Yurtsever Demokrat İnsan

Ekmekçi, Türkiye'yi ve halkını seven bir insandır. İnsanı seven, sayan bir gazetecidir; insan gazetecidir. Yaşamı boyunca haksızlıklara karşı çıkmış, mağdurun yanında olmuştur. Uğruna mücadele verdiği özgürlükle­rin, insan haklarının, barışın yılmaz bir savunucusudur. Demokrasi mücadelesinin en ön safındadır. Sorunların örgütlü mücadeleyle çözümlenebileceğinin bilincindedir. Halkların kardeşliği, barış ve eşitlikten yanadır.

YÖN Bildirisi'nden Aydınlar Dilekçesi'ne, ÇGD'den İnsan Hakları Derneği'ne, Demokrasi Platformu'ndan Barış Treni'ne demokratikleşme, barış ve özgürlük mücadelesine omuz vermiş; Cizre'de vurulan gazeteciden, ceza­evindeki "düşünce suçlusuna" haksızlığa uğrayanların yanında olmuş, "Ankara Notları" nda onların sorunlarını anlatmış; sorunları bittiğinde mutluluklarını yazmıştır.

Cumhurbaşkanlığına gelen bir cunta liderinin "vatan haini" suçlamasına karşın Türkiye'nin gazetecisi ve aydını olmanın kendisine yüklediği sorumluluğun bilinci içinde demokratik hak ve özgürlüklere sahip çıkmıştır.

AYDINLAR DİLEKÇESİ

Türkiye, 1983 seçimleriyle 12 Eylül rejiminden  çıkmış gibi görünmesine karşın gerçekte başta sıkıyönetim ol­mak üzere askeri dönemin baskılarını en ağır biçimde yaşamaktadır. Bu duruma  tepki gösteren  Türkiye'nin aydınları "Türkiye'de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler"i içeren 1380 imzalı 7 sayfalık bir dilekçeyi 15 Mayıs 1984 tarihinde  Cumhurbaşkanlığı makamına ve TBMM Başkanı'na sunarlar. Dilekçeyi imzalayanların alfabatik sıralamasında, Ekmekçi, 363'üncü sıradadır.1 , (BELGE NO: 28)

Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in  28 Mayıs 1984 günü Manisa'da yaptığı konuşmada "Vahdettin de aydındı ama vatanı sattı"  diyerek dilekçeyi verenleri ağır biçimde suçlamasından sonra Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcı Yardımcısı Kemal Kadıoğlu, dilekçeyi bildiri kapsamına sokarak, imzalayanlardan 59'u hakkında 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu'nun 16/1 maddesine aykırı biçimde  siyasi içerikli bildiri dağıtma, yayma su­çundan 20 Haziran 1984 tarihinde  dava açar. Ankara 1 No.lu Askeri Mahkeme'de 15 Ağustos 1984 günü  gö­rülmeye başlanan Dilekçe Davası'nda Ekmekçi, 17 numaralı sanıktır. (BELGE NO: 29)

Mustafa Ekmekçi, 14 Eylül 1984 günü Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No'lu Askeri Mahkemesi Başkanlığına verdiği ifadede, dilekçeyi başkasının kendisine imzalatmasının söz konusu olmadığını belirtip "İmzalamış ol­manın, sorumluluğu da onuru da benimdir..." deyip yürekli bir tavır sergiler; ince bir ironiyle "İmzaladığımız di­lekçe metni, pullanarak, noterden onaylanarak, Cumhurbaşkanlığı makamına, TBMM Başkanlığına sunuluyor. Bunun suç olmadığı da açık seçiktir"  sözleriyle savunmasını noktalar.

Ekmekçi, 20 Eylül 1985'te  Askeri Mahkemede yaptığı savunmada da, aydınların onurlu bir iş yaptıklarını vur­gular:

Dilekçeyi imzaya sunmak görevini yapanlar, aralarında ben de varım, sanki bildiri dağıtmakla suçlanıyorlar. Bu yaşıma geldim, 'Bildiri dağıtmak'tan yargılanacağım dünyada usuma gelmezdi!

"... Yetkili makamlara sunulan 'dilekçe'yi, imzalamak isteyenlerin imzalarına sundum. Kendim de imzaladım. Yetkili makamlara sunulurken, Meclis Başkanından görüşme randevusunu ben aldım.

"... Yetkililere dilekçeyi imzalayıp sunmakla ülke aydınları onurlu bir iş yapmışlardır. Dilekçede belirtilen, 'işkence', 'ölüm cezaları', 'af', 'düşünce özgürlüğü', 'Özgür basın', 'TRT', konuları ile öbürleri bugün de tartışıl­maktadır.

"'Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar' sözü, bizim atasözlerimiz arasındadır. Bunu biliyorduk. Biz bu sözü tersine çevirmek için dilekçeyi imzalayıp verdik. Üzerimize düşen görevin küçük bir bölümünü yerine getirdik.

Ankara 1 Numaralı Askeri Mahkemesi  7 Şubat 1986 tarihinde 1984/102 Esas, 1986/14 Karar numarasıyla verdiği hükümde, dava konusu dilekçenin bildiri dağıtmak olarak tanımlanamayacağı, dilekçe metninde Anayasanın tanıdığı hür demokratik düzeni, temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik şiddet eylem­lerini teşvik edici bir hususunda bulunmadığı belirtilerek  158 avukat tarafından savunulan 59 sanığın beraat­larını kararlaştırır.2, (BELGE NO: 30)

Süresi içerisinde temyiz edilmeyince 18 Mart 1986 tarihinde kesinleşen bu kararın konusunu oluşturan "Aydınlar Dilekçesi Davası", Türkiye'nin toplumsal tarihinde onurlu yerini alır.

İNSAN HAKLARI SAVUNUCUSU    

Düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü, insan hakları ve barışı ölene dek kalemiyle ve eylemleriyle savunan Mustafa Ekmekçi, yurtsever aydın sorumluluğu ile 12 Eylül'ün antidemokratik uygulamalarının hep karşısında olur; toplumu uya­rır; uyarının da ötesinde örgütlü mücadele içinde yer alır.

Ekmekçi, 17 Temmuz 1986'da Türkiye'nin en etkili sivil toplum örgütü durumundaki İnsan Hakları Derneği'nin 98 kurucusundan biridir; ilk genel başkan yardımcılarındandır.

Türkçe'ye sevdalı  dil ustası  Mustafa Ekmekçi, 12 Eylül  cuntası tarafından üyesi olduğu Türk Dil Kurumu'nun içinin boşaltılmasına ve tahrip edilmesine karşı mücadele vermiş, 22 Nisan 1987'de kurulan Dil Derneği'nin 18 numaralı kurucusu,1988-1990 arasında da Yönetim Kurulu üyesi olmuş; bu yüzden hakkında soruşturma açılmıştır.

Ekmekçi, 30 Haziran 1987'de SSK'dan emekli olur; kendisine 28 yıl 3 ay 26 günlük hizmeti karşılığı 380.800 lira  aylık bağlanır. Ancak okuyucularından ve Cumhuriyet' ten ayrılmaya gönlü razı gelmez; "Ankara Notları" nın tiryakileri O'nun "satır araları"ndan toplumsal gelişmeleri izlemeyi sürdürür.

Mustafa Ekmekçi'nin, Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) Genel Başkanı Nihat Sargın ile Genel Sekreter Haydar Kutlu [Nabi Yağcı]'nun 16 Kasım 1987 günü Türkiye'ye dönüş yaptıklarında Esenboğa  Havaalanı'nda  gözaltına alınmaları üzerine gösterdiği tepki O'nun demokrat ve insan yönünü sergileyen en önemli örnekler­den biridir. Ekmekçi'nin o akşam Sargın ve Yağcı'nın dönüşü nedeniyle Ankara'da Yeşil Vadi lokantasında dü­zenlenen yemekli toplantıda, aralarında Mikis Thedorakis'le çok sayıda yabancı konuğun da bulunduğu büyük bir topluluk önünde yaptığı  konuşmada, kalabalık bir güvenlik ekibine dönüp işaret parmağıyla dikkatlerini çe­kerek "Eğer kıllarına bir şey gelirse dünyayı  başınıza yıkarım"  uyarısı, demokrat kamuoyunun yüreğine su serpmiştir.

Mustafa Ekmekçi, vakıf senedi 1 Ekim 1989'da  noterden tasdik edilen ancak 30 Aralık 1990'da Resmi Gazete'de yayımlanarak resmen faaliyete geçen Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın da kuruluş çalışmaları içinde yer alan 33 kurucudan biridir.

Ekmekçi, 12 Eylül döneminin antidemokratik uygulamalarına karşı düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü sa­vunmadaki kararlı tavrı nedeniyle -Mart 1979'da üye olduğu- Çağdaş Gazeteciler Derneği Yönetim Kurulu'nun 4 Ocak 1988 tarih 42 sayılı kararıyla 1987 ÇGD Onur Ödülü'ne layık görülmüştür. (BELGE NO: 21; 22/a-22/b)

1988'in sonları, Ekmekçi için şanssız günlerdir. Ankara'da 21 Aralık gecesi birlikte olduğu  Varlık Özmenek, Yılmaz Onay, Haldun Özen ve Uğur Bilge'yle eve dönerken arabanın yüksek kaldırıma bindirmesi sonucu kolu kırılır; kazadan 10 gün sonra da yılbaşı gecesi kalp krizi geçirir, sigarayı bırakmak zorunda kalır.

"TÜM PİNOCHET'LERE HAYIR!"

Ekmekçi, haksızlıkların, rüşvetin, hırsızların karşısında; mazlumun, mağdurun, düşünce­lerinden dolayı cezaev­lerinde özgürlüklerinden mahrum edilenlerin yanında olmuştur; hangi ülkede olursa ol­sun işkence ve işken­ceci­ler karşılarında O'nu bulmuştur.

İğneyle kuyu kazarcasına bir çalışma. Ve, faşist kurşunlarıyla yok olup gidiş.

-Can güvenliğini sağlamakla görevli hükümet ne yapıyor? diye sordu biri...

Biri karşılık verdi:

-Ne yapacak? Faşizmin önüne çıkmıyor, kaçanları kovalıyor! Şunun katilini saptadık, bunun katilini saptadık! Kime ne sizin saptamanızdan? Cinayet odaklarının üzerine niye gitmiyorsunuz?

Yollarda, soran gözler görüyorsunuz:

-Yarın, sıra kimde?

Cinayetleri  kimlerin  işlettikleri  belli.  Silahı  kimlerin  sağladığı,  bunları kimlerin koruduğu ortada. Faşizmin önüne çıkmazsa Ecevit, kendine de yazık eder...3

 

Türkiye'de herkes merakta. Kimler var acaba listede? Başta Lockheed şirketi, öbürleri kimlere dağıtmış rüş­veti?

-İster misiniz açıklasın: Biz rüşveti Aziz Nesin'e, İlhan Selçuk'a, Uğur Mumcu'ya, Ruhi Su'ya, Mustafa Ekmekçi'ye Abdülcambaz'a dağıttık diye...

Kapitalizme özenmiş, az gelişmiş ülkelerde güvenebilecek sınıfın işçi ve emekçi sınıfı olduğu çıkıyor ortaya. Çalışarak yaşamını sürdüren, kıt kanaat geçinebilen insanlar bunlar yani. Bu nedenle, işçi ve emekçi sınıfı kurtarabilir Türkiye'yi diye düşünüyorum. Yolsuzluğa, kirli işlere elinin bulaşması olanağı bulunmayan sınıf...4

Şimdi Allende'nin söylediği gün gelip çatmış gibidir. Şili darbecisi Pinochet, on beş yıl sonra başkanlık süre­sini dokuz yıl daha uzatmak için halkoylamasına gidiyor. 5 Ekimde yapılacak halkoylaması için Şili'de yer ye­rinden oynuyor. Demokrat Şilililer, Pinochet'ye 'hayır' demek için hazırlanıyorlar. Tüm Pinochet'lere hayır!5

Bir yerin temizliği helalarından belli olurmuş. İnsanlarının mutlu mu, mutsuz mu oldukları da cezaevlerinden belli olur. Cezaevlerini boşaltmadan, yani bir genel bağışlamadan yana olmayanlar, faşistin ta kendisi değil midir? Bunlar toplumun erincini değil, kendi esenliklerini düşünürler. Yanlış mı düşünüyorum?6

"ZİNDANLARIN DUVARLARI YIKILMALI"

'Türkçe ezan' konusunu, 12 Eylülün en sıcak günlerinde atmıştım ortaya: 12 Eylülcüler, madem Atatürkçüydüler, haydi bakalım, ezanı Türkçeleştirsinler de görelim! Cumhuriyet' i bir kapatmadıkları kaldı, Genelkurmaydan zılgıt geldi; 'Kesin bu tartışmayı' diye. Ben tartışmayı zorunlu kestim. Tercümancılar da bana sövmeyi kestiler. Haydar Saltık'ın halkla ilişkiler yöneticisi Deniz Albay Salim Dervişoğlu, telefonda şöyle di­yordu:

-Sayın Ekmekçi, Türkçe ezanla ilgili tartışmanın durması iyi oldu, size sövgüler de bitti!

Öyleydi o zamanlar, kimi yazarlar, 12 Eylül'ü arkalarına alır, bizlere veryansın ederlerdi. Bir de yurtdışındaki­lere çatarlardı. Elleri bağlı ya yurtdışındakilerin, vur gitsin! Bu duvarların da yıkılması zamanı geldi, geçiyor. Cezaevlerinin, zindanların duvarları da yıkılmalı, 12 Eylül'ün içeri doldurdukları, özgürlüklerine kavuşmalı. Yurtdışındakiler, yurtlarına dönmeli...7

... Ankara Emniyetinde sorgulamalar sırasında yapılan işkencelerle ilgili 'Ankara Notları' nda 12 yazı yayım­landı. Bir tek ilgili çıkıp da 'Nedir bunlar? Gel bize bir anlat!' demedi.

Doğrusu Nusret Demiral'dan Ülkü Coşkun'undan bir çağrı gelmesini boşuna bekledim. İnsanlar işkence görür­ken ses çıkarmayanlar, bunlar yazılıp çizilince mi ses çıkaracaklar? Adalet Bakanı Oltan Sungurlu da kös dinlemiş besbelli. E.B. (Erol Bektaş) içeride işkencedeyken, eşi Sabiha Bektaş, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (AİHK)'na başvurmuş. İnsan Hakları Komisyonu, ilk incelemede olayı 'ciddi' bulduğunu bildirmiş. Ayrıca Amerikan Elçiliğinden bir yetkiliye, 'Chicago Tribune' gazetesi muhabiri, çıkacak yazıyı Erol Beye gön­dereceğini söylemiş. Yazdıklarımın buncağız ilgi görmüş olması da bir şey. Başka ne yapabilirim?

Prof. Muammer Aksoy'u vuran ya da vuranları DGM Savcısı Nusret Demiral da Ülkü Coşkun da bulabilir, olayı çözümleyebilirler mi? Onlar bulsalar, işkencecileri mi bulurlardı? O zaman düşünüyor insan kim çözümleyecek bu cinayet olayını?8

Mustafa Ekmekçi, dinde hoşgörüden yanadır; gençlik yıllarından bu yana laikliğin ödünsüz savunucusudur; Süleyman Demirel'i "cami avlusunda ilk takke giyen başbakan" olduğu için acımasızca eleştirir. Ekmekçi, Avustralya'da yayımlanan Türkçe Yorum gazetesinde 22 Şubat 1993'te çıkan söyleşide  şu değerlendirmeleri yapmıştır:

"Süleyman Bey cami avlusunda takke giymeseydi Erbakan gibi adam çıkabilir miydi ortaya? Sonradan çıkan boynuz kulağı geçiyor. Yalnız Erbakan değil T.Ö de ona abi diyor. Benzeyerek, benzeşe ben­zeşe ülke bu hale gelebiliyor."

Ekmekçi, yine aynı gazetede çıkan söyleşisinde Uğur Mumcu'nun öldürülmesinden dolayı duyduğu derin üzün­tüyü dile getirirken " Uğur'un ölüsü dirisinden güçlüdür. Yalnız o değil Abdi İpekçi'nin de, Turan Dursun'un da, Muammer Aksoy'un da, Bahriye Üçok'un da ölüleri dirilerinden güçlüdür. Ona kıyan canilerin bunu bilmelerini isterdim ben, nereden bilecekler" demiştir.

BARIŞ TRENİ YOLCUSU

Türkiye, 17 Ocak 1991 tarihinde  ABD'nin Kuveyt'e müdahalesiyle birlikte kendini Körfez Savaşı'nın ortasında bulur. Ülkenin bir savaşa sürüklenmemesi ve bu amaçla kamuoyunun tepkisini ortaya koymak için "Savaşa Hayır" kampanyası başlatılır. Kampanyayı başlatan 21 demokratik kitle örgü­tünün temsilcileri, 9 Şubat akşamı Ankara Garı'ndan kalkan Barış Treni'yle İncirlik'e gitmek üzere Adana'ya hareket ederler. Barış Treni'nde Ekmekçi de vardır.

Barış Treni'ne giderken, doğru söylemeliyim çok heyecanlandım; ne olacaktı, trene binebilecek miydik? Ankara istasyonu kum gibi polis kaynıyordur, diye düşünüyordum. İvecenlikten radyomu, havlumu evde unut­tuğumu, sonra anımsayacaktım. Evden çıkarken Aldoğan, Ayla, Belgi uğurladılar; arkamdan su döktüler; su gibi gidip döneyim diye!

İstasyon ana-baba günüydü. Polisler duruyorlar, ama bir şey de yapmıyorlardı. Güven Park'ta çiçekle dolaş­tırmayanlara ne olmuştu, usları başlarına gelmiş miydi? Yöneticiler:

-İki ucu süslü değneğe yapışmanın gereği yok, hele duralım, izleyelim bakalım, görelim mi demişlerdi? Olamazdı, böyle uslu, tutarlı olsalar, ülke böyle mi olurdu?

İstasyon kalabalıktı, 'Barış Yolcuları' gelmişlerdi. Ellerinde çantaları vardı kiminin. El sıkışıyorlar, kucaklaşıyor­lar, söyleşiyorlardı. Yola çıkabilecek miydik ne? Dur bakalım aslanım, dereyi görmeden paçayı sıvama. Alman Radyo Televizyonu'ndan Sezer Duru, yanında fotoğrafçılarıyla, resimler çekiyor, konuşmalar yapıyordu. Sezer Duru, polislere sormuştu:

-Böyle polis kalabalığı, 'barışçılar' için mi?

-Şefimize sorun!  demişler, konuşmak istememişlerdi. Polisler, üç gündür, istasyona gelip gidiyorlardı. 'Barış Treni' yolcularının ne zaman geleceklerini bilmiyorlar mıydı? Sezer Duru, polis şefine sordu:

-Bu kalabalık polisler, 'Barışçılar' için mi geldi?

Polis şefi karşılık verdi:

-Onların sağ salim yollarına gidebilmeleri için önlem alıyoruz!

Sezer Duru, dik dik baktı. Çekimini sürdürdü. Saat 17.30'dan beri istasyondaydı. Ayaklarına kara sular mı in­mişti?

'Barış Yolcuları' cumartesi akşamı saat 19.00'da Ankara'dan Adana'ya yola çıktılar. Tren, Ankara, Gaziantep treniydi. Birkaç vagona dağılmışlardı kalabalık 'Barış' yolcuları. Çeşitli gazetelerden muhabirler vardı; ilk kez, böyle bir yolculuğu izliyorlardı. Onlar da heyecanlıydılar...... Kırıkkale'de büyük bir telaş vardı. Sivil polisler, yolculara bir şey sormadılar; ama tren görevlilerini sıkıştırdı­lar:

-Ankara'dan bu yana bir olay oldu mu?

-Ne gibi?

-Yani, anlayın canım; slogan filan atıldı mı, 'Savaşa hayır!', 'Kahrolsun faşizm' gibi...

Yoo, hiç öyle bir şey olmadı, Hepsi kuzu gibi oturuyorlar...

-Hımmm... dediler, ayrıldılar. Tren Kırıkkale'den de çıktı yola; düdüğünü çaldı:

'Düüüüüüüüüüüüüüt...düt...düüüüüüü' Çuf çuf çuf...

Kısa bir süre, Nevzat Helvacı, Akın Birdal, İbrahim Yetkin, daha birçok arkadaş, yolcularla söyleştik. Edip Akbayram, hayranları kız çocuklarını öptü. Şarkılar söylendi. Kayseri'ye varmadan yatıp uyumuşum. Niğde'de, 'Barış Yolculuğu'na paketlerde elmalar vermişler -sabahleyin yedik- Kayseri'de karşılamışlar, çiçekler vermiş­ler. Adana'ya girerken, Yenice'de, yakamıza ak karanfiller taktılar..... Davullar, zurnalar vuruyor, istasyonda genç kızlar halkoyunları oynuyorlardı. Burada da polisler günlerdir bekleşmişler, sıkı güvenlik önlemleri almış­lardı. Ama kimsede oyuna gelecek göz yok muydu?9

... İncirlik Üssü'ne Seyhan Belediyesi'nin otobüsleriyle gittik..... Orada polis yerine asker önlemleri vardı. Genç genç Anadolu çocukları, ana kuzusu erler, başlarında su­baylar, çavuşlar. Doğrultulmuş silahları görünce bu ince 'yasak' kararını anlayıp yön değiştiriyordu şoförleri­miz. Asker ve silah ağından sanki seke seke geçip İncirlik Belediyesi'nin 'nikah salonuna' vardık. İHD Genel Başkanı Nevzat Helvacı, burada basın toplantısı ya­pacaktı..... Savaş çığlıklarının faturası da Adana'da çiftçiye çıkarıldı. En büyük darbeyi de çiftçi yedi. Sürekli söyleniyor, 'Saddam nükleer başlıklı bomba atacak!' diye. Tarımcı Yunus Dinçaslan'la otobüste konuşuyoruz. Şöyle diyor:

-Nükleer başlıklı füze, çiftçinin üstüne çoktan düştü bile. Çukurova, biliyorsunuz sıcak bir yer. Bana göre Çukurova şimdi yangın yerine döndü! İçinde yanan da en büyük acıyla çiftçi başta Çukurova bölgesinde... (Bir soru: Saddam'ın füzeleri nereye düşmeliydi?)10

İncirlik'te 10 Şubat 1991 Pazar günü düzenlenen basın toplantısında İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Nevzat Helvacı, "Ülkemiz için değil, tüm dünyamız için savaşa hayır diyoruz", İHD Genel Sekreteri Akın Birdal, "Bu savaş bizim savaşımız değildir" diye görüşlerini dile getirirken Mustafa Ekmekçi de Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı olarak Türkiye-ABD ilişkilerinin ülkeye faturasını ortaya koyar:"İncirlik, Türkiye'nin bir parçası...  Bu vatan parçasına elini kolunu sallayarak girmek her Türk'ün hakkıdır. Türkiye'de kimseye Amerikan uşaklığını yapma hakkı tanımıyoruz. Ben kırk yıllık gazeteciyim, ama kendi ül­kemde ya­bancı gibiyim."

Olayın kamuoyuna yansıması üzerine iktidar, barışa göstermediği duyarlılığı "Barış Treni"nin adına gösterir ve 17 Şubat 1991 tarihli gazetelerde Devlet Demiryolları İşletmesi (TCDD) Genel Müdür Yardımcısı Nurhan Öç ile Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Turgay Doludeniz imzalı  mizah konusu olabilecek şu tekzip metni çıkar:

"Gazetenizde yayımlanan 'Barış Treni' başlıklı haberin kamuoyunu yanlış bilgilendirdiği  düşüncesindeyiz . Söz  konusu  güzergahta  hergün  düzenli olarak Gaziantep Mavi Trenimiz çalışmaktadır. Özel bir tren sefere konul­mamıştır.[!]"

CEZAEVİ MEKTUPLARI

Mustafa Ekmekçi, okuyucularıyla içli dışlıdır. Hele cezaevlerinde gün dolduranlar... Ekmekçi köşesini onlarla, okuyucularıyla paylaşmayı sever; onlarla dertleşir, "Ankara Notları" mapustaki insan için "güncel pusula" gibi­dir. Türkiye ve dünyadaki olup bitenlerin gerçek öyküsü Ekmekçi'nin satır aralarında gizlidir. Bu nedenle ha­pisteki adam Ekmekçi'ye güvenmiştir, duygularını O'nunla paylaşmıştır.

Cezaevi mektupları ilginçtir. Hemen hemen tümünde şiir kokusu vardır. (Ankara'ya) Dönüşte buldum, çok sa­yıda bayram kartı cezaevlerinden gelmiş, İşte birkaçı:

'En iyi bayram dileklerimi iletir; daha güzel şartlarda, özgür toplumda, gerçek demokratik ortamda sizi görebil­mek umuduyla size ve tüm yakınlarınıza esenlikler diler, saygılar sunarım.

Erol Tozlutepe, E-Tipi Cezaevi, 5. Koğuş- Aydın.'

'Sevgili Ekmekçi,

Her sabah merhaba diye başlayacak, türkü tadında yaşanacak günlerin gelmesi dileğiyle bayramınızı kutlar, saygılar sunarım. Hoşçakalın.

Mustafa Kurukafa, E-Tipi Cezaevi D-2-Çanakkale.'

Dikenler içinde bir gül resmi, altında şu yazı:

'Sayın Ekmekçi,

Bir komutanın dediği gibi, bir türlü yarım bırakmaya alışamadığım yazılarınızın devamını ve tüm günlerinizin bayram coşkusu içinde geçmesini dilerim.

Mustafa Uzun, E-Tipi Cezaevi- Aydın.'

Bayram kartı, sanki cezaevi hükümlüleri için düzenlenmiş; tel örgüler içinde bir gül, zarfın içinde 'görülmüştür'  damgası, yine zarf kapağında 'Erzurum askeri ceza ve tutukevlerinde ziyaret her ayın bir ve üçüncü haftası­nın çarşamba günüdür'  yazısı. Kartın bir yüzünde şu yazı:

'Dost,

Yaşanan fırtınalarda yüreğinin sıcaklığını tüm insanlarla paylaşan; kalemini dostluğa, sevgiye, barışa adayan, karanlıklarda umut biriktirenleri hiçbir zaman unutmayan bir dosta merhaba diyebilmenin sevincini yaşayarak bayramınızı en içten duygularımla kutlar, saygılar sunarım.

Şener Açıkgöz, 1 No'lu Askeri Cezaevi- Erzurum.'

Erzincan'dan 2 No'lu As. Cezaevi'nden Erol Yılmaz, kartına Ahmet Telli'nin şu dizelerini de yazmış:

'Ama acılara alışılmaz/Bir şeyler var değişecek/Bir şeyler var/Değiştirmemiz gereken/Önce acılardan başlana­cak.'

Aynı cezaevinden Pertev Aksakal'ın kartı şöyle:

'Sayın Mustafa Ekmekçi,

Soldurmadan içimizdeki gülü acımızla, hüznümüzle, kabuk bağlayan yaramızla bir bayrama daha ulaştık. Ama önemli olan, sevdalı yüreklerle güne, güneşe, özgürlüğe daha yakın olacak bayramlara ulaşmak. Bu inançla nice bayramlara... Esen kalın.'

... Benim açlık grevlerine karşı olduğumu okurlar bilirler. Açlık grevlerinin yaşamı kısalttığını düşünürüm. Oysa idam hükümlüsünün de yaşama hakkı, yaşama tutkusu vardır, olmalıdır. Açlık grevi, bir anlamda, kişinin kendi kendine işkencesidir. Açlık grevlerine karşıyım, ama içeridekileri açlık grevlerine iten sorunlarla ilgilenmeyen yöneticilere karşıyım gerçekte...11

Mustafa Ekmekçi, ülkesini, halkını seven, demokrasi ve özgürlüklerin kavgasını veren bir gazeteci olarak zor koşullarda, 12 Mart ve 12 Eylül'de başka meslektaşları gibi ikiyüzlü bir tutum sergilemeden, köşesinden sus­turulmuş yığınların çığlığını duyurmaya çalışmıştır.

İşte bu nedenledir ki, Ekmekçi'yi 12 Mart ve 12 Eylül'ün darbesini yiyenler daha bir başka sevmiş, O'nu kendi­lerinden biri saymışlardır.

HAPİSTEKİ DEVRİMCİYİ SAVUNMAK

Hayat darbe günlerinde sorusunu basit ve yalın bir biçimde getirmiş koymuştu bütün yazarların önüne:'Hapisteki devrimciyi savunacak mıyız?'  Ekmekçi de bu soruya hem 12 Eylül'de hem 12 Mart'ta basit bir cevap verdi:'Evet!'  Bazen Esop'un diliyle, küçük kızlarının ağzından verdi yanıtını, ama zamanın getirip önüne koyduğu sorular yanıtsız kalmadı hiç. Bazen doğrudan yapamadı işini, ama 'satır araları' na gizledi ya­nıtlarını hapishaneye el altından pusula ulaştırır gibi. O yüzden başkaları değil o okundu. O sevildi. 'Yasak'  kelimeleri telaffuz etmenin bir yolunu bulan, kalemiyle Babıali'nin cephe gerisinde bir tür gerilla savaşı sürdü­ren ve gedikler açmanın yolunu bulan oydu. Oğulları, kızları için hapishane önlerinde dövünenlere bir 'toplumsal teselli'  yolu açan, onlara acılarını utanç değil övünçle yaşamaya, yere düşene 'gül' fırlatanları ayıplamayı bir köy öğretmeni gibi ilk öğreten oydu.12

Türkiye'nin en uzun süre "mapus" yatan siyasi mahkumu Aydın Çubukçu, Mustafa Ekmekçi  için "şifreli yayın­lar yapan yeraltı radyosu" benzetmesinde bulunmaktadır.

"Ekmekçi, okuyucusunu haber yapan bir gazeteciydi. Okuyucu, 'Ankara Notları' nda da, Ekmekçi'nin diğer haberlerinde de, dolaysız olarak kendi gerçeğini ve mücadelesini görebiliyor, bu yüzden de onu, bir gazeteci­den daha çok, hemen yanı başındaki dostlarından biri olarak biliyordu. Kimdi okuyucuları? Önce, kıyıma uğ­ramış kamu emekçileri, öğretmenler, sağlıkçılar, memurlar, emekliler, öğ­renciler ve işçiler, her türden politikacı ve cezaevlerindeki devrimciler... Siyasal iktidarla, düzenin devleriyle başı dertte olan herkes onun köşesinin yazarıydı, haberiydi, habercisiydi. Ekmekçi, yazılarının ya da yayınladığı mektupların görünürdeki içeriklerin­den daha önemli bir gizli içerik taşı­dığını iddia ederdi. Eğer 'satır aralarını'  okumayı biliyorsanız, O, domuzlar­dan söz ederken, siz cuntanın faali­yetlerine, gericilerin planlarına ilişkin neler öğrenirdiniz, neler! Sanki, oku­yucuları, radyolarına kulaklarını da­yamış direnişçiler, Ekmekçi de, şifreli yayınlar yapan yeraltı radyolarından biriydi!"

Fakir Baykurt'a göre,  karagün dostudur. Cezaevine düşenlerin, işkenceye çekilenlerin, açlık grevine girenle­rin, ölüm orucuna yatanların, hastalanıp eli ayağı tutmayanların, dilsiz yatanların da biricik arayıp soranı, kimi zaman sadece Mustafa Ekmekçi'dir:

"Ben olsam asıl kahraman gazeteci ödülünü ona sunarım..... Devrimci  sanatçılar, Türkiye'nin sınırları içinde başka bir ulustan düşman gruplar gibi ayrılandıkça, Ekmekçi onların konsolosu gibi canla başla görev yaptı; böylece bilinen anlamdaki köşe yazarlığını aştı. Sanırım hem yetişmesiyle, hem bitmez tükenmez insanlık ça­balarıyla, genç gazetecilere örnek oldu." 

  • 1. Aydınlar Dilekçesi Davası, İstanbul, Adam Yayınları, 1986, s.43.
  • 2. A.g.e., s.481.
  • 3. Mustafa Ekmekçi, Uyanın Heeey..., s.241.
  • 4. A.g.e., s.20.
  • 5. Mustafa Ekmekçi, Tilkiyle Kuyruğu,  s.154.
  • 6. A.g.e., s.225.
  • 7. A.g.e., s.245.
  • 8. A.g.e., s.293.
  • 9. Mustafa Ekmekçi, "İncirlik'e Doğru...", Cumhuriyet, 12 Şubat 1991, s.15.
  • 10. ______ "Saddam'ın Füzeleri Nereye Düştü?", Cumhuriyet, 14 Şubat 1991, s.15.
  • 11.       ______ "Cezaevi Mektupları," Cumhuriyet, 13 Ağustos 1987.
  • 12. Ertuğrul Kürkçü, "Güle Güle Mustafa Ekmekçi," Öküz, Haziran'97, s.37.