Ekmekçi'nin İnatları!

Mustafa Ekmekçi, doğru ve toplum yararına olduğuna inandığı bir konuyu inatla ve ısrarla sürekli gündemde tutan, okuyucularının dikkatine sunan bir kimliğe sahiptir. Ekmekçi'nin adıyla özdeşleşmiş Köy Enstitüleri, dilde özleşme ve domuzlara ilişkin inatla, sürekli yazılar yazması bu kimliğinin en çarpıcı göstergesidir.

Ekmekçi, "uygarlığın, çağcıllığın, Atatürkçülüğün de öl­çüsü" saydığı Köy Enstitüleri'nin ödünsüz savunucusu­dur. Köy Enstitülerini savunmak, gerçekleri gelecek kuşaklara aktarmak O'nun için vazgeçilmez ve ertelene­mez bir görevdir.

Mustafa Ekmekçi, Köy Enstitülerinin gönüllü militanıdır. Bunun kökleri 1940'lı yıllara, Ekmekçi'nin ortaokul öğ­rencisi olduğu günlere dayanmaktadır.

KÖY ENSTİTÜLERİ

... Enstitüleri, Tonguç'u tanımazdan çok önce tanımıştım, eseriyle. İlçede, köyde, ilkokulu bitirdiğimiz yıl, ara­mızdan bazı arkadaşlarımızın, yoksul olanlarımızı, Enstitüye almışlardı. Ben Ortaokula gitmiştim. Köylü kızları­nın, kendi arkadaşlarımın boz urbalar içinde tatile dönmeleri beni nasıl sarardı. Pek çok çocuğu, subay elbise­leri, asker giysileri sarmıştır. Ben, çuval rengi, bu boz elbiselere imrenmişimdir. Konya'da bir hanın önünde rastladığım, kızlı oğlanlı Enstitülülerin arkasından baka kalmıştım. Enstitüler mezunlarını vermeden, Eğitmenler çıkıp gelmişti köylere. İlkokulun son sınıfında olduğum yıl, Enstitüye alınan, alınmayan yoksul öğrencilere, enstitülülerin giydiği kumaştan elbiseler giydirilmişti. Bu elbiseyi beş altı yıl, dağlarda çobanlık yaparken giyen arkadaşlarımı bilirim! Sonra binler ve binlerce eğitmen ve öğretmenle, sağlık memuru köyleri doldurdular. Tonguç'un tasarısı gerçekleşiyor, Türkiye'nin yapısı değişme olanağı buluyordu, azar azar. Başarılabilir miydi, başa çıkılabilir miydi bu düzen içinde. (Osman) Akol'un dediği gibi, bir çoğunun dediği gibi, emperyalistler ko­yarlar mıydı adamı bir başına bu yolu sürdürsün diye? Koymadılar işte. Köylüyü kendine düşman ettiler. Kendi çıkarının karşısına çıkardılar. Yapılanlara 'komünistlik'  dediler. Şimdi de diyorlar, yarın da diyecekler!1 

... Gelecek kuşaklar, Atatürk'ün ideali, İnönü'nün emeği ile kurulan bu kurumların Türkelinde saçtığı bilgi kı­vılcımını saygı ile anacaklardır... Türk köylüsüne, onun çocuklarına dayanılmaz yavuzlukları hoş görenler, bu yurt çocuklarının yıllar yılı bilisiz, kör kalmalarına seyirci olabilecek anlayışta olduklarını ortaya koymuşlardır. Köy Enstitüleri, köy içinden, Anadolu'nun göbeğinden yetişen Türk çocuklarını yine köy hizmetine veren biri­cik kurumlardı. Küşümsüz eski hızla devam edilseydi, bugün öğretmensiz köy kalmayacaktı. Ulusal Eğitim Bakanlığı bütçesi tartışmalarından öğrendiğimiz on bin Türk köyünün bugün okulsuz olduğudur. Okulsuz, öğ­retmensiz... Bilim ışığından, uygarlık gereklerinden yoksun on bin köy bu, dile kolay... Enstitüler, Halkevleri, sonucu her şeyden önce ilköğretim seferberliği. Yemeden, içmeden kesilerek yapılacak ilk iş Türk çocukları­nın öğretimden geçmesinin sağlanması olmalıdır. Anadolu'da lapa lapa yağan kara 'öksüz yamalığı'  derler. Bu, üşütücü karın büyüklüğünü olduğu kadar, evinde odunu, tezeği olmayanların acınacak  durumunu da  anlatır.  On  bin  köyün  okulsuzluğu,  buna  karşılık Köy Enstitülerinin, Halkevlerinin kapatılmış olması, ışık bekleyen ka­falara, 'öksüz yamalığı'  büyüklüğünde ka­ranlığın yağdığını, toplumumuzu dönülmez bir ortaçağ anlayışına hızla sürüklemekte olduğunu gün gibi apaçık göstermektedir.2

Köy Enstitülerine, Halkevlerine kilit asmak kolaydır. Amma onu kilitleyen anlayışı değiştirmek, bu, gerçek batılı ve devrimci kafaların becerebileceği iştir. İş başındaki öğretmen sayısının yarısı bugün Köy Enstitüsü çıkışlıdır. İlköğretim davamızı çözmek için daha 50.000 öğretmene ihtiyacımız vardır. Bu ağırlıkta, topallıkta gittikçe 25 yılda öğretmen eksiğimiz giderilmiş ola­caktır. Bu rakamlar Bakanlık dosyalarında tozlanan kararla­rın, uzmanların bir türlü dinlenmiyen düşüncelerinin, aklı eren, yol gösteren öğretmenlerin bölge bölge sürül­mesinin, en acısı köylü çocuklarını öğretmen yapan, gerçek efendiliğe kavuşturan Enstitülerin kapanmasının eseridir. Yurdumuzda bir milyondan fazla çocuk okul yüzü görmezken, köylerimizin yarısından çoğunda okul yokken, Bakanlığın nelerle uğraştığını göz önüne ge­tirmek içini sızlatıyor insanın. Amma üzülmemiz, dövün­memiz neyi değiştirir ki? Olacak işte. Öğretmenler dal­dan dala atılacaklar, onurları, ülkücü, devrimci anlayış­ları kilitlenmek istenecek, çoluk çocukları ile hiç umma­dıkları bir zamanda atandıkları, değiştirildikleri yere git­mek için kamyon bekleyecekler, olacak bunlar. Amma, döndüğüne bir türlü akıl erdiremediğimiz dünya dön­mesine devam edecek...3

Köy Enstitülerinin, adları değiştirilmekte, ilköğretmen okullarıyla birleştirilmekteydi son yasaya göre. Bugün il­köğretmen okulları, eğitim enstitüleri birer Köy Enstitüsü niteliğindedir, öğrencilerin bilinçli olmaları, dünya gö­rüşleri açısından. Acı ile zulüm ile eğitilen, yetiştirilen genç kuşaklar, Köy Enstitüsü yıllarını çok gerilerde bıra­kan bir düzeye ulaştılar. Köylü ve işçilerse bugünleri beklediler. Köy Enstitülerine dayanamayan, ondan kor­kan iktidarlar, bugün ilköğretmen okullarına dayanamıyorlar. Çocuklarından korkuyorlar.4

Vatan' da Bay Emil Galip Sandalcı, aylardır, öğretmen okullarında öğrencilere uygulanan yasaya, kurallara, insanlığa aykırı davranışlardan yakınıyor. Bir ilköğretmen okulunda tam doksan öğrenci, paldır küldür kolların­dan tutulup, okullarından, bilgi yuvalarından uzaklaştırılıyorlar... Bir başka ilköğretmen okulunda, bir düzüneye yakın öğrenci, gene sudan sebeplerle, gazeteye mektup yazdılar, okul yönetmenlerinin davranışlarını yansıttı­lar diye benzeri kıyıma uğratılıyorlar. Birincilerin de ikincilerin de suçu haklarını aramak, insan gibi yaşamak is­teğidir bizce. Doksan kişi nasıl bir haksızlığa uğramış olmalıdır ki, her şeyi göze alıp, yayan-yapıldak yollara dökülüyor, yüksek katlara dertlerini anlatma gereğini duyuyorlar.

"... Emil Galip Sandalcı, boşa yakınıyor derim ben. Umutsuz bir kendisi değildir. Er alanı yiğitlerle dolmadıkça, dertler, dertlerden yakınmalar bitip tükenmek bilmiyecektir bu yurtta. Belki bir gün, yurttaşlar insan gibi ya­şama hakkına kavuşacaklar, öğrenciler haksız yere kollarından yakalarından tutulup karanlığa atılmıyacaklar, belki bir gün haksızlığa uğrayanlar yavuzluklarla karşılaşmadan haklarını arıyabilecekler ve belki bir gün insan­lar mutluluğa, en doğal hakları olan şeye özgürlük içinde varacaklardır. Evet, amma bu günler ne zaman gele­cek? Günler bu kadar uzun, geceler bu kadar uzun mudur?..5

... Çoğu beni Köy Enstitülü bilir, ora çıkışlı sanır. Öyle değil. Köy Enstitülerinde okumadım. Köy Enstitüleri üstüne bir kişi yüzlerce yazı yazarsa, kim olsa onu Köy Enstitülü sanır. Önemli olan, Köy Enstitülerinde oku­mak da değildir. O kurumların önemini anlamak, anlatmaya çalışmaktır. Demokrasinin gerçekten kurulup işle­yebilmesi için, köylünün uyandırılıp bilinçlendirilmesinden başka bir yol yoktu.6

Hasan Ali Yücel, ölümünün beşinci yıldönümünde 26 Şubat gecesi Siyasal Bilgiler Fakültesi konferans salo­nunda düzenlenen bir toplantıda bir kez daha yaşatıldı. Yücel'i anma toplantısı, Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu Yönetim Kurulu ile Türkiye Öğretmenler Sendikası tarafından birlikte düzenlenmişti..... İnönü, Yücel'in ölüm yıldönümünde konuştu..... Osman Akol, Amerikalılara ve köylerdeki Amerikan barış gö­nüllülerine hücum etti. Köy Enstitülerini kapatanların bir mektupçunun (ABD Başkanı Johnson) barış gönüllü­sünden me­det umarak, barış gönüllülerini köylere doldurduklarından yakındı..... İsmet İnönü de,'Siyasi cere­yanlar içinde Köy Enstitüleri, başka şekle sokuldu..... Hasan Ali'nin yetiştirdiği öğretmen kadrosu her zaman takdir ve min­netle anılacak önemdedir'  (dedi).....  Can Yücel ise (şöyle konuştu) : ... Hasan Ali Yücel davası temyizde de­ğil, temizdedir. Bu halkçılık ve solculuk davasıdır. Halk için halk eliyle halkın kalkındırılması esa­sına dayanan Köy Enstitüleri, burjuvazinin suratına inmiş bir Kristof Kolomb yumurtasıdır ki, sarısını akını hala temizleyeme­mektedirler. Bu işte bir bozukluk var. Bu işin sorumluları var, sorumsuz sorumluları var.7

Ekmekçi, gazetecilik yaşamı boyunca Köy Enstitüleri sorununun  sürekli olarak Türkiye'nin gündeminde kal­masına çaba göstermiştir.

Gazeteci gözüyle, elimden geldiğince attım konuyu ortaya. Ilımlı, solcu, ortacı dedikleri gazetelerde çalıştım. Hepsinde bu konunun, Köy Enstitüleri sorununun günlük olay haline gelmesi için uğraştım. Çok bir şey değil benim yaptığım. Amma, o zamana kadar, bir suçlu gibi görülmek istenen Enstitü(lü)ler, o yükten kurtulup, mağdur edilen, kıyıma uğratılan insanlar olarak görülüyorlardı halkın içinde. Çok yıllar önce, Makal'ın Bulgaristan'a kaçtığı haberi çıkmıştı gazetelerde. Böyle karalıyorlardı adamları. 'Kıyım'  üstüne ilk tepkim, bu yalan haber üzerineydi 1951'lerde. 8

DOMUZUNA YAZILAR

Mustafa Ekmekçi, 'domuz etinin yasak kılınmasına' karşı ölene dek inatla yazılar yazmış, bu konuda kavga vermiştir; bu yüzden İslami kesimin şimşeklerini üzerine çekmiştir.

Domuz eti ile ilgili yazıyı ilk ne zaman yazdığımı düşünüyorum, belleğimde pek kalmamış. Belki de Avrupa'ya ilk çıktığım, 1964 yılında, Almanya'da Türk işçileriyle yaptığım röportajlarda geçmişti, kesin bilmiyorum. 1964'te, 'Çarıklılar' adıyla Milliyet' te yayımlanan yazı dizisinde, şöyle bir bölüm vardı.

'Yıllar geçti... Hasan Almancayı öğrendi. Alman adetlerini öğrendi. Ailelerin arasına girdi... Şimdi, bir Alman kı­zıyla nişanlıdır. Anasına, ağasına mektuplar yazdığı gibi, bir iş bulmuş, Almanya'da öğrenim yapmıştı. Sordu anasına;

-Ara sıra domuz eti de yiyorum anacağım...

-Oralarda aç kalma da ne yaparsan yap... diye cevap geldi anasından...

Ahmet, bir başka alem. Benim onlara ilk sorum şu oluyordu;

-Domuz eti yiyor musunuz?

-Ahmet yerken besmele de çekiyor. Burada nimet bu, diyor...

Ama, hepsi Ahmet gibi değil. Yemeyenler çok. Onlar çarşıdan bulgur, bulamaç gibi şeyler alıyorlar. Bir lokan­taya gidildi mi, listedeki yemek soruluyor ilkin;

-Domuz mu?

-Domuz!

-Domuz kalsın, şundan ver...'

Hasan'la, arkadaşlarının evinde bol bol domuz eti ya da salam, sucuğu yediğimizi anımsıyorum... Ancak, do­muz ile domuz etini ele almam, Prof. Fehmi Yavuz'la yakın konuştuktan sonra başlar. Fehmi Yavuz, domuzu keçiye karşı bir çözüm olarak düşünmekteydi. Keçi ormanı yok ediyordu, domuz öyle mi? O, ormanın başlıca koruyucusuydu. 'Bir köylü, derdi, keçi besleyeceğine, bir çift domuz alsa, kısa süre sonra, hem çocuğunu kolejlerde, yüksek okullarda okutur, hem kendisi bey gibi bir yaşam sürer.'.... Geldik bu güne... Türkiye'de in­sanlar, radyasyon tehlikesinde olduğu gibi, hiç tınmadan, deli inek eti olup ol­madığına bakmadan tıkınmayı sürdürüyorlar...

Avrupalı'nın, hatta sayrılığın kaynağı İngiltere'de yaşayanların işleri kolaydır. Oturur, domuz eti yer. Domuz etine karşı -gereksiz- direnen Türkiye'de yaşayanlar ne yapacak? Kapıya gelen sayrılığa, ölüme karşı boy­nunu uzatacak mı, uzatmayacak mı?

Mustafa Kemal, 'Türk milleti zekidir' diyordu, 'Türk milleti çalışkandır'; Aziz Nesin, 1990'larda, 'Domuz eti ye­mediği, iyi beslenmediği için Türk halkının yüzde 60'ı aptaldır' yargısına varıyordu. Aziz Nesin, özel konuşma­larımızda;

-Aslında daha fazladır o oran ya, ben biraz alttan söyledim. Tepki çekmemek için... derdi..... Yapıta eleştiriler elbette çıkacaktır. 'Siz Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorsunuz!' diyenler olacaktır, oldu da. Yazılanları olduğu gibi yazılacakları da, ilgiyle izleyecek, usun kantarına vuracağız. Bu konuda da en büyük yardımcımız okurlara güveniyoruz, güveneceğiz.

Us ile sağduyu, bizim en büyük, en değerli eleştirmenimizdir.

Laik bir ülkede yaşamanın mutluluğunu, hiç ama hiçbir şeye değişemem.9

TÜRK DİLİNİN DİVANESİ!

Mustafa Ekmekçi'nin en büyük inatlarından bir başkası da ana dili Türkçe'ye ödünsüz sahip çıkışıdır. "Türk di­linin divanesi!" Ekmekçi'nin bu sevdası 1950'li yıllarda başlamıştır:

Türk dili üzerine ne zaman tartışmaya girişsem, içimde bir şeyin ince ince yaralandığını, kanadığını duyarım. Karşımdakiler dilde değişiklik yapılmasına, Türkçe'nin Osmanlıca yerine geçmesine taraftar olmıyanlar oldu mu, gelin de üzülmeyin. İşin garibi milliyetçilik, Türkçülük kelimesini ağzından düşürmiyenler Türkçe'ye düş­man gibi bakmaktadırlar.

"... Ben, Arapça ezanı bilirim. Fakat Türkçe ezanı okurum. Tabiî değil mi? Sevdiğim bir arkadaşım dedi ki: 'Tanrı kelimesi tengri'den gelmektedir. O da gökyüzü demektir. Eski Türklerin gök tanrısı olduğundan bu kul­lanılmış­tır. Fakat şimdi söylenemez.' Hoppala! Gelin de işin içinden çıkın. O, Arapça kelimenin tercüme edile­miyece­ğine inanmış. Ben Türkiye'de Türk dilinin divanesi! En büyük ümidimiz yeni nesildedir. Gelecek Türk nesilleri Türkçe için ne yaptınız diye tarihe sorunca alacak­ları cevap bugünün gidişiyle onları hayal kırıklığına uğratacaktır. Tanrı Türkçeyi, istismarcılardan kurtarsın.10

Mustafa Ekmekçi, bir dil ustasıdır.Türkçe'ye sevdalı olan Ekmekçi, dilde özleşmenin ön saftaki savunucuları arasındadır; Marmara Üniversitesi tarafından 1992 Aralık-1993 Ocak tarihleri ara­sında  5 büyük gazetede yapı­lan araştırma sonuçlarına göre  yazılarında  en çok  Türkçe sözcük kullanan ya­zarlar sıralamasında yüzde 89 ile ilk sırada yer almıştır.11

Türkçe'ye sevdalı olan Ekmekçi'nin ta 1950'li yıllardaki tutkularından biri de Fakir Baykurt'un izlenimlerine göre arı dilin en büyük ustası Nurullah Ataç'la tanışmaktır:

"... İkinci tutkusu Ataç'la tanışmaktı. Yazılarını sözcük kaçırmadan okurdu. Bilinçaltına dolan özlem, onun gibi kasılmasız, konuşur gibi yazmak, yazarken düşünmek, daldan dala da olsa öylece geliştirmek yazısını. Pek iyi başardı bunu. Çünkü düzenli bir yazın okurudur o. Kitaplardan alacağı kadar almıştır, yeter demez, almayı sürdürür. Bunları ana, ata ocağından getirdiği kültürle birleştirir. Söz dağarcığı geniştir. Kimi okumuşlara bula­şan hastalıktan onda kırıntı yoktur, hiçbir zaman bilgiçlik taslamaz, büyüksünmek bilmez, okuruyla eşittir. Söyleyeceklerini onun hem kafasına, hem gönlüne söyler. Giz verir gibi, kulağına söyler."

Karaman Belediyesi'nce düzenlenen "Türkçe Yazalım Türkçe Konuşalım"  kampanyasını çaba ve yazılarıyla destekleyen Ekmekçi'ye 8 Haziran 1995'te "Onur Ödülü" verilir. (BELGE NO: 23)

Onun önemli özelliklerinden biri de, halk diline ve dil devrimine yaslanan Türkçeyi başarıyla kullanmasıydı. Kuytularda kalmış halk deyimlerini, ninelerin, dedelerin güzel sözlerini bulur, yazılarının uygun yerlerine dö­şerdi. İnsan ilişkileri yönünden kusursuz derecede özveriliydi..... Hiç bağırıp çağırmazdı. Gücü sesinde değil, seçtiği değerli sözlerde parlardı.12

Dil Derneği Başkanı Prof. Dr. Şerafettin Turan, ölümünden sonra gönderdiği başsağlığı mesajında Ekmekçi'nin "dil devrimiyle yenileşerek gelişen Türkçenin ödünsüz savaşımcılarından" biri olduğunu vurgulamıştır:

"Yalnız Cumhuriyet değil, basınımız onurlu, dürüst, savaşımcı kalemlerinden birini yitirdi. Atatürk'ün başlattığı dil devrimi doğrultusunda Türkçeye emek verdi. Türkçeye yeni sözcükler kazandırma çabası içindeydi. Yazılarında, yapıtlarında 'dil' konusunu inatla işlemesi, düşünce özgürlüğünün, bilim ve sanatın en önemli ara­cının 'dil' olduğuna inandığı içindi. Sakınmadan, çekinmeden yazdı; yutkunmadan konuştu; doğruyu, güzeli, akılcı olanı yaymak, aktarmak için..."

  • 1. Mustafa Ekmekçi, "Yaşıyan Tonguç," İmece, Sayı: 87, Temmuz 1968, s.32-33.
  • 2. ______ "Öksüz Yamalığı," Ulus, 2 Mart 1959, s.4.
  • 3. ______ "Dünya Gene Dönüyor," Ulus, 8 Ağustos 1959, s.2-4.
  • 4. ______ Öksüz Yamalığı, Çağdaş Yayınları, İstanbul,1996, s.18.
  • 5. ______ "Belki Bir Gün," Ulus, 16 Şubat 1959, s.4-5.
  • 6. ______ Öksüz Yamalığı, s.122.
  • 7. M. Hasırşapkalı [Mustafa Ekmekçi], "Yücel'i Anma Toplantısı," Yön, 4 Mart 1966, Sayı:153, s.13.
  • 8. Mustafa Ekmekçi, "Yaşıyan Tonguç," İmece, Sayı: 87, Temmuz 1968, s.32-33.
  • 9. ______ Domuzuna Yazılar, İstanbul, Gülgeç Yayınları, 1996, s.7-9.
  • 10. M. Fazıl Katipoğlu [Mustafa Ekmekçi], "Günün Tartışmaları," Öğüt, 31 Temmuz 1951.
  • 11. Metin Aksoy (Yay. Haz.), Basın'94-95, Ankara, ÇGD Yayınları, 1996, s.31.
  • 12. Fakir Baykurt, "Mustafa Ekmekçi'nin Ardından," Oberpfalzer Exprees, 21 Mayıs 1997, Duisburg Almanya.