhabir ola­rak çalışmaya başlar. (BELGE NO: 12/a-12/b; 13)

BEKARLIĞA VEDA

Daha sonra, yine Abdi İpekçi'nin yardımıyla, Türk Haberler Ajansı'na geçtim. Artık sivrilmiştim, Abdi İpekçi Milliyet' e dönmemi öneremiyordu:

-Ekmekçi, eski Ekmekçi değil, artık o başka yerde  demiş  Bedri Koraman'a. Hiç de öyle değildim oysa...

Türk Haberler Ajansı'nda da çalışmam yüzünden derde girecekti başım. Fırtına gibi, basına kök söktürüyorduk.

Bir gün Vehbi Koç'un evlendiğini öğrenmiştim. O, Türkiye güzeli olmuş bir bayanla evlenmişti. Gazetelerde bir şey çıkmıyordu. Oturup yazdım. Kızılca kıyamet de koptu. Efendim, nasıl yazılırdı böyle bir haber? Vehbi Koç, yazılmasını istese söylerdi, basın da yazardı. Yapmamalıydım bir daha böyle şeyler. Oysa, genel yönetmeni­miz Kadri Kayabal, çok eski, çok iyi bir gazeteciydi, beni de seviyordu...

Fırtına gibi olmanın cezasını asıl burada çektim.37

Mustafa Ekmekçi, uzun süren bekarlık yaşamına noktayı THA'da iken koyar. Öğretmen Nadire Aldoğan'la 8 Ağustos 1970'de yaşamını birleştirir. İlk çocuğu 3 Mayıs 1971'de doğar; adını Fatma Eylem koyar. 12 Mart'ın o karanlık günlerinde kimi gazetelerin, Eylem adını yazamadığını, göbek adını verdiği anasının ismi Fatma'yı yazdığını belirtir anılarında Ekmekçi...

12 MART KARANLIĞI

Genelkurmay Başkanı  Memduh Tağmaç ve dört kuvvet komutanı tarafından 12 Mart  1971'de verilen "Muhtıra" ile Türkiye'de başlayan asker güdümündeki sivil görünümlü yönetim döneminde  insan hakları ve öz­gürlükler askıya alınır. Demokratik hak ve özgürlüklerin üzerine "şal" çekilir, emekçiler ve aydınlarla sosyalist örgütlerin temsilcilerine yönelik "balyoz"  harekatları düzenlenir. İşkence gören  binlerce emekçi ve aydın, as­keri mahkemelerde onlarca yıl hapse mahkum edilir.

12 Mart, dönem olarak Türkiye tarihinde öyle bir iz bırakmıştır ki Başbakanlık koltuğunda oturanlar bile "güç odaklarının" karşısında çaresiz kalmışlardır.

Gazeteci-Yazar Doğan Yurdakul, 12 Mart'ta İzmir Askeri Cezaevi'nde tutuklu olduğu günlerde annesi  Nermin Hanım bin bir zorluk içinde kendisiyle görüşme olanağı bulur. Karşılaştığı manzara onu şok eder. Oğlu'nun iş­kenceden ayakta duracak hali kalmamıştır. Bir yolunu bulur, Doğan Yurdakul'un işkence sonucu kanlar içinde kalan pantolonunu kaptığı gibi soluğu Ankara'da Başbakan Nihat Erim'in Cinnah Caddesi üzerindeki evinde alır. Nihat Erim ve eşi Kamile Hanım'la  kocası Şekip Yurdakul'un  Kocaeli Valisi olduğu günlerden başlayan bir dostlukları vardır; ailece çok sık  görüşmektedirler. Bu dostluğa dayanan Nermin Hanım, Nihat Erim'den oğlu Doğan Yurdakul'un durumuna müdahale etmesini ister; ancak aldığı yanıt karşısında donup kalır. Erim, Nermin Hanım'ın omuzunu okşayarak;

"Sus, lütfen sakin ol! Kimseye ve gazetecilere sakın bir şey söyleme. Bu kanlı pantolonu da hemen yok et!" der.

Bu durum Yurdakul ailesini sarsar, aile dostu bir Başbakan'ın sözlerini açıklamakta güçlük çekerler. Ancak olayı içlerine sindirmeleri de mümkün değildir. Artık tek istekleri olayın kamuoyuna duyurulmasıdır. Ekmekçi, imdatlarına yetişir: O bilinen "... miymiş acaba?"  yöntemiyle olayı "satır aralarında" yansıtmaya çalışır.38

Türk Haberler Ajansı'nda  12 Mart'ın uygulamalarını yakından izleyen Mustafa Ekmekçi, gazeteci ve bir yurttaş olarak gerekli duyarlılığı her fırsatta gösterir.

Yazar Çetin Altan'ın tutuklanması üzerine gece geç saatte Başbakan Nihat Erim'i evinden telefonla arayarak duyduğu endişeyi anlatan Ekmekçi,"Eğer Çetin Altan'ı tutuklarsanız  Kızılay' meydanında rahat dolaşamazsı­nız" diye uyarır. Eşi Aldoğan Ekmekçi'nin de tanık olduğu bu telefon görüşmesinden sonra Nihat Erim'le olan diyaloğu kopar.

Emekçi ve aydınların sesini  demir yumruğuyla kısan 12 Mart yönetimi, Atatürk'ün yakın arkadaşı Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Anadolu Ajansı (AA)'nda istediği kadrolaşmayı henüz ger­çekleştirememiştir. AA'nın Genel Müdürü ise muhtıra ile şapkasını alıp hükümetten çekilen Başbakan Süleyman Demirel'in en sadık destekçilerinden Atilla Onuk'tur.

Hükümet geçici olarak çareyi  "AA yerine büyük bir ajans olan THA ile işbirliğini" kararlaştırır.39

THA Genel Müdürü Kadri Kayabal fırsatı iyi değerlendirir; Maliye Bakanlığı'na 2 Eylül 1971 tarihinde yazdığı bir yazıda, AA'ya yılda 10 milyon lira abone ücreti verildiğini hatırlatarak "Anayasanın 121'inci maddesine uygun olarak çalışacak ve teknik ve sosyal şartlara haiz olan Haber Ajanslarıyla eşit ve devlet için en ekonomik olacak şekilde sözleşmeler yapılmasını teklif ve arz" eder.40

Bu sırada, 11'ler ayrılmış, 11 Aralık 1971 tarihinde İkinci Erim Hükümeti kurulmuştur. Basından sorumlu Devlet Bakanlığına Ali İhsan Göğüş getirilmiştir.

Hükümetle THA arasındaki bu "flört"  ten habersiz, toplumsal sorumluluk ve meslek ilkelerinin gereği antide­mokratik 12 Mart uygulamalarını titizlikle izleyen bir gazeteci olarak Mustafa Ekmekçi, bu yüzden başına ge­lenleri yıllar sonra şöyle anlatır:

12 Mart'ı, Türk Haberler Ajansı'nda karşıladım...... 12 Mart'ların başında, THA'da, işsiz kalışımın bir çok öy­küsü var; Ajans'ta fırtına gibiydik; bası­nın tümüne kök söktürüyorduk. Gazeteler, haberlerimizi kullanmak, yayımla­mak zorunda kalıyorlardı. Kaynaklarımız sağlıklı, sağlam...

Erim Kabinesi içinde 11'ler vardı. Atillâ Karaosmanoğlu'nun, Özer Derbil'in başı çektikleri 'On bir' bakan. Atillâ Karaosmanoğlu'nu da Özer Derbil'i de çok dürüst bulur, severdim. Atillâ Karaosmanoğlu, 1964'lerdeki Yüksek Plânlama Kurulu'ndan tanır, güvenirdi. Kabinede başbakan yardımcısıydı.

Arkadaşım Erdoğan Örtülü Ajansta büro şefiydi; Mekdizıt (Metin Özyürek) Yönetimsel işlere bakardı. Mekdizıt, bir gün çağırdı; önemli bir haber vereceği belli gibiydi:

-Bak, Ekmekçi, dedi, senin Ajans'ta çalışmandan hoşnut olmayanlar var; başta hükümetin içinde bir kanat!

Anlattı, Ajans Genel Yönetmeni Kadri Kayabal, baskılar altındaydı. Kadri Bey, bana şu öneride bulunuyordu:

-Ekmekçi, bir süre büroda görünmesin; haber, yazı yazmasın, evde otursun. Her ay gelip aylığını alsın! Bu günler geçecek, yine özgürce gazetecilik yapacağımız günler gelecek; o zaman büroya döner, yine haberlerini yazmaya başlar.

THA'nın yönetim kurulu toplanmış, benim çalıştırılmamama karar vermiş. Kadri Bey de onlara:

-Siz işi bana bırakın! demiş olmalı ki, bana anlatılan formülü bulmuş.

Ajansın asıl sahipleri, yönetim kurulunu oluşturan dört gazetedendi sanıyorum; Milliyet, Tercüman, Dünya vb. gibi. Tercüman' ın başında Kemal Ilıcak var; o beni her gördüğünde över, şöyle derdi:

-Bizim gazeteye, Tercüman'a gel. Bordronun en üstüne adını yaz, istediğin para verilecektir. Fakat yazı yazma!

Güler, teşekkür ederdim. Belki de formülü, Kadri Kayabal'la ikisi bulmuşlardı, bilmiyoruz.

Ajans'tan ayrılıp, eve gittim. Oturuyorum, okuyorum; ay sonunda gidip maaşımı alıyorum. İlk ay, bu çok ho­şuma gitti. Çalışmadan para alıyorum! İkinci ay da aldım. Biraz sıkılmaya başlamıştım; ne demekti, çalışmadan para almak? Gazeteciler, Başbakan Nihat Erim'e soru soruyorlardı:

-Ekmekçi neden çalışmıyor?  filan diye.

Bir siyasal baskı sonucu, eve kapandığımı daha iyi anlıyordum artık.

Söylentilere göre, o zamanki bakanlardan A.İ.G. (Ali İhsan Göğüş- M.A.) Ajans'a gelmiş, pazarlık yapmış; sormuş:

-Ekmekçi, sizden kaç lira aylık alıyor?

-Ayda bin lira!

-Size ayda dört bin lira. Basın-yayın verecek. Çalıştırmayın onu! O, hükümet içinde bir kanadı tutuyor! Hükümet zor durumda.

İkinci ayın aylığını da aldım ama, sıkıntılıyım. Bir gazeteci çalışmadan yapabilir mi? Yetmiş beşinci gün Ajansa gittim.

-Ben yapamayacağım!  dedim. Ya beni göreve başlatın, ya işime son verin!

-Yapma, etme... Şunun şurasında, bir şey kalmadı, dedilerse de, ı-ıh!

Ayrıldım. Birikmiş tazminatım olarak, on bir bin lira verdiler. Kadri Kayabal'dan da unutamayacağım bir güzel mektup; özeti şöyle: 'Hiçbir gazete, kuruluş benim gibi biriyle böyle çalışmamış. Ajansın elinde olmayan ne­denlerle bu durum böyle olmuş. Gelecekte, güzel günlerde yine birlikte olma dileğiyle...' .....Yıl 1972'ye vur­muştu; 30 Haziran 1972'de Kızım Defne Özlem, doğdu.41

Özlem'in dünyaya gelişi Ekmekçi'ye şans getirir. Mehmet Ali Kışlalı'nın yönettiği Yankı dergisinde sözleşmesi Turkish Daily News gazetesi kadrosunda gösterilerek 1.250 lira brüt ücretle haber yönetmenliği yapmaya başlar. Tarih 1 Ağustos 1972'dir. (BELGE NO: 14/a-14/b; 15)

Bir süre sonrada ilk sayısı 11 Eylül 1972'de çıkan ve ( 11 Kasım 1972'de sözleşme imzaladığı) 'Ankara Notları' nın doğduğu Yeni Ortam gazetesinde brüt 4.700 lira aylıkla Ankara Temsilcisi olur. (BELGE NO: 16/a-16/b; 17)

"ANKARA NOTLARI" NIN DOĞUŞU

Gerçeği söylemeliyim: Yeni Ortam' da iyi gazetecilik, yazarlık yaptım; yazarların hemen tümü içerde, tutuklu, ya da gözaltında. Bir ben miyim dışarda? 'Çaba-gayret-dayıya düştü' dedim; çalakalem giriştim. Yazılarla, 12 Mart sallanıyordu gibi! Baş düşmanım işkencelerdi; işkence görenlerin güven kapısıydı köşe. Gazetenin sahibi Kemal Bisalman, 'Ne kadar sevmediğim varsa, sen onlardan söz ediyorsun!' dedi.

12 Mart serüvenini burada keseyim; o provaydı, 12 Eylül'de ülkenin canına okundu!42

İlk "Ankara Notları" Yeni Ortam' da 16 Eylül 1972'de yayımlanmıştır.

MELEN HÜKÜMETİ DEMİREL REFORM VE GENEL SEÇİMLER

Ankara'nın Kızılay caddelerinde akşam üzeri şöyle bir tur atan gazeteciler, "Hükümet istifa etmiş doğru mu?", "Hükümet ne zaman çekiliyor?", ya da "Yeni Başbakan kim olacak?", "Dün uçuşan jetlerin uçuş nedeni?" gibi sorularla sık sık karşılaşırlar. Olayları en yakından izleyen gazetecinin içine bile "Acaba bilmediğim bir şeyler mi oluyor?" kuşkusu girer. Soruları soranların çoğu politikacılar, aydınlar, gazetelerde satır aralarını da oku­mayı merak eden kişilerdir. Sözlü soru rekortmeni Bağımsız Milletvekili Celâl Kargılı, bu bakımdan kınanmamalı açık davranışı nedeniyle tebrik bile edilmelidir. Arkasından Başbakan Melen açıklama yaptı, yoktu böyle bir şey. Başında bulunduğu hükümet harıl harıl pamuk fiatları, 50. yıldönümü hazırlıkları, plân çalışmalarına ken­dini vermiş gidiyordu. Melen hükümeti nasıl düşürülebilirdi? Siyasi partilerin, şimdi bir hükümet krizine yol aç­maya niyetleri görünmüyordu. Seçimlere kadar bu hükümet, memleketi götürsün yeterdi. Melen, bir sohbet sı­rasında eskiden tanıdığı bir gazeteciye "Şuursuz hareketler olursa durmam çekilirim" demişti. Demek Melen'in kendi istifa edinceye kadar düşürülmesi pek akla gelmemeliydi. Bundan çıkan anlam buydu.

Başbakan Melen'le, CHP Genel Başkanı Ecevit, son günlerde hayli sert bir söz düellosuna girmişlerdi. Ecevit'e cevap verme zorunluluğunu, partilerüstü hükümetin başı Melen neden duymuştu? Söylentilere bakı­lırsa, Melen, parti liderleri arasındaki tartışmalara başka çevrelerin karışmasını önlemek, meseleyi Hükümet Başkanı ile liderler arasında bırakmak için bunu yapmıştı. Ecevit'in sert çıkışı da bu bakımdan tecrübeli Melen'i fazla incitmiş görünmedi.

Ancak, bir başka liderin AP Genel Başkanı Demirel'in kongreler dolayısiyle yaptığı konuşmalar, daha dikkati çekici bulundu. Demirel ne demek, sözü nereye getirmek istiyor? Bu soru, Demirel'in konuşmaları dikkatle okunduğunda cevabını buluyordu.

Demirel, "Seçim rivayeti temizler", "Türkiye dikta ve diktatör ihtiyacı içinde değildir", "Siyasî iktidarı tayinde başka faktörler de ağırlık taşıyorsa, bunun adı demokrasi olamaz" diyordu. Bunlarla seçimlere ve seçim sonrasına işaret etti Demirel. Seçimlerden sonra AP'nin Genel Başkanı olarak, partisini yeniden iktidara getirdiğinde Ankara'da Başbakan olarak evinden Başbakanlığa kadar çok sevdiği yü­rüyüşünü yapabilecek mi, yoksa Ankara'nın havası kendisine ağır geldi gerekçesiyle, Isparta'da baba evinde istirahat mı edecek? Mesele bunda.

Demirel, 12 Mart'ta kendisini görevden uzaklaştıran güçlerin elbette far­kında. AP içinde de, AP iktidara geldiğinde yeniden Demirel Başkanlığında bir hükümetin kurulabilip, kurulamı­yacağı konusunda endişeler var. Demirel'den başka birinin başkanlığında bir hükümet kurmaya gelince, bu­rada da işin çözümü Demirel'in kendisine kalıyor.

Ne Demirel'in muhalifleri Aydın Yalçın'lar, ne vaktiyle yakın arkadaşlık ettikleri. Bir büyük kongrede Demirel'in karşısına çıkacak güçte görmüyorlar kendilerini. AP büyük kongresi, bir çeşit bu konuların muhasebesinin yapıldığı bir kongre olacak. O da ekimin 20'sinde.

Demirel'siz hükümetler kurma MGP'ye yaradığından beri, Demirel'in kuşkusu arttıkça arttı. Seçim sonrasında da böyle bir olayla karşılaşmamak için, geçmişten hayli ders alma zorunda.

Seçimlerin zamanında yapılacağını, Başbakan, çeşitli kereler açıkladı. Ancak, bir de buna çok bağlı görünen Anayasa değişiklikleri, reformlar ve Seçim Kanunu değişiklikleri meselesi var. Reformların hangileri, ne oranda gerçekleştirilebilecek? İşte plân geldi, bin sayfalık doküman, Bakanlar Kurulu'nda, Komisyonda, iki Mecliste de ayrı ayrı görüşülecek. Arkasından bütçe geliyor. Yalnız Toprak Reformunu çıkarmak, tartışmalarını yakın­dan bilenlerce kolay gözükmüyor. "Çıktıktan sonra da bakalım neler denecek?" diyenler olmıyacak mı? Seçim Kanunu'nda değişikliğe bir yenilik -Millî liste teklifi- getiren Turhan Feyzioğlu'nun bununla ne yapmak istediği de söylentilere göre ortada. Millî listeli bir seçimde, AP tek başına iktidara gelemiyecek, kesinkes koalisyonlar kurulacak.

Partiler yelpazesinde sağda sıralanan AP ile MGP neden bir koalisyon kuramasınlar? Kurunca da hükümetin başına neden MGP'den başka biri getirilsin. Millî liste ile üye sayısı hayli yükselecek olan MGP, -İstemem   demeyecek herhalde.

Henüz tartışmaları yapılmamış bulunmakla birlikte, Seçim Kanunu'nda yapılacak değişiklikler de, 1973 ekimine yetişir mi bakalım? Seçimin başlangıç tarihi, seçimin yapılış tarihinden 6 ay önce yani martta başlıyor. Mart'a kadar Seçim Kanunu değiştirilmezse, eski kanuna yani yürürlükteki kanuna göre seçim yapılması gerek.

Bu hava anlaşılır anlaşılmaz da, şimdiye kadar görüldüğü gibi, marttan itibaren parlâmenterleri, Meclislerde tutmak bir mesele olur. Hepsi de delege avına çıkmak zorunda. Reformmuş, değişiklikmiş ne olsa kimse tutamaz o zaman parlâmenterlerimizi Ankara'da. Yine durmaz Kızılay sokaklarında sorular, "Ne oluyor?"  diye.43

ZORAKİ YAZAR!

12 Mart'ta ben yazmaya zoraki başladım..... Ben öyle yazar mazar olacak insan değildim. İşsizdim. Milliyet' ten ayrılmıştım, Türk Haberler Ajansı'ndan ayrılmak zorunda kalmıştım. Çünkü hükümet baskı yapmıştı 'ya Ekmekçi'yi atarsınız ya da aboneliğinizi iptal ederiz' diye. Çünkü çok çalışıyorduk haber için. Oysa darbeciler çok çalışan gazeteciyi sevmezler..... 12 Mart döneminin ilginç bir uygulaması vardı. Diyelim siz gözaltına alın­dınız. Alındığınızı resmen açıklamazlarsa yazamıyorduk biz. Örneğin İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu içeri alın­dığında, Cumhuriyet yazamadı. Emir var. Resmen açıklayana kadar da her türlü işkenceyi yapıyorlar insan­lara. İki [üç] öğretmen gözaltına alınmıştı. Resmi açıklama olmadan biz yazdık..... Mahkeme sonucu şu karar verildi: Yeni Ortam' ın bir ay Ankara'ya sokulmamasına...44

12 Mart sonrası dönemi, teleks başında 'Ankara Notları' nı yazmaya hazırlanıyordum. Bir ara, her halinden 'Seni götürmeye geldim' diyen biri girdi içeri. Omuz başımda duruyordu. Sessizliği o bozdu.

-Mustafa Ekmekçi'yi arıyorum...

-Benim, buyurun...

-Sıkıyönetime kadar gideceğiz. Savcı istiyor...

-Olur, yalnız bir yazıya başlıyorum. Biraz bekleyebilir misiniz?

'Olur' dedi, ama oturmadı, başımda bekledi. Başımda bir polis beklerken yazıya nasıl başlayıp, nasıl bitirece­ğimi kurmaya başladım yeniden. Birkaç saniye geçti geçmedi. Polis, yazının başlığını omuz başımdan, içinden okudu:

-Karaoğlan iktidara geliyor...

Rüzgârlı Sokak'ta bir gazeteye polis geldi mi, kısa sürede yayılır. Han'ın tüm katlarına. Dost gözler, kapı ara­larından bakar çekilir. Yazıyı noktaladım...

-Tamam, buyurun gidelim.

Aşağı indik. Cip bekliyordu. Gazeteciler pencerelerdeydiler..

Bir şey mi oldu, yooo. İfadeyi verip döndüm, işime.45

Ankara Notları, Yeni Ortam ve Mustafa Ekmekçi adıyla özdeşleşmişti sanki...Yıllar önce Yeni Ortam' da Ankara Notları' nda "Ankara Notları"nı anlatırken, kendi söylemek istemediklerini ya da söyleyemediklerini o bi­linen üslubuyla bir okuyucusunun mektubundan bakın nasıl yansıtıyor:

Bugün Ankara Notları' ndan söz etmek istiyorum. Öteden beri bu sütunla ilgili pek çok eleştiri dinledim, se­venler genellikle duygusal olsa da olmasa da, düşüncelerini belirtirler. Gazeteciler, 'Ankara Notları' nı yeni bir 'tür' olarak nitelediler. Yani ne haber, ne fıkra, ne makale...

Aslında, bana göre, bu yeni bir tür değildi. Belki, her gün yazılması, çıkması yeni bir şeydi. Kendi kendime 'çalışınca o da oluyor' derdim. Ancak, yoğun çalışma gerektirdiğini söylemeliyim. Başkaca bir meziyet istemi­yor.

Bundan on beş yıl kadar önceydi. O zaman, Vatan' da Yazı İşleri Müdürü olan Selâmi Akpınar'a bir mektup yazmış, Vatan' da bir serbest sütun verilmesini istemiştim. Vatan' ın Ankara muhabirlerindendim. Selâmi Akpınar, hiç unutmam, şöyle bir karşılık vermişti:

-Önemli olan sütun sahibi olmak, oraya her gün bir yazı yazmak değildir. Mesele olan yazılar, röportajlar yaz sen. En iyisi budur... Mektup aşağı yukarı böyleydi. Aklımdan hiç çıkmadı gazetecilik yaşamım boyunca bu sözler. Meseleleri aramaya çalıştım. 'Ankara Notları'  yeni bir yazı sütunundan çok, galiba işte böyle bir yer bence. Bu sütunun, yerin böylesine sürekli olmasında Kemal Bisalman'ın ve Yeni Ortam' ın teşviklerini söyle­meliyim. Ancak, asıl okuyucular desteklediler, dayanabilmek için...

'Ankara Notları' na her gün yeni bir biçim vermek için düşünürüm. Buraları, birer dedikodu sütunu olmaktan kurtarmak gerekli de ondan.

İzmir'den Yeni Ortam okuru Turgut Güngör, 'Ankara Notları' nı eleştirdiği bir mektubunda. Şöyle diyor:

-Bir gün, Yeni Ortam'ın 'Ankara Notları'nda söz mü etmişsiniz. 'Ankara Notları'nın çatısal planını değiştirmeyi, yenileştirmeyi düşünüyorum' diye. Gerçekten son günlerin Ankara Notları, daha güzel, daha doyurucu olmaya başladı. Bir başka deyişle genelleşti. Kesip biriktirdiğim eskileri karıştırdım, okudum yeniden. Meclis ve çev­resindeki kulislerin yoğun ve sıkıcılığı, bürokrasinin bıktırıcılığı... ve yazılarınızda yineleyip durduğunuz soru cümlelerinin 'dikkati çekme' özelliklerini yitirip esnetme havasına sokmasını insanı...

Oysa, şimdiki yazılarınızda, içerik bakımından yoğun, bilinç açısından verici, öğretici, hedefleyici konular, se­vindiriyor beni, bizi. Daha açıkçası sevimlilik kazanıyor gözümüzde. Yapıcı bir sevimlilik.

Yazdıklarımı eleştirisel yönden görmeyin lütfen. Asla böyle düşünülerek yazılmadı bu mektup. Kaldı ki, ben henüz yirmi bir yaşında işçi-öğrenci bir gencim. Amacım size, ağabeyime sıcak bir 'merhaba' diyebilmek ve her gün yeniden tanıdığım kişiliğinize olan saygımı belirtmektir.

Yazılarınızda yeri geldikçe, çok sevdiğim anılarınıza yer vermenizi istiyorum sık sık. Anılarınızı yazarken, öyle somut yargılara varıyorsunuz ki, benim gibi Anadolu'da büyümüş ve yıllardır benliğinden çıkarıp atamadığı 'burjuva romantikliği ve özenticiliğinin' etkisinde kalarak, alışılmış 'anı' yazılarının duygusallığında 'mest' olan 'çok fazla entellektüellerin(...)' kısır kabuklarını kırmayı başarabiliyorsunuz. Yani 'anılarla uyuşmak', yerine 'anılarla uyanmak' dünü unutmamak, bugünü bilinçle yaşamak, yarını da, yargılarımızla kanalize etmek. İşte anılarınız ve onları yazış tarzınızdaki güzelliğin boyutlarını hesaplayışım.

Dar zamanınızı aldığım için bağışlayın beni ve -yeri geldikçe- anılarınızı okumanın zevkinden mahrum etmeyin bizleri...

Genç arkadaşımın mektubunu, hemen hemen aynen aldım. Öven sözleri, yüreklendirdi. Sağolsun.46

Ankara Notları, Türkiye'de o güne kadar örneği görülmemiş bir özgün yazı türü niteliği taşımaktadır. Dil ustala­rından Emin Özdemir, Ekmekçi'nin yazılarını "özöyküsel ve sorunsal söyleşi türü" olarak tanımlamaktadır. Mustafa Ekmekçi, bunu öğrendiğinde 15 Nisan 1981  tarihli Ankara Notları' nda  "yıllardır, özöyküsel ve so­runsal söyleşi türünde yazıyormuşum da haberim yokmuş..." diye kendisiyle dalga geçecektir.

MAHKUM EDEN HABER

Ankara Notları, ülkede olup bitenlerin, gerçeklerin satır aralarında duyurulmaya çalışıldığı halkın kendini ifade ettiği köşe olmanın yanı sıra gazetecilik ahlakının acımasızca eleştirildiği bir sütun olarak da O'nun ölümüne dek bu niteliğini sürdürmüştür. Ankara Temsilciliği yaptığı dönemde Ekmekçi, Yeni Ortam' da bu meslek ilkele­rine sonuna dek bağlı kalır; bedelini ödeme pahasına üç öğretmenin gözaltına alınması haberinde olduğu gibi halkı gerçeklerden haberdar eder. İşte, Ekmekçi'ye 25 gün hapis, gazeteye de bir ay süreyle Ankara'ya so­kulmama cezasına patlayan basın tarihinin ibretle okunacak sayfalarından birini oluşturacak haber ile Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 4 Numaralı Askeri Mahkemesi'nin kararı:

ANKARA'DA ÜÇ ÖĞRETMEN GÖZALTINA ALINDI

13 GÜNDÜR GÖZALTINDA OLAN DOĞAN AVCIOĞLU TUTUKLANDI

ANKARA (YENİ ORTAM)- Bir süreden beri İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Gözetim Evinde, İlhan Selçuk ve İlhami Soysal'la birlikte gözaltında tutulan, "Devrim" gazetesi eski başyazarı, gazeteci Doğan Avcıoğlu, İstanbul'da Sıkıyönetim Mahkemesi'nce tutuklanmış ve Selimiye'den Davutpaşa'ya nakledilmiştir.

Öğrenildiğine göre, mahkeme önce, Avcıoğlu'nun tutuklanmasını oybirliğiyle reddetmiş, ancak savcılığın bu ka­rara itirazı üzerine, bu sefer Avcıoğlu'nun tutuklanması kararlaştırılmıştır. Doğan Avcıoğlu tutuklanmazdan önce 13 gün gözaltında kalmıştır.

Başbakan Ne Diyor?

Başbakan Ferit Melen, Yeni Ortam muhabirinin, İlhami Soysal, İlhan Selçuk ve Doğan Avcıoğlu'nun gözaltına alınmaları konusundaki sorusuna birkaç gün önce, 'gözaltına alınmaları, yazıları ile ilgili değil. Nedenini ben de bilmiyorum' cevabını vermiştir.

Tutuklanan Doğan Avcıoğlu'nun TCK.'nun 141. ve 146. maddelerden yargılanması istenmektedir.

Üç Lise Öğretmeni Gözaltına Alındı

Öte yandan Kurtuluş Lisesi Fizik Öğretmeni Şükrü Kapıcı, Edebiyat Öğretmeni Muzaffer Gürses, İngilizce Öğretmeni Asım Işıl [Hışıl] Sıkıyönetim makamlarınca göz altına alınmışlardır.

Üç lise öğretmeni hakkında herhangi bir açıklama yapılmamıştır.47

KARAR TEMYİZ EDİLECEK

ANKARA TEMSİLCİMİZ MUSTAFA EKMEKÇİ 1 AYA MAHKUM OLDU

ANKARA (YENİ ORTAM)- Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 4 Numaralı Askerî Mahkemesi'nde, Yeni Ortam Ankara Temsilcisi Mustafa Ekmekçi ile ilgili dava karara bağlanmış, mahkeme, Ekmekçi'nin Sıkıyönetim emir­lerine muhalefet suçunu şekli olarak sabit görmüş sonuç olarak, 25 gün hapis cezasına çarptırarak, cezayı tecil etmiştir.

Yeni Ortam'ın 11 kasım tarihli nüshasında Kurtuluş Lisesi'nden üç öğretmenin gözaltına alındıkları haberi ya­yınlanmış, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, haberin komutanlığın 9 Mart 1972 gün ve 64 numara ile yayınladığı bildirisine aykırı olduğu gerekçesiyle, Yeni Ortam'ın bir ay süreyle Ankara Sıkıyönetim bölgesine sokulmama­sına karar vermiş, haberi yazan Yeni Ortam Ankara Temsilcisi de Sıkıyönetim Adli Müşavirliği'nce mahkemeye verilmişti.

Karara kalan davada dün, Yeni Ortam Ankara Temsilcisi Mustafa Ekmekçi'nin avukatı Doğan Tanyer, sa­vunma yapacağını bildirmiş, daha sonra Mustafa Ekmekçi, mahkemeye iki belge sunmuştur.

Topçu Albay Hasan Özmen başkanlığındaki mahkemede, Duruşma Yargıcı Kd. Yüzbaşı Yargıç Atalay Tokat, üye Yargıç Yüzbaşı Fuat Kayla, savcılık makamında da Yargıç Yarbay Mustafa Akın bulunmaktaydı.

Sanık ve avukatının ek savunmalarından sonra, askerî savcı, esas hakkındaki mütaalasında bir değişiklik ol­madığını, sanığın cezalandırılmasını bildirmiştir. Askerî savcı, sanığın 1-6 ay arasında hapis cezası ile ceza­landırılmasını istemekteydi. Sanık Ekmekçi, son söz olarak beraatını, ceza verilirse tecilini istemiş, duruşmaya yargıç 15 dakika ara vermiştir.

Daha sonra Duruşma Yargıcı Kd. Yzb. Atalay Tokat, kararı açıklamıştır. Kararda şöyle denilmektedir:

'Gerekçeli hükümde etraflıca açıklanacağı gibi İstanbul'da ve Ankara'da basılan Yeni Ortam gazetesinin Ankara mümessili Mustafa Ekmekçi'ye isnat olunan Sıkıyönetim emirlerine muhalefet etmek suçu sabit görül­düğünden, hareketine uyan 1402 sayılı kanunun 16/1 inci maddesi uyarınca bir ay süre ile hapsine TCK'nun 59'uncu maddesi gereğince cezasından takdiren 1/6 nisbetinde indirim yapılarak neticeden: 25 gün süre ile hapis cezası ile cezalandırılmasına, 647 sayılı kanunun 6 ncı maddesi gereğince iş bu hapis cezasının teci­line, kanun yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.'

Mustafa Ekmekçi ve avukatı Doğan Tanyer, kararı temyiz edeceklerini bildirmişlerdir.48

Ekmekçi, Yeni Ortam' da demokrasi kavgası verirken bir yandan da sevdalısı olduğu Türkçe'nin "yabancı diller boyunduruğundan" kurtulması için ödünsüz uğraş vermektedir. Ekmekçi, Türk diline gösterdiği özen ve bu yolda verdiği mücadele nedeniyle 1974'te  Türk Dil Kurumu Ödülü'nü alır.

EKMEKÇİ CUMHURİYET'TE

Mustafa Ekmekçi, Yeni Ortam' dan 1974 yılının son günleri ayrılır; 1 Mayıs 1975'te ölene  dek  yazacağı  Cumhuriyet' e  adımını  atar.  Cumhuriyet' le  bağıtladığı sözleşmede brüt ücreti 5.475 lira olarak görünmektedir.(BELGE NO: 18/a-18/b; 19)

Ekmekçi'nin Cumhuriyet' te başladığı günlerde Türkiye'de toplumsal gelişmeyi  önlemeye çalışan güçlerin Süleyman Demirel'in Başbakanlığında oluşturduğu Milliyetçi Cephe Hükümeti (1. MC- M.A.) kurulmuştur.

Milliyetçi Cephe ortaklarının devleti ele geçirme planının  ilk ipuçlarından birini Ekmekçi yakalar ve Cumhuriyet' te ilk imzalı haberi çıkar:

Asiltürk, Askerliğini Yapmayan Gençlerin Polis Olmaları İçin Yönetmelikte Değişiklik İstedi. İçişleri Bakanı  Oğuzhan Asiltürk, Bakanlık yetkililerine emir vererek, yönetmelikte değişiklik yapılmasını istemiştir. Değişikliğin amacının, askerliğini yapmamış MSP'li ( Milli  Selamet Partisi) gençlere polis olma olanağının sağ­lanması olduğu çeşitli çevrelerce iddia edilmekte, bunun sakıncalarına dikkat çekilmektedir.49

Cumhuriyet'  te  ilk Ankara Notları 19 Temmuz 1975'te çıkmıştır.

VALİLER VE ENERJİ ALIŞVERİŞİ ÜZERİNE

ANKARA- Şener Battal, İvan Yordanov'a takılıyordu:

-Siz yılbaşlarında CHP'li kardeşlerimize hediyeler gönderiyorsunuz. Bizlere hiçbir şey göndermiyorsunuz, ne­den?

-Ama biz yılbaşlarında hediye olarak içki gönderiyoruz. Bulgar rakısı, şarap... Bizim büyükelçinin kesin emri var, kaç kez, 'Aman yanılıp da MSP'lilere göndermeyin, yoksa çok kızarlar'  dedi.

Şener Battal hafif bozuldu:

-Oldu mu ya?

-Ama, siz içki içmiyorsunuz canım...

-Olsun, içmeyelim. Bize de elbise gönderirsiniz. Gömlek filan. Bir astragan kalpak...

-Oooooo...

Irak Büyükelçiliği'ndeki kokteylde, MSP Konya Milletvekili Şener Battal ile Bulgar Basın Ateşesi İvan Yordanov, böyle sardırmışlar, koyulaştırmışlardı konuşmayı. Yasin Hatipoğlu da oradaydı...

Şener Battal, Konya'nın Akşehir ilçesindendir. Nasrettin Hoca'nın hemşerisi. Oldu olacak, Akşehir ile Bulgaristan'ın, Gabrova'sını kardeş kent yapmalı bu arada. Bir yanda Süleyman Bey'le Bulgaristan Devlet Bakanı Todor Jivkov enerji alışverişini yaparlerken MSP'li Şener Battal ile Bulgar İvan, dolaylı hemşeri olurlar. Gabrova da Bulgaristan'ın güldürü kentidir. Her yıl orada törenler düzenlenir. Türk yazarları, çizerleri de ödüller alırlar; Türk gazetelerinde ufacık haberler çıkar.

Gabrovalılar, tutumlu olmalarıyla tanınırlar. İskoçlar gibi cimri değil, tutumlu. Elektriği de ödünç vermelerinden belli değil mi?

Gabrova törenlerinde kuyruğu kesik bir kedinin başta yürümesi de tutumun, hesaplılığın simgesi; kedinin kuy­ruğu uzun olursa, sallayarak kapıyı daha çok aralar, içeriye daha çok soğuk gelir hesabı var...

Gabrovalılar düğünlerde tören de yapmazlar herhalde, kız bohçasını aldığı gibi oğlanın evine koşar. "Bekârlık israftır" deyip evleniyorlardır, belki de ne bileyim... "Bir kişinin yiyeceği ile iki kişi de doyar" diye de düşünmüş olabilirler. Gabrovalı bunlar...

Bulgarlardan enerji alıyoruz. Alınan yardım, yapılan fabrika ülkemizde kalsın da... Bir başka elden, yabana gitmesin de...

Irak Elçiliği'nde, Irak ihtilalinin yıldönümü nedeniyle verilen kokteylde, ayakta söyleşiyorduk. Yeni vali olmuş bir arkadaş, fazla kalmadı selam verip uzaklaştı.

* * *

Hacı Bayram'da Ali Özoğuz'un cenazesinde Ali'nin yaşantısını konuşarak andık. Son zamanlarda televizyonda programlara da  çıkmıyor, yahut çıkarılmıyordu bilmiyorum. Arkadaşlar, Ali Özoğuz'un yaşantısını "Ayak Bacak Fabrikası"  yazarı Sermet Çağan'ın yaşantısına benzetiyorlardı çokça. Attila Sav, "Sermet Çağan hiç değilse birkaç kitap bıraktı, Ali onu da bırakmadan öldü"  dedi. André Gide'nin Oscar Wilde için söylediği bir sözü tek­rarladı:

-Hünerini eserlerine, dehasını yaşantısına verdi.

Cenaze namazının kılınması beklenirken, bilen herkes bir fıkrasını anlattı Ali'nin:

Yedeksubaylığını yaparken kışlaya geç dönmüş Ali bir akşam. Kapıdaki nöbetçi sormuş:

-Parola komutanım?

Ali, "Parola evladım"  deyip geçmiş.

-İki şeyden çekinirim, dermiş, bir azat edilmiş köleden, bir de uzatmalı ...dan, (ülkemiz koşullarına göre bu ör­nek çoğaltılabilir).

Televizyon, Ali Özoğuz için bir program düzenleyebilirdi. Ben görmedim henüz, bu yaşantısı espri dolu insan için bir kitap yazılmalı bence.

Televizyon, tam bir ihmalin içindedir çok bakımdan. Kıbrıs girişiminin yıldönümünde de doğru dürüst bir prog­ram çıkaramıyacak ortaya sanıyorum. İşin başında Ecevit vardı diye, kaçınacak filimler göstermekten. Gazetelerin televizyona verdikleri reklamlardan esinlense. Kımıldanır da kendi olanakları ile program düzenler. Seçimlerde de öyle olmuştu. Süleyman Bey kazanacak diye, tüm hazırlıklarını ona göre yapmış, seçim gezile­rine boş vermişti. Seçim gecesi, Ecevit'le Hüsamettin Çelebi'nin alı al, moru mor zoraki konuşmasını izlemiş­tik.

Demirel'in Todor Jivkov'la Babaeski'de buluşmaları, Kıbrıs girişiminin yapıldığı günün yıldönümüne rastlıyor. İlginç bir rastlantı doğrusu...

Demirel'le Jivkov ne görüşecekler? Bulgaristan'dan ödünç enerji alacağız bu tamam, yazın alıp, kışın geri ve­receğiz enerjiyi. Çünkü Bulgarların da kışın enerji sıkıntıları var. Bulgarlar atom enerjisinden yararlanıyorlarmış ayrıca. Bulgarlarda, bizim "Komşuda pişer bize de düşer"  sözümüze benzer yaygın bir söz varmış, şöyle:

-Komşu eve ayı gelirse, sizin eve gelir... Buradaki ayı, ayıcı anlamına...

Süleyman Bey belki konuşmalar sırasında, Bulgarlarla Yunanlıların aralarının nasıl olduğunu da soracaktır. Karamanlis gitti, geldi Bulgaristan'a. Bir sürü anlaşma da imzaladı orada.

Sosyalist ülkelerle Türkiye'nin bağları kopuk kopuktur. Bir yandan ilişkiler kurmak isterken bir yandan yurti­çinde kendi karşıtlarına olmadık suçlamaları yapan cepheciler, tutumlarının içtenliğini nasıl söyliyebilirler?

* * *

Valiler kararnamesinin içyüzünü sergileyen "notlar" ne kadar yankı uyandırmış İçişlerinde? Aslında eksikleri olduğunu iyi biliyorum yazının. Ama, "teşhir"  değil amacım, eleştirmekti.

'63 vali değişti, dört vali kaldı' diyoruz. İzmir Valisi Orhan Erbuğ'un istifasını unutuyoruz. 42 vali alındı mer­keze, üç vali kaldı görevi başında demek...

İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk, Kars'ta müteahhitlik yaptığı yıllardan tanır Orhan Erbuğ'u, Dr. Vali Orhan Erbuğ'la yıldızları barışmadı bir türlü. Yardımcısı ile araları iyiydi de, Erbuğ'la ı-ıh...

Asiltürk, CHP-MSP ortaklığında İçişleri Bakanı olunca, Orhan Erbuğ'u Emniyet Genel Müdürü buldu. İmam-ha­tiplileri polis yapabilmek için yönetmelik değiştirme düşüncesi taaa o zamanlarda vardı kafasında.

Orhan Erbuğ dürüstlüğü ile tanınmış bir yönetici, eski tümgenerallerden "Deli"  Fikri Paşa'nın yeğeni.

Kars'ta başlayan gerginlik, Ankara'da sürer gider.

Asiltürk, bir gün yönetmelik değişikliği düşüncesini Orhan Erbuğ'a açar o zaman. Erbuğ, "Yasaya aykırı yö­netmelik düzenlenemez" der kestirir atar. Asiltürk, Müsteşar Hayrettin Ersöz'e gider, Ersöz daha yumuşak yapılı bir yöneticidir. Hukuk Müşaviri Kemal Özgüney, bakana "mütalaa"  vermeyi kabul eder. Kemal Özgüney, İsmail Cem için "rapor" hazırlıyan üç danışmandan biridir, hatırladım şimdi.

Orhan Erbuğ, sıkıntılıdır. Emniyet Genel Müdürlüğü'nde, bakana başvurarak kendisini merkez valiliğine alma­sını ister. Kararname hazırlanır, Çankaya'ya gider, Korutürk o zaman kılı kırk yarar. CHP'liler imza etmek iste­mez. Ama, Erbuğ ısrar eder:

-Ne olur, kararnamemi imzalayın ben istiyorum, ben bu adamla çalışmam...   der.

Orhan Erbuğ, kendi isteğiyle merkez valisidir artık. Mukadder Öztekin İçişleri Bakanı iken, İzmir Valiliği'ne ge­tirildi; nereden bilsin Asiltürk'ün yeniden İçişleri Bakanlığı'na geleceğini. O gelince de bastı istifayı ayrıldı işte. Arkasından Emniyet Müdürü Gürbüz Atabek, istifa etti, emekliliğini istedi.

Sakarya Valisi Mustafa Uygur, neden, nasıl İzmir Valisi oldu? Kocaeli Valisi Ertuğrul Ünlüer, neden merkeze alındı?

Merkez valileri gelecekler yakında Ankara'ya. Merkez valilerinin oturacağı yahut ayakta dolaşacağı odanın önündeki koridordan geçmek bir sorun olacak doğrusu. Çok kalabalık da.50

Ekmekçi, Cumhuriyet' te de yalnız köşe yazarı olarak değil  mesleğe yeni başlayan  genç bir muhabirin heye­canını duyarak  gazetecilik yapar. Yıl 1978'in son  günleridir...Türkiye'yi 12 Eylül dönemecine taşımak için sahneye konulan senaryonun kilometre taşlarından biri durumundaki Kahramanmaraş katliamının  meydana geldiği gün telefonu çalar.

Gecenin saat 02.00'si, İstanbul'dan yazı işlerinden telefon. Telefonda Koray Düzgören:

-Ankara'dan ne diyorlar, ölü sayısı hakkında kesin bir rakam veriyorlar mı?.. Biz Kahramanmaraş'la konuşuyo­ruz, ölü sayısı çok diyorlar.

Hastaneler, yaralıları almıyormuş...

-Seni, bu saatte rahatsız ettik ama, ölü sayısı hakkında kesin bilgi almadan gazeteyi bağlamak istemiyorum.

-Hay, hay Koray, ben şimdi yetkilileri arar, size ulaştırırım...

Gazeteciliğe yeni başladığımda, öğrenmiştim; bir olayda bir kazada ölenlerin sayısının nasıl doğru saptanması gerektiğini. Bir Amerikan gazetecisi, yazdığı kitapta, 'bir uçak kazasında ölenlerin sayısını tam olarak sapta­yabilmek için, gazetecinin ölüleri bir bir yoklaması gerektiğini' yazar. Doğru haber, öyle saptanabilir de ondan. Ama, hiçbir kaza sonucunda, doğru haberi almak için, ölüleri yoklamadım, yoklayamadım... Bunun bir başka yolu da, hastanelerde ölülerin başında olanlarla, ya da onların bilgi verdikleriyle konuşmaktır.

İçişleri Bakanlığını, Emniyet Genel Müdürlüğünü ararsam?..

-Ben komiser Osman buyurun efendim?..

-Kardeşim, ben Mustafa Ekmekçi, Genel Müdür Haydar Bey yok mu?..

-Şimdi, istirahata çekildiler efendim. Şu saate kadar odasındaydılar!

-Kahramanmaraş'ta ölü sayısı kaç Osman Bey?

-Kimsiniz efendim?..

-Mustafa Ekmekçi.

Komiser, azıcık durdu. Bir sır sormuyordum ya...

-Efendim, 15 dakika önce, buradan giden başkan yardımcısı telefon etmişti, 21 dedi. Ama belli olmazmış daha...51

Ankara Notları' nda gösterdiği tüm ustalığa karşın yazılarından dolayı zaman zaman Adliye Koridorlarına  düş­mekten gazete içinde Yazıişlerinin sansürüne uğramaktan kurtulamaz!

Cumhuriyet' te yayınlanan 'Ayşekadın Fasulye' başlıklı bir 'Ankara Notları' ndan yargılanacaktık. İstanbul Ağır Ceza Mahkemelerinden birinin kapısında...

'Ankara Notları' nın başlığını yüksek sesle okudu:

-Ayşekadın Fasulye... Elma davasından sonra, fasulye davası, gelsinler bakalım!

Mübaşir adlarımızı okudu:

-Bülent Dikmeneeeeer, Mustafa Ekmekçiiii...

Sanık yerine geçtik. Avukat masasına Orhan Apaydın geçti.

Sorgularımız yapıldı. Ben, yazıyla hükümeti küçük düşürme amacında olmadığımı söyledim. Bülent Dikmener, yazıyı yayınlamakta bir sakınca görmediğini söyledi. O gün, duruşma ertelendi. Yargıcın da onayı ile, ondan sonraki duruşmalara, İstanbul'a gitmedim. Aylar sonra, Bülent'ten haber geldi teleksle:

-Ayşekadın fasulye yazısından aklandık. Haydi, gözünaydın...52

12 EYLÜL SANSÜRÜ

Ekmekçi'nin "faşizmin gerçeğiyle yüz yüze getirdi" dediği 12 Eylül, O'nu Cumhuriyet' te iken yakalar. Türkiye'ye giydirilmek istenen deli gömleğinin kumaşını kesen 12 Eylül yönetiminin basını nasıl bir baskı altına aldığını Ekmekçi, kendi yaşamından somut örneklerle sergilemektedir.

12 Eylül gelir gelmez, -artık 1975'ten beri Cumhuriyet' teyim- gazeteye Genel Yayın Yönetmeni olan Hasan Cemal, Ankara Bürosunda bir toplantıda:

-Arkadaşlar, yazılarınız sansür edilecektir. Bunu bilin!  demişti. İlerde anılarınızı yazdığınızda, gerekeni yazar­sınız, sorumluluk benim!  (Hasan Cemal, şimdi 'Sabah' ta.)

Kara kara düşünmeye başlamıştım. Sıkı denetimle (sansürle) yazarlık nasıl bağdaşacaktı? Yazılar, çizgiliydi; Tan Oral, güzel çizgilerle, yazıyı değerlendiriyordu. İlk, çizgiler kaldırıldı...

12 Mart'lardan, -satır arası- deneyimim vardı. Satır arasında istediklerimi, düşüncelerimi yazamaz mıydım? Olup biteni anlatamaz mıydım?

Barış Derneği yöneticilerinin duruşmasına gitmiştik. Nadir Nadi, Hasan Cemal de var; ben Hasan'ın arkasında izlenimler için notlar alıyordum. Hasan ikide bir arkaya dönüp:

-Boşuna not alma, yazıyı koymam!  diyor. Sonunda, 'Tek tümce yazabilirsin!' dedi. Ne yapsam, otele gittim; kafamda, bir duruşma senaryosu çattım; yazının en sonuna da 'Dün Barış Derneği davasını izledim!' diye yazdım. Hasan yazıyı okuyana sormuş: 'Barış Derneği'nden söz ediyor mu?' diye. Okuyan: 'Tek tümce yaz­mış!'  yanıtını vermiş. Yazı öylece girmiş!

Bir gün, Cumhuriyet' in sayfa düzenleyicisi arkadaşım Ali Acar (o da şimdi 'Yeni Yüzyıl' da !), şöyle demişti; Ören'de 'Villâ Lâle'de dinlenirken:

-Abi, Cumhuriyet'te herkesin yazısını bir kişi okur; Nadir Bey'in de, İlhan Abi'nin de yazılarını tek kişi okur; yalnız senin yazılarını beş kişi okur! Biri, okur, öbürüne verir, o da okur. 'Sakıncalı' bir şey var mı  diye. Bu ki­tapta 'sanat' başlıklı bir yazı var: Kitabın başında göreceksiniz, okumakta olan:

-Ben bu yazıda bir şey göremedim!  demiş. Ne var bu yazıda?

-Sonunu oku, sonunu oku!

Sonunu da okumuşlar ama, beş kişi yine de bir şey bulamamışlar, iyi mi?

Bunları, yakınmak için yazmıyorum; şimdi için için gülüyorum. Hasan yalnız bana değil, Nadir Nadi'ye de, İlhan Selçuk'a da sıkıdenetim 'sansür' uygularmış. O, 'Ben Cumhuriyet' i kapattıran Genel Yayın Yönetmeni olmak istemiyorum!' demek isterdi. Ama, ilginçtir, şimdi Cumhuriyet' te değiller; ne Hasan ne Okay Gönensin, ne öbürleri. Yalçın Doğan örnek denecek, bir sıkı denetimciydi. Arkadaşları 'Hans' derlerdi, takılırlardı...

Cumhuriyet' i, gözünü kırpmadan yazarak yaşatmak, bir boyun borcu değil midir?

12 Eylül'ün başı Kenan Bey, Hasan Cemal'le, Okay Gönensin'e dert yanmış:

-Ekmekçi bana neden  'Kenan Bey!' diyor; Kenan Paşa demiyor!  diye. Hasan telefon etti:

-Kenan Bey, deme yav! Baba adam o!

Anladığım, biri görevlendirdi, 'Kenan Bey'leri, 'Kenan Evren' yapmak için. Kimi de gözden kaçıyor; kimi 'Kenan Bey', kimi 'Kenan Evren' diye çıkıyordu! İyi mi?53

Ekmekçi, 12 Eylül'ün tüm olumsuz koşullarında  haksız­lığa uğrayan, baskı ve işkence gören, kim olursa olsun o insanların sesi olmuştur. 12 Eylül darbesinin en sıcak ve acı günlerinin yaşandığı dönemde, işkence gören bir öğ­retmenin feryadını kamuoyuna yansıtmayı insanlık görevi sayan bir toplumsal sorumluluk anlayışına sa­hiptir.

BAHARI KARŞILAMAK

Neden ilgilendim, Bayan Grancarova'nın verdiği çayla? Kendim de iyice anlayabilmiş değilim. 27 Mayısçılardan bir dostla konuşurken söyledi, eşinin Bayan Grancarova'nın çayına gittiğini...

Bayan Grancarova, Bulgaristan'ın Ankara Büyükelçisi Vladimir Grancarova'nın eşi. İki gün önce elçilikte ver­miş çayı. Oldukça kalabalıkmış. Çaya, Dışişleri Bakanı İlter Türkmen'in eşi Bayan Türkmen, Bayan Çağlayangil, Bayan Cantürk, Bayan Çetin, Bayan Gürün, Gazeteci Nilüfer Yalçın, sosyalist ülkelerin elçilerinin eşleriyle, Yunan elçisinin eşi, FKÖ temsilcisi Abu Firas'ın eşi, 27 Mayısçıların eşleri: Bayan Küçük, Bayan Tunçkanat, Bayan Karaman'la, Bayan Gürsoytrak, gelenler arasın­daymış...

Bazı TV yıldızları, gelip şarkılar söylemişler, yenilmiş içilmiş. Menekşelerle karşılamışlar konukları. Gelenlere birer işlemeli mendille, plak armağan edilmiş...

Toplantının adı, 'Baharı Karşılama'  toplantısıymış. Baharı karşılamak ne güzel!

Dışarı baktım, bazı ağaçlar çiçek açmıştı...

-Aldanmasalar bari... diye geçirdim içimden...

* * *

Büroda bir genç bayan öğretmen, kendisine nasıl eziyet edildiğini anlatıyor. Keçiören'de bir Ortaokulun Müdür yardımcısı bayan...

Gözaltına alınan öğrencilerden Tamer, öğretmeninin adını vermiş.

Bayan öğretmen, bir koltukta oturuyor. Koltuğun solu meşinden de, sağ kolun geleceği yer, yolunmuş. Demiri kalmış. Gözleri bağlı, ifade veriyor...

-Söyleyin hocanım, öğrenciniz her şeyi anlattı!

-Hayır, ben öyle bir şey yapmadım!

Az sonra öğrenci getirilir, öğretmeninin karşısına. Öğretmenin gözleri açılır, öğrenciye sorulur:

-Hocanım mı eğitti sizi? Size seminer verdi!

-Tamer, size ben seminer verdim mi?

-Evet efendim!

Öğrenci çıkarılır, dışarıya. Bayan öğretmenin gözleri bağlanır yeniden...

-Bakın hocanım, öğrenciniz söylüyor!

-Doğru söylemiyor!

-Çizmeni çıkar...

Çizme çıkar...

-Çorabını da çıkar...

Çorabını da çıkarır bayan öğretmen. Ayaklarına bakmaya korkuyorum. Yine de gözüm kayıyor, ayakkabıları var ayağında... Yeşil gözleri, yaşlarla doldu dolacak. Onurundan, ağlayamıyor...

-Cereyan verildi... diyor, sağ ayağımın serçe parmağıyla, sağ elimin serçe parmağından. Önce bağırmadım. Ama yukarıda arkadaşlar, dakika tutmuşlar, on beş dakika bağırmışım!

Başbakan Ulusu, son basın toplantısında şöyle demişti:

-İşkence ile ilgili olarak bugüne kadar 68 iddia ileri sürülmüştür. Bunlardan 40 tanesi hakkındaki soruşturma halen devam etmektedir. 14 tanesinde, işkence yaptığı iddia edilen kişiler hakkında ceza davası açılmıştır. 14 işkence iddiasının ise, yapılan soruşturma neticesinde, doğru olmadığı ortaya çıkmıştır.

Bir defa daha belirtmek istiyorum ki, 12 Eylül yönetimi işkenceyi asla tasvip etmemektedir ve müsamaha ile karşılayamaz.

Anayasamız gibi, Ceza Yasamız da işkenceyi yasaklamakta, yapanlara ceza verilmesini öngörmektedir. Türk Ceza Yasasının 245'inci maddesi şöyle der:

'Kuvve-i cebriye imaline memur olanlar ve bilumum zabıta ve ihzar memurları memuriyetlerini icrada ve mafev­kinde bulunan amirinin emrini infazda kanun ve nizamın tayin ettiği ahvalden başka surette bir kimse hakkında suimuamele veya cismen eza verecek hale cüret eder, yahut o kimseyi darp ve cerh eylerse üç aydan üç seneye kadar hapis ve muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezaları ile cezalandırılır. Eğer işlediği cürüm bu fiillerin fevkinde ise o cürümlere tereddüp eden ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.'

Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesi, 18.11.1969'da aldığı bir kararda şöyle demiştir:

'Jandarma başçavuşu olan ve zor kullanmaya yetkili bulunan sanığın, karakola gelmesini sağlamak amacıyla mağdura sövmesi durumunda TCY'nin 245. maddesi uygulanır.' (Karar numarası: 969/4485).

Başbakan Bülend Ulusu'nun basın toplantısında yaptığı açıklamaları olumlu bulduğumu, hemen arkasından yazdığım, 'Ankara Notları' nda vurgulamıştım. Milli Güvenlik Konseyi'nin de, konuya ağırlık verecek bir açıkla­ması, çok yararlı olur...

* * *

Bahar, insana gençliği anımsatır.

Baharı karşılarken, görevlerimizi -uygarca- yapabilir, toplumdaki bozukluklara, yüreklice eğilebiliriz gibime geli­yor...54

Ankara Sıkıyönetim Komutanı, yazının yayımlanmasından 9 gün sonra Hasan Cemal'in adı künyede genel ya­yın müdürü olarak çıktığı 2 Nisan 1981'de Cumhuriyet' i  sorumluluk alanına giren Ankara, Kastamonu ve Çankırı'da "sembolik olarak"[!] iki gün yasaklar.55

"Ben Cumhuriyet' te hiç kimsenin değinmediği konulara değiniyorum. Örneğin bir domuz eti yazıları. Hasan Cemal sansür ederdi yazıları. Şöyle derdi: 'Benim gazetemi Müslümanlar da okuyor. Sen bunu yazamazsın.' Ben de yazılarım arasına şöyle şeyler koyuyordum: 'İsterseniz yemeyin ama... Yemeseniz de niçin karşı çıkı­yorsunuz. Bu bir ticari olaydır, tarımsal olaydır. Şimdi domuzların da futbol oynayabileceğini filan yazacağım mesela.'

... Hasan Cemal emir verirmiş: 'Ekmekçi'nin domuzla ilgili yazısı gelirse çıkarın' diye. Ben gene de yazardım. Çocuklar derdi ki, 'Abi, utanıyoruz biz senin yazını çıkarmaya ama... emir böyle bu sansürü uygulamak zorun­dayız.'  Ben de çocuklara derdim ki, 'Son yazı bu. Bir daha yazmayacağım, siz bunu koyun da...' filan diyerek kurtarırdım yazıyı..... Sonra gene yazardım: 'Domuzuna yazılar I, II, III.' Bunlardan ikisi çıktı, üçüncüsü çık­madı. Üçüncüsünü de Okay Gönensin koymadı..... (O) da sansürcüdür.56

12 EYLÜL'Ü ALKIŞLAYANLAR

Ekmekçi'nin kendi gazetesinde bile yazılarının "sansüre" 12 Eylül döneminin bu en karanlık günlerinde meslek­taşlarını "kalem anarşistleri"  diye cuntaya hedef gösteren  sözde gazeteciler ve basın örgütleri ortalıkta cirit atmaktadır. Ankara Gazeteciler Cemiyeti'nce çıkarılan 20 Ekim 1980 tarihli Bayram gazetesinin manşeti ve cunta liderlerinin boy boy fotoğraflarının sıralandığı birinci sayfası; Cemiyet Başkanı Beyhan Cenkçi'nin dar­beyi alkışlayan başyazısı demokrasi ve basın tarihinin bir utanç belgesidir.

Cenkçi, "Beş Yıl Değil, Beş Ay Değil, Henüz Beş Hafta" başlığıyla kaleme aldığı başyazısına şöyle başlıyor:

Sevgili okurlar,

Bayramınız kutlu olsun...

Elimde bir ansiklopedi... Hem lügat, hem ansiklopedi...

Adı: Larousse

Sayfası 461...

Alt alta üç kelime...

Güvence, Güven, Güve...

Güvence: Güven veren şey, teminat.

Güven: Birine veya bir şeye bel bağlayan kimsenin içindeki duygu...

Güve: Büyük zararlara yol açan kemirici küçük parlak böcek...

12 Eylül'den bu yana duyduğumuz Güvence ve Güven kelimeleriyle lügatın aynı sayfasında yer alan 'güve'nin bu yazıda işi ne?

'Güve' milli karakterimizin markasıdır. İçimizdeki, kemirici görünmeyen fakat büyük zararlara yol açan parlak böcektir...

Her beğendiğimizi her iyiyi, güzeli, bir süre sonra bıkıp veya kıskanıp kemirmeye, tahrip etmeye baş­lamamızın adıdır.

Onun için bu yazıda yer almıştır.

12 Eylül çılgınca alkışlarımız arasında gelmiştir. Aradan henüz 5 hafta gibi çok kısa bir süre geçmiştir. Güve'lerin kemirici, keskin çeneleri açılıp kapanmaya başlamıştır.

-Ne zaman gidecekler?

-Çok yavaş hareket ediyorlar...

-Nerde verdikleri sözler... Geçici Anayasa... Kurucu Meclis... İdamlar... Vergi yasaları...

-Suistimal dosyaları...

-Emekli, dul, yetim aylıkları... Ucuzluk...

Henüz 5 hafta geçmiştir... Kansız, sessiz koskoca bir ihtilal olmuştur... Bal gibi bir ihtilal olmuştur. Bunu gör­memezliğe, bilmemezliğe gelmek, kendimizi 11 Eylül'de sanmak, devlete, halka ihanete devam etmek olur...

Bu kansız, sessiz devlete sahip çıkma hareketine gevezelik yapmadan destek olmak, düğmeye ba­san 6 [5] cesur komutana kulak vermek, uyarılarına uymak, uygar davranışlarını suistimal etmemek ve yanlış yorumla­mamak yararlıdır.

12 Eylül'e nasıl gelinmiştir... Uyarılar ciddiye alınmamıştır öyle gelinmiştir... Devletin başları aylardır, yıllardır ilgilileri, tüm Anayasal kuruluşları uyarmışlardır...

Uygarca uyarmışlardır...

Uyarıları ellerinin tersleriyle itenler 12 Eylül'de ellerini patlatıncaya kadar 12 Eylül'e alkış tutarak kendilerini af­fettirmek istemişlerdir...

Fakat iş işten geçmiştir...

Bu sabırlı, tedbirli, planlı, soğukkanlı, vatanperver tecrübeli devlet adamlarının uyarıları ile nerede ise alay edi­lir olmuştu...

Sonuç...

Devletin sahipsiz olmadığı ortaya konmuştur... Devletle alay edenler kaçacak delik aramışlardır... Aramaktadırlar...

1979'dan 1980 12 Eylül'üne kadar bir yıllık uyarılara göz atmakta, hatırlamakta yarar vardır...

Neler dediler...

12 Eylül'e nasıl gelindi...

Evet hatırlarsak, bugün yapılan uyarıları daha sıhhatli değerlendirir içimizdeki kemirici mahlukların tahribatının sonuçlarını şimdiden görebiliriz... İçimizdeki şeytancıklara 'Dur' diyebiliriz...57

Beyhan Cenkçi, 6'ncı Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Milli Güvenlik Kurulu (MGK)'nca 12 Eylül öncesi yapılan açıklamalardan örnekler verdikten sonra başyazısını; "Ancak şunu da unutmamak gerek... Bazı şeyleri uyarılarla iyiniyetle, nasihatlarla halletmekte imkansız..... Nush ile uslan­mayana etmeli tekdir. Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir" diye bitirmektedir.

EL ÖPEN ŞEYHÜLMUHARRİRİN

Bu olaydan yaklaşık bir ay sonra yaşanan kara gün de gazetecilerin belleklerinden çıkmayacaktır. İstanbul Gazeteciler Cemiyeti (İGC) Başkanı (Şeyhülmuharririn ünvanına da sahip!) yaşı bir asra dayanan Burhan Felek 12 Eylül'ün cunta lideri Kenan Evren'in elini öpmekte, onunla kolkola poz vermektedir. Tarih 18 Kasım 1980'dir.

Anadolu Ajansı İstanbul mahreciyle  verdiği 17 numaralı haberinde;

Devlet Başkanı Orgeneral Evren ve beraberindekilerin saat 17.55'te, Gazeteciler Cemiyeti'ni  ziyaret ettiği, Başkan Burhan Felek ve Yönetim Kurulu Üyeleri ile bir süre görüştüğü belirtildikten sonra şöyle denilmektedir:

"Devlet Başkanı ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Evren, Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Üyeleri tara­fından kapıda karşılanmıştır. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Burhan Felek Gazeteciler Cemiyeti'nin üst katında Devlet Başkanı ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Evren'i karşılamış ve 'Bizi ihya ettiniz, zati devletinizden 30 yıl önce dünyaya gelmek ve sizi kapıda karşılamamak gafletini gösterdiğim için affınızı rica ederim' demiş­tir....

Orgeneral Evren daha sonra, Cemiyet Konferans Salonu'nda gazetecilere hitaben bir konuşma yapmıştır. İstanbul basınının, Türk basınında önemli bir yeri olduğunu, gazeteciliğin burada başladığını ve yayıldığını belir­ten Devlet Başkanı ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Evren, kamuoyu oluşturan basının da İstanbul'da bu­lunduğunu kaydetmiş ve şöyle demiştir:

'... Bugüne kadar yapılan beyanlar, çıkarılan gazetelerden genellikle memnunuz, bunu (bura)da (iftiharla) be­lirtmek isterim.

Hakikaten, 12 Eylül'den sonra (basınımızdan) büyük (bir) anlayış gördük. Bu bir müddet devam etti. Fakat ya­vaş yavaş, acaba açık bir delik bulabilir miyiz, bir yerden fırsat kollayabilir miyiz gibi bazı girişimler oldu. Ama bunu(onu) da, arkadaşlarımızın ikazlarıyla hemen düzelttiler. Zaman zaman (bunlar) oluyor. Her sıkıyönetim devresinde olmuştur. 1971'de de olmuştur. Ondan evvelki sıkıyönetim devrelerinde de olmuştur. Oluyor. Olmaması mümkün değil. Bir arkadaş çıkıyor, arzu edilmeyen bir şeyi yazıyor ve o arkadaşı(mız)ın o yazısın­dan dolayı da büyük bir kitle zarar görüyor. Bu zarar, manevi ve maddi. Manevi zararı memlekete, millete do­kunuyor. Maddi zararı (da) orada çalışanlara dokunuyor. Hiç arzu etmiyoruz böyle bir şey(i), ama oluyor. Olmaması için sizlerin de, bizlerin de gayret göstermesi gerek(iyor)...'

Devlet ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Evren Gazeteciler Cemiyeti'nden ayrılırken Burhan Felek'in elini öpmüş sağlık dilemiştir."

Asırlık gazeteci Burhan Felek'in  Gazeteciler Cemiyeti'ni ziyareti sırasında  cunta liderinin  elini öpmesine kar­şın bu olay ne Anadolu Ajansı'nın geçtiği haberde ne de  ertesi günkü 19 Kasım 1980 tarihli gazetelerde yer almıştır. Tarihi olay görmezlikten gelinmiştir. Sadece Evren'le Felek'in kol kola resimlerinin yayımlanması "uy­gun"  görülmüştür.

O tarihte Aydın Doğan'ın sahibi bulunduğu, Turhan Aytul'un Genel Yayın Yönetmeni, Doğan Heper'in de Yazıişleri Müdürü olduğu Milliyet gazetesinde çıkan "Evren'le Birlikte"  başlıklı başyazıda olayın değerlendiriliş biçimi dikkat çekicidir:

... Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Burhan Felek'e karşı gösterdiği saygı ve ilgi, Orgeneral Evren'in bizim mes­leğimizin bir büyüğüne devletin beslediği özen duygusunu yansıttığı gibi, Milli Güvenlik Konseyi'nin basına verdiği değeri de Felek'in kişiliğinde sergilemiştir.

... İstanbul gazetecileri, gerek Orgeneral Evren'in gerekse diğer komutanların İstanbul Gazeteciler Cemiyeti'nde basın özgürlüğü ve basının güvenliği üzerinde verdikleri teminattan, bir kez daha tatmin duymuş­lardır.

... Ülkenin  demokrasiye  dönüş  yolunda,  başından  beri  12  Eylül  iktidarına hem  destek  hem  de  yardımcı  olan  ba­sın,  bu  tutumunu  tabii  ki  sürdürecektir.58

"El öpme" olayının kahramanı, Burhan Felek, bir hafta sonra Milliyet' teki köşesinde Kenan Evren'e övgüler düzdükten sonra, gazetecilerden devletin ne beklediğini  anlatmakta, onlara "perhize girmiş bir hastanın ne­kahat devri ihtiyatı" ile hareket etmeleri öğüdünü vermektedir:

"... Şimdiye kadar hiçbir askerî idarede bir devlet başkanının gazetecilerle bu kadar açık ve samimi bir hasbi­hal yaptığını, senelerce bu müessesenin başında ve hizmetinde bulunan bu âciz kalem sahibi hatırlamamak­tadır..... Bu kadar açık konuşan ve bugünkü haliyle memleketin bütün faaliyet hayatına hâkim vaziyette olan Millî Güvenlik Konseyi ve hükümetin, basından yardım istemesi, onu bir vazifeye davet demektir.

"Bu vazife ne olabilir?.... Bu yardım -en basit şekliyle- hükümeti bütün bu yapıcı faaliyetlerde desteklemek, aslı ve esası iyice aranmadan halkı telâşa verecek ve hükümeti zecrî tedbirler tatbikine zorlayacak yayınlar­dan kaçınmak, içeride ve dışarıda bu konulara karşı olanlara mantık ve meslek âdâbı içinde cevaplar vermek, kı­sacası şimdi meflûç bir halde tedavi bekleyen eski özgürlükçü demokrasi devrinin kördöğüşü halindeki atış­ma­ları ve sorumsuz yayınları yerine, perhize girmiş bir hastanın nekahat devri ihtiyatı ile hareket etmektir.

... Hükümetin bizden istediği işte budur. Bu kritik günlerde hükümetin durumunu zorlaştıracak ve halkı ürkü­tecek yayınlardan kaçınmalıyız. Dostlarım! Bir gazetenin bir haberi atlamaması mı, yoksa böyle bir haberden dolayı kapanması mı şayan-ı ar­zudur?.... İşte dostlarım! Size bir yaşlı ağabey sıfatı ile -Şeyhülmuharrirîn de­miyorum, çünkü bunu dilci dostlarım anla­mıyorlar- kısaca bugünün gazetecilerinden devletin ne beklediğini anlatmaya çalıştım.59

ÇGD'Yİ İHBAR EDEN "GAZETECİ"

"El öpme" olayının mesleğin onuruna sahip çıkan gazetecileri kamuoyu önünde düşürdüğü utanç verici duru­mun şoku yaşanırken; bu kez de basın tarihinde kara bir leke olarak anımsanacak jurnallemeye tanık olun­muştur. Ankara Gazeteciler Cemiyeti'nin çıkardığı meslektaşlarını askeri yönetime ihbar eden 11 Ekim 1981 tarihli Bayram gazetesi basın tarihine ibret belgesi olarak geçmiştir. Cemiyet Başkanı Beyhan Cenkçi söz ko­nusu Bayram gazetesinde gazetecileri ve bir basın örgütü Çağdaş Gazeteciler Derneği'ni cuntaya hedef gös­termiştir.

OKULLARA VEFA DERSİ KONMALI

... 12 Eylül kurtuluş harekâtının üzerinden bir yılı aşkın zaman geçti.

Ordumuz, Anayasanın emrini yerine getirerek Türkiyemizi, iç ve dış düşmanlara karşı Cumhuriyeti koruma ve kollama görevini eksiksiz olarak yaptı. Artık vatandaş olarak bizlere önemli görevler düşmektedir. Biz görev­lerimizi gereği gibi yapıyor muyuz?

Her şeyi Evren Paşa'dan beklemek haksızlık olur ve de yanlıştır.

Bakanlar, Valiler, Kaymakamlar, belediye başkanları, genel müdürler, müdürler, memurlar, işçiler, patronlar, öğretmenler kapılarınızın önü temiz mi?..

12 Eylül sabahının heyecanı devam ediyor mu?

Anarşi mikrobu en zayıf yeri tespit edip ordan yeniden yayılabilmenin plânları içinde olabilir.

... Kendine yeni kıyafetler ısmarlayıp toplumun içine karışabilmenin provalarını yapan mahzun, mazlum maske­lerin arkasındaki Türk devletinin düşmanlarını adım adım izliyor muyuz? Hainlerin uyumadığını biliyor muyuz?

... Milli bir müessese olan yarım asırlık Ankara Gazeteciler Cemiyeti bilindiği gibi 12 Eylül öncesinde, ele ge­çirilmek, bölünmek, yıkılmak için çok zorlandı.

Polisi, öğretmeni, işçiyi devrimci, gerici şeklinde bölenler milli basınımızı da bölmek istediler. Tertipler düzen­lediler, tuzaklar, hazırladılar, gizli açık örgütler kurup karşımıza geçtiler.

Duvarlarımızı ne yıkabildiler, ne de çatlatabildiler.

Özgür basının, hür dünyanın, demokratik rejimin sağlam bir kalesi olduğumuzu ispat ettik...

Karşımıza çıkartılan, malûm güçlerin organize ettiği bir örgüt de 'Çağdaş Gazeteciler Derneği' idi.

Susturduk.

Yapmadıklarını bırakmadılar.

Duvarlarımıza çarpıp çarpıp yıkıldılar.

O örgüt halâ kendi anlayışı içinde çalışmalar yapmaya devam etmektedir.

Bakın 12 Eylül harekâtının yıldönümü olan 12 Eylül 1981 Cumartesi günü Yenigün gazetesinde yıldönümünün anlamına meydan okurcasına bir Tüzük yayınlanıyordu. Çağdaş Gazeteciler Derneği Tüzüğü. Gelin 12 Eylül 1981 tarihinde Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin yayınladığı Tüzüğün, amaç maddesini okuyalım:

Derneğin amacı:

Madde: 2- Devrimci gazetecilerin mesleki ve sosyal değerini arttırıcı önlemler alınmasını sağlamak derneğin 'tek' ve 'belirli' amacıdır.

... İnsan vicdan ve adaletli davranışın yanı sıra toplumun geliştirilmesi ve sosyalleştirilmesi doğrultusundaki uğraşlar gazetecinin temel prensibidir.

'Ülkücü Gazeteciler Derneği' 12 Eylül'den bu yana halen kapalı iken basın mensuplarını 'Devrimciler', 'Gericiler' şeklinde bölen, 'toplumu sosyalleştirme' gibi bir siyasi amaca yönelik program ve Tüzükler yayınlanabilmesi, Dernekler yasasına, 12 Eylül ruhuna, basın özgürlüğü anlayışına aykırı olsa gerek.

Bu 'Devrimci' örgütü izlemek artık bizim değil devletin görevi.60

Tüm baskılara karşın demokrasi ve özgürlükler uğruna mücadele eden Türkiye'nin demokrat kamuoyunda,  basını temsil ettiğini iddia eden örgütlerce  cuntaya böylesine destek vermeler, İstanbul ve Ankara'daki cemi­yet başkanlarınca yapılan açıklamalar, "el öpme"ye varan yaranmalar ve jurnaller büyük tepkiler doğurur, es­pri konusu  bile olur.

EL ÖPME'YE SANSÜR

Bu gelişmeler, elbetteki  12 Eylül cuntasını rahatsız eder. Kenan Evren, bu kez Cumhurbaşkanı sıfatıyla 15 Ocak 1983 tarihinde İstanbul Gazeteciler Cemiyeti (İGC)'ni ziyaretinde, İstanbullu gazetecileri üzerlerine dü­şen görevi yerine getirme çabası içinde oldukları için över ve İGC Özel Defteri'ne şunları yazar:

İstanbul Gazeteciler Cemiyeti'ne yaptığım bu ikinci ziyaret münasebeti ile, Türk basınının kalbinin attığı İstanbul gazetecilerini en içten duygularla selamlarım. 12 Eylül 1980 harekatından sonra yurdumuzun arzu edilen huzur ve sükuna kavuşması için verilen mücadelede İstanbul gazetecileri üzerlerine düşen görevi ye­rine getirebilmenin çabası içersinde olmuştur. Normal düzene geçildikten sonra da bu yardımı devam ettir­me­lerini bekliyor ve tüm basın mensuplarına en iyi dilek ve başarı temennilerimi sunuyorum.61

Kenan Evren, daha sonra Cemiyet yöneticileri ve gazetecilerle İGC'de bir sohbet toplantısı yapar; konuyu  yaklaşık iki yıl önceki ziyaret sırasındaki "el öpme" olayına getirir:

... O tarihte rahmetli Burhan Felek aramızdaydı. Gazeteciler Cemiyeti'nin başkanıydı. Onu tekrar hatırladım. Bu vesile ile o büyük insanı bir defa daha rahmetle ve saygıyla anıyorum. Burada birbirimizin ellerini öpmüş­tük. Fakat bu bir tenkit mevzuu olmuştu. Bu bir el öpme değil, bir kucaklaşmaydı. Ama, onu öyle tefsir ettiler. Büyüklerin elini öpmek bizde gelenektir..... bir riya kabul edilmemelidir.

... Yurt gezilerimde, çok yaşlı, ak sakallı vatandaşlar geliyor, sarılıyor illâ elini öpeceğim diyor. Bazı vatan­daşlar da, ayağıma kapanıp illâ ayağını öpeceğim diyor. Doğuda o adetleri vardır. Tabii ayak öpmek artık kalktı, çok az bir yerde kaldı. Fakat el öpmek adetimiz kalkmamıştır. Kaldırmamamız da lazım. Bu Türk'ün bir anane­sidir.

... Bu salonda yaptığım ilk konuşma sırasında, 12 Eylül daha yeni olmuştu. Siz değerli basın mensubu arka­daşlarıma içinde bulunduğumuz o acı dönemi dile getiren bir konuşma yapmıştım..... Bu harekatın muvaffak ol­ması için milletin elele vermesi gerektiğini ve bunda en büyük görevin de basına düştüğünü, o zaman söyle­miştim. Basından, ondan sonra, hakikaten büyük bir anlayış gördük. Bizi desteklediler.62

İlginçtir ki, 18 Kasım 1980 tarihinde olduğu gibi 15 Ocak 1983 tarihinde de Evren'in bizzat gazetecilere anlatıp gündeme getirmesine karşın "el öpme" olayını basın bir kez daha görmezlikten gelmiştir.

EKMEKÇİ'DEN YÜKSELEN SES

Mustafa Ekmekçi, basın mesleğinin onuruna sahip çıkan bir gazeteci olarak tüm bunlara karşı tepki göster­mekten çekinmez; Evren'in İstanbul Gazeteciler Cemiyeti'ni ziyaretine dolaylı atıfta bulunarak  yazdığı 24 Ocak 1983 tarihli, Ankara Gazeteciler Cemiyeti'nin çıkardığı Bayram gazetelerindeki jurnale yönelik 27 Nisan 1981 ve 23 Aralık 1981 tarihli Ankara Notları' nda tarihe "şerh" düşer:

... İstanbul'da basının kendi kendini denetimi konulu toplantıyı izlemek isterdim. Basının kendi kendini dene­timi, ancak özgürlük ortamında gerçek değerini bulur. Basına:

-Şunu yap! Bunu yapma! dendiği, özgürlüğü kısıtlandığı anda, kendi kendini denetim bir anlam taşımaz. Bu olsa olsa, basının sıkı denetime sokulması olur.

Olağanüstü dönemlerde de, basın alabildiğine özgür olabilmelidir. O zaman, basından beklenen hizmetin elle tutulur sonucu alınır. Yoksa, basın diye bir şey kalmaz. Birbirine benzeyen gazeteler kümesi kalır ortada.

Bir yazardan, gazeteciden doğruları yazmasını istemek de yetmez. Onun barış, özgürlük, demokrasi için sa­vaşıp savaşmadığı önem taşır.63

... Türk basınının sorunlarına da değinmek istiyordum... 'Naylon gazeteciler' sorununa. Basında, bir çeşit 'Dernek Ağalığı' ile 'ekmek elden su gölden' yaşamlarını sürdürüp gidenler olduğu gibi, çeşitli kuruluşlarda 'arpalık' diyebileceğimiz, 'kamu parasıyla' günlerini gün edenlere değinecektim. Bunları, basında eleştirenler de yok denecek denli az... kimi, 'kol kırılır yen içinde kalır' diye, kimi de 'canım bize ne,  o da bir yol tutturmuş gidiyor' diye dokunmak, eleştirmek istemez. Oysa olan basına olur...64

Geçen hafta sonu Kurban Bayramı'ydı. Gazeteler üç gün çıkmadı. O günler, büyük illerde Bayram Gazeteleri yayınlandı. Biri, bir gazeteden beklenenin yerine, ilan çıkmış gibiydi. İçinde de okunacak bir şey olsa... Köşede, kıyıda kalmış,  artık diyeceği kalmamış izlenimi veren birkaç yazı. Çağdaş Gazeteciler Derneği'ne yöneltilmiş curnalcilik örnekleri. Bir sözünden yargılanıp bir yılı aşkın hapis cezasına çarptırılmış bir eski Bakanı diline dolayarak, nereye saldırdığı belli olmayan bir yazı... Cezaevinde yatan, eli kolu bağlı birine sal­dırmak, neyle bağdaşır onu da anlayamadım. Adam, yanıt verse, gelecek bayrama dek konmaz yanıtı.

Bayramda, herkes dinlenecek, barış havası içinde yaşayacak değil mi? İnsanlar para verip gazeteyi alıyorlar. Okuyup yararlanacaklar. Nerdeee?

Bunları görenler de, gazetecilerle ilgili yargıya varıyorlar; 'işte, basınımız bu!' diyorlar. Bunu söyletmeye kimin ne hakkı var? Bayram haftası değil, mangal tahtasıydı...

'Dernek Ağalığı' gazetecilere yakışmaz. Gazeteci, kamu görevi yapar. Yazısından, çizisinden aldığı ücreti dı­şında yarar sağlamaz. Reklam aracı hiç olmayacağı gibi, hiçbir şeyinin reklamını da yapmaz, yapamaz. Reklamcılık ayrı bir olaydır. O da saygıdeğer bir uğraştır. Ama, gazetecilik o değildir.

Kimse bir derneği, Bayram Gazetesi de olsa, gazeteyi kişisel hevesleri için kullanamaz. Yok, filan yerde ga­zetecilere arsa dağıtılacakmış da, tapusu verilecekmiş de, üyeler milyonlara konacakmış da, yok orada kahve de çıkacakmış da... Atatürk'ün sesli anıtı açılmış da...65

Ekmekçi'nin en zor koşullarda bile eleştirmekten ve karşı çıkmaktan kaçınmadığı  gazetecilik ilkeleriyle bağ­daşmayan davranışların  özellikle 12 Eylül dönemindeki muhatabı durumundaki Ankara ve İstanbul'daki  gaze­teciler cemiyetlerinin 18 yıl aradan sonra meslek açısından sergiledikleri tutum, olumlu bir gelişme olarak de­ğerlendirilebilir.

Ankara Gazeteciler Cemiyeti'nin özellikle basındaki tekelleşme, sendikasızlaştırma ve promosyona karşı tep­kisi dikkat çekmektedir: AGC, gazetecinin, yazarın, yayıncının, sendikasız olmasını meslek ayıbı saymakta; tekelleşmeyi sansürün ikiz kardeşi olarak tanımlamakta, demokratik sistem dışında çözüm arayanların, gaflet, delalet ve hıyanet içine düşeceklerini vurgulamakta; gazetelerin sesinin, tabak, tencere sesi olmaması gerek­tiğini ifade etmektedir.66

İstanbul Gazeteciler Cemiyeti'nin (26 Ağustos 1993'ten itibaren Türkiye Gazeteciler Cemiyeti) 18 Kasım 1998'de kabul ederek  imzaya açtığı "Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi"nin de -tekelleşme ol­gusu karşısında "suskun" kalmasına karşın- mesleğin saygınlığını yitirdiği dönemde olumlu bir adım olduğu söylenebilir.67

  • 1. ______ Öksüz Yamalığı, s.20.
  • 2. ______ Tilkiyle Kuyruğu, s.7.
  • 3. ______ Öksüz Yamalığı, s.20.
  • 4. ______ "Atatürk Üniversitesini Gerici Cereyanlar Sardı," Vatan,16 Aralık 1959, s.1-5.
  • 5. ______ Eylül Yazıları, s.68-70.
  • 6. ______ Tilkiyle Kuyruğu, s.8-9.
  • 7. ______ "27 Mayısta Sosyalistler," Yeni Ortam, 27 Mayıs 1974.
  • 8. Radyo Anki, a.k.
  • 9. Mustafa Ekmekçi, "Yüksek Adalet Divanı...," Vatan, 11 Ağustos 1959, s.1-5.
  • 10. ______ Tilkiyle Kuyruğu, s.9.
  • 11. ______ Eylül Yazıları, s.124.
  • 12. Aydınların Ortak Bildirisi, Yön, 20 Aralık 1961, Yıl 1, Sayı: 1.
  • 13. Mustafa Ekmekçi, "AP'den Müfritler Ayıklanacaktır," Milliyet, 23 Ekim 1961, s.1.
  • 14. ______ "Parlamento'da Plan Tehlikede mi?" Yeni Ortam, 8 Ekim 1972, s.1.
  • 15. ______ "Diyanet İşleri Bağımsız Oluyor," Milliyet, 30 Mayıs 1961, s.1.
  • 16. ______ "CHP'de Tasfiye Yapılacak," Milliyet, 27 Aralık 1961, s.1.
  • 17. ______ "1962 Bütçesinin Gelir Kaynakları Açıklandı," Milliyet, 7 Aralık 1961, s.1.
  • 18. ______ "Göktürk ve Tarhan Tevkif Edildi," Milliyet, 14 Şubat 1962, s.1.
  • 19. ______ "Doğu Kalkınma Programı Hazır," Milliyet, 7 Mart 1962, s.1.
  • 20. ______ "İşçilere İkramiye," Milliyet, 9 Şubat 1962, s.1.
  • 21. ______ "Servet Beyannameleri Yine Alınacak," Milliyet, 12 Şubat 1962, s.1.
  • 22. ______ "Dört Eski DP Bakanı Tevkif Ediliyor," Milliyet, 13 Şubat 1962, s.1.
  • 23. ______ "Plancılar İstifa Etti," Milliyet, 27 Eylül 1962, s.1.
  • 24. ______ "İstifaların Geri Aldırılmasına Çalışılıyor," Milliyet, 28 Eylül 1962, s.1.
  • 25. ______ "Başbakan, İstifaları Kabul Etti," Milliyet, 29 Eylül 1962, s.1.
  • 26. ______ "Gizli Rapor: Toprak Reformu ile İlgili Rapor Hazırlandı," Milliyet, 24 Aralık 1962, s.1.
  • 27. ______ "İzzet Akçal Tahliye Edildi," Milliyet, 12 Mart 1963, s.1.
  • 28. ______ "CHP Tedbirleri Görüşüyor," Milliyet, 20 Mayıs 19632, s.1.
  • 29. ______ Kılçıklı Balıklar, s.42-43.
  • 30. ______ Eylül Yazıları, s.74.
  • 31. ______ Çarıklılar, Ankara, Ümit Yayıncılık,1996, s.11-22.
  • 32. ______ "Yaveri: Bursa Nutkunu Atatürk Söyledi," Milliyet, 1 Aralık 1966, s.1.
  • 33. ______ "Kendimizden Başlayalım," Harf Düşünü ve Sanat Dergisi, BYYO, Şubat 1968, Sayı:1, s.13-14.
  • 34. ______ Tilkiyle Kuyruğu, s.9.
  • 35. ______ "İkili Anlaşmalar," Tüm, Sayı:1, 11 Aralık 1968, s.4-5.
  • 36. ______ "Planlamanın İçyüzü," Tüm, Sayı:2, 18 Aralık 1968, s.10-11.
  • 37. ______ Tilkiyle Kuyruğu, s.9.
  • 38. Nermin Yurdakul'la Ankara'da yapılan görüşme, 17 Ağustos 1998.
  • 39. Kurtul Altuğ, 12 Mart ve Nihat Erim Olayı, Ankara, Ajans Türk Matbaası, 1973, s.97.
  • 40. A.g.e., s.82-121.
  • 41. Mustafa Ekmekçi, Eylül Yazıları, s.XI-XIII.
  • 42. A.g.e., s.XIII.
  • 43. Mustafa Ekmekçi, "Melen Hükümeti, Demirel, Reform ve Genel Seçimler," Yeni Ortam, 16 Eylül 1972, s.1.
  • 44. Mahmut Temizyürek, "Pazartesi Söyleşileri," SiyahBeyaz, 8 Mayıs 1995, s.9.
  • 45. Mustafa Ekmekçi, Gün Ola Harman Ola, İstanbul, C.I, 1.B., Tekin Yayınevi, 1976, s.5.
  • 46. ______ "'Ankara Notları' Üzerine," Yeni Ortam, 3 Haziran 1973.
  • 47. Yeni Ortam, 11 Kasım 1972, s.1.
  • 48. Yeni Ortam, 15 Aralık 1972, s.1-8.
  • 49. Mustafa Ekmekçi, "Asiltürk, Askerliğini Yapmayan Gençlerin Polis Olmaları İçin Yönetmelikte Değişiklik İstedi," Cumhuriyet, 5 Haziran 1975, s.1.
  • 50. ______ "Valiler ve Enerji Alışverişi Üzerine," Cumhuriyet, 19 Temmuz 1975, s.1.
  • 51. ______ Uyanın Heeey...,  s.245-246.
  • 52. ______ Eylül Yazıları, s.142-143.
  • 53. A.g.e., s.XIII-XIV.
  • 54. Mustafa Ekmekçi, "Baharı Karşılamak," Cumhuriyet, 23 Mart 1981.
  • 55. Hasan Cemal, Tank Sesiyle Uyanmak, 4.B., Ankara, Bilgi Yayınevi, 1986, s.257-259.
  • 56. Mahmut Temizyürek, a.y.
  • 57. Beyhan Cenkçi, "Beş Yıl Değil, Beş Ay Değil, Henüz Beş Hafta," Bayram, Ankara Gazeteciler Cemiyeti Yayını, 20 Ekim 1980, s.1-7.
  • 58. Milliyet, "Evren'le Birlikte," 20 Kasım 1980, s.1.
  • 59. Burhan Felek, "Devlet ve Basın," Milliyet, 26 Kasım 1980, s.2.
  • 60. Beyhan Cenkçi, "Okullara Vefa Dersi Konmalı!" Bayram, Ankara Gazeteciler Cemiyeti Yayını, 11 Ekim 1981, s.1.
  • 61. Cumhuriyet, 16 Ocak 1983, s.1.
  • 62. Erbil Tuşalp, 12 Eylül Tutanakları-Bin Tanık, 3.B., Ankara, Dost Kitabevi Yayınları No: 30,Temmuz 1986, s.9-12.
  • 63. Mustafa Ekmekçi, "Kendi Kendini Denetim," Cumhuriyet, 24 Ocak 1983.
  • 64. ______ Eylül Yazıları, s.144-145.
  • 65. A.g.e., s.51-52.
  • 66. Durum 1998, Ankara Gazeteciler Cemiyeti, 7 Haziran 1998.
  • 67. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi, İstanbul, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınları: 54, 1998, s.10.