Aydınlık Bir Ses

Saygı duyulacak istisnaları bir yana bırakacak olursak, bizde gazetecinin idealist olduğu, meslek etiği açısın­dan iyi not aldığı söylenemez. Doğru ya da yanlış inandığını sonuna kadar savunan, her türlü baskıya direnen gazeteci tipi istisnaidir. Geçmişe bakıldığında, kimilerinin 'dillah-ı humayuna mugayyir' yazı yazmayacakları konusunda padişahlara senetler imzaladıkları, kimilerinin yakarma ve pişmanlık telgrafları çektikleri, kimilerinin meslektaşlarını jurnal ettiği görülür. Örfi İdare'ler ya da sıkıyönetimlerce kapatılan gazetelere ilişkin haberleri bile vermekten çekinen ya da bu tür haberleri tek sütun üzerine birkaç satırla arka sayfalara saklayan gaze­te­ler her dönemde, özellikle de 12 Eylül'den sonra bolca görülmüştür. Türk basınının büyük kalemleri arasında anılan, yazdıkları nedeniyle yıllarca mesleğinden alıkonan ama bir kez affa mazhar olduktan sonra 'Tenkit salgını ile uğraşmak lazımdır' diye kalem oynatabilen; ömrünü basın ve ifade özgürlüğü uğruna harcamış ol­makla şöhret bulduğu halde, kendisi gibi düşünmeyen bir gazetenin üzerine faşist kalabalıkları 'Kalkın ey ehl-i vatan' diye kışkırtan 'başmuharrirler' olmuştur.1

Tüm bu olumsuz koşullara karşın, mesleğin ilkelerini koruyan, gazeteciliği topluma karşı bir görev kabul eden anlayışı benimseyen insanlar geçmişte olduğu gibi bugün de olacaktır. Ve elbette baskı ve tehditler karşısında dimdik duran, boyun eğmeyen,  167 yıllık basın tarihinin onurlu adlarından Zekeriye Sertel'in  öncülüğünü yap­tığı gazetecilik anlayışı; geçmişten geleceğe bu görüşleri sahiplenen gazeteciler tarafından taşınacaktır:

"Gazetecilik iyi bir meslektir, hürriyet içinde çalışabilmek şartıyla. Yoksa hürriyet olmayan, geri kalmış memle­ketlerde gazetecilik hem zevkli, hem de tehlikelidir. Zevklidir, çünkü hayatınız bitmeyen bir savaş içinde ge­çer. Tehlikelidir, çünkü her an başınızın üstünde Demokles'in kılıcı sallanır. Ölüm, hapis, her türlü işkenceler sizi bekler. Ben böyle bir dönemde gazetecilik yaptım. Dört kez hapse girdim. Yüzlerce kez gazetem kapandı, sonsuz kayıplara katlandım. Tehdit gördüm, tahkir gördüm. Eğer karakteriniz zayıfsa çabucak mesleğinizi değiştirir, kendinize başka bir geçim yolu ararsınız.

"Gazete bir aynadır. Gazeteci, toplumu, bütün istekleri, bütün dertleri ve kederleriyle bu aynaya yansıtır. Bunu namuslu bir gazeteci gibi sadakatle yaparsa yönetim başındakileri ürkütür..... ona düşman kesilirler.

"Gazetecinin ikinci önemli ödevi, kötülüklerle savaşmak, halkı uyandırmak ve toplumu ileriye doğru götürecek yolu göstermektir. Bu biçim gazetecilik zordur, çetindir, tehlikelerle doludur. Fakat şerefli ve zevklidir. Uğrunda savaştığınız şeylerin zamanla gerçekleştiğini görmek kadar zevkli bir şey olamaz. Ben bütün gaze­tecilik hayatımda hep bu dikenli yolda savaştım. Onun zevkini ve acısını duydum, fakat hiçbir gün yılmadım, savaş yolundan ayrılmadım. Ne çektimse bu yüzden çektim. Ne gördümse bu sayede gördüm.

"Gazeteci, işi gereği, hayatın içindedir.....  Gazeteci  yalnız  olayları  kaydeden bir  sicil  memuru  değildir.  Gazeteci  tarihi  yapan  ve  yazan  adamdır.  Memleketin kaderi üzerinde rol sahibidir. Onun için de görevi nazik, sorumlu­luğu büyüktür." (362)2

Mustafa Ekmekçi de Zekeriya Sertel'in o çetin yolunu seçmiş; kötülüklerle savaşmış, halkı uyandırmak ve toplumu ileriye doğru götürmek için mücadele etmiştir: Gazeteciliğin bu rol ve sorumluluğunun bilinci içinde olmuştur.

Mustafa Ekmekçi, 1951'de Konya Öğüt gazetesinde ilk imzalı yazısı çıktığında "Türk basını" 120 yılı geride bı­rakmıştır. Ekmekçi, 47 yıllık gazeteciliğinde "devlet güdümündeki yayıncılık anlayışı" ndan farklı bir çizgi izle­miştir;  devletin, iktidarın, güç sahiplerinin değil; halkın yanında yer almıştır. Mustafa Ekmekçi, Ahmet Rasim, Sabiha Sertel, Aziz Nesin ve Örsan Öymen'ler gibi özgür birey ve "halkın sesi" olmuştur.3

Kemalizmi savunurken de toplumcu dünya görüşünü benimsediği zaman da hep halkın sesine kulak vermiş; doğruların, gerçeklerin olduğu gibi duyurulmasına çaba göstermiştir. En baskıcı dönemlerde, "satır araları'nın mucidi" olarak 12 Mart ve 12 Eylül'de "şifreli yayın yapan yeraltı radyosu" ya da "hapishaneye el altından pu­sula ulaştırır" gibi "satır aralarında" güç sahiplerince yayımlanması istenmeyen olayları, olup bitenleri halka ulaştırmış, insanları bilgilendirmiştir. Ekmekçi, aramızdan ayrılana dek emekçinin, halkın yanında yer almış; in­san hakları, özgürlükler, demokrasi ve meslek ilkelerinden ödün vermeden gazetecilik yapmıştır.

ÇIKIŞ YOLU

Mustafa Ekmekçi, gazeteciliği salt yazı yazmak olarak algılayan bir anlayışı yeterli görmediğini hep vurgula­mış, 1990 yılında Çağdaş Gazeteciler Derneği genel başkanlığına seçildiğinde 65 yaşında "genç bir delikanlı" olarak örgütlü mü­cadeleye omuz vermiş, ülke ve meslek sorunlarına sahip çıkmış, çözüm yolları önermiştir. O'nun 1994 ve 1996'da yaptığı saptamalar, 167 yıllık Türk Basın Tarihi'ni yargılayan bir iddianame gibidir:

Gazetecilikte de işsizlik dizboyu. Çünkü gazeteci de işçi, gazeteci de emekçi. Onun da patronu var. O da işsiz kalır. Bu anlamda gazeteci, kendisi gibi emekçi, işçi olan öteki kesimlerin yaşadığı sıkıntıları yaşıyor. Öyleyse, gazetecinin de bu sıkıntılarla mücadelede, ekmek kavgasında, yanlızca ekmek kavgasında değil, ekmeğini hakettiği kadar kazanabilmek için vereceği demokrasi kavgasında öteki emekçi kesimlerle aynı saf­larda olması gerek. Çünkü ekmek kavgası, demokrasi kavgasıyla eş. Ekmek kavgasının karşısına, antidemok­rasiyi çıkarmak, Türkiye'de adeta bir gelenek.

"... Tüm ağır koşullar içinde, gazeteci onurla savaşımını sürdürmeye çalışıyor. Kimi gazeteler, bir süre bir dep­rem gibi, toplumu allak bullak eden ansiklopedi savaşı, 'promosyon'  yarışı ile gazeteciliğin saygınlığını yerlebir ederken, bir yandan da özel radyo-tv korsan yayıncılığı, 'medya terörü' ortalığı sardı. Basın, basını denetleye­mez durumda kaldı. Övünmek gibi olmasın ama, bir tek Çağdaş Gazeteciler Derneği, gocunacak ya­rası da ol­madığından, bunlara karşı çıktı."4

"Türkiye'de yaşanan antidemokratik uygulama ve politikalar, demokratikleşme iddiasıyla 1991'de iktidara gelen koalisyon hükümetleri döneminde de sürdü. Toplum umut ettiği açılımları göremedi. Halk geçim sıkıntısından kurtulamadı. Olup bitenlere ilişkin gerçekler, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar ve baskılar yüzünden kamuoyu tarafından doğru biçimde öğrenilemedi. Medya görevini yerine getirmedi; çünkü ülkedeki tekelleşmenin bir parçası haline geldi. Halkın doğru haber alma hakkı sözde kaldı.

"Özetle demokratikleşme umutlarının gerçekleşmediği;  basın, radyo ve televizyon üzerindeki baskıların sür­düğü, faili meçhul cinayetlerin olağan hale geldiği, gazetecilerin boy hedefi seçilip öldürüldüğü, 'düşünce suç­lusu'  ilan edilerek gazeteci, bilim adamı, milletvekili, sendikacı yani düşüncelerini söylemekten korkmayan yü­rekli insanların cezaevlerine doldurulduğu bir dönem yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor... Basın tüm bu ge­lişmeler karşısında 'bölücülük'  ve 'şeriat'  korkusunun arkasına sığınarak, sessiz kaldı, özgürlüklerin savu­nulmasına sahip çıkmadı. Reklam pastasından 1995'te  14 trilyon liraya yakın pay kapan  ulusal ölçekte yayın yapan 14 TV kuruluşu halkın sorunlarına karşı duyarsız kaldı. Bunun yanısıra RTÜK'ün  yayın durdurmaya va­ran 'sansür' cü uygulamaları da halkın haber alma hakkına karşı  barikat oluşturulmasında  önemli bir etken oldu. Türkiye'de 12 Eylül hukukunun kıskaca aldığı topluma, ülke kaynaklarına el koyan egemenlerin  politika­ları çare olarak gösterildi. Bu dayatmalara tepki gösterenler değişik yöntemlerle susturulmaya çalışıldı. Örgütsüzlüğün yarattığı çaresizlik, halka kader olarak sunuldu.

"Ülke çalışanlarının ayrılmaz bir parçası olan basın emekçileri dayatılan bu politikalar karşısında göreceli bi­çimde fakirleşirken, sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırma uygulamaları sonucu ekonomik ve sosyal güvence­lerden yoksun kaldı; örgütsüzlük ve işsizlik arasında tercih yapmaya zorlandı. 12 Eylül döneminde tohumları atılan anlayışlar çerçevesinde uygulanan sosyo ekonomik politikaların sonucu gelinen bugünkü  nokta, Türkiye tarihinin basın emekçileri açısından en olumsuz dönemi olarak da değerlendirilecek, özellikle 1994 ve 1995 yılları gazeteciler tarafından 'kara' günler olarak anımsanacaktır.

"Enflasyonun üç rakamlı düzeylere ulaştığı, tekelleşmenin hız kazandığı bir ortamda medya adeta topluma karşı bir 'baskı aracı' olarak kullanılır hale geldi. Dünyada görülmemiş böylesi bir gelişme karşısındaki toplum­sal duyarsızlık, üzerinde düşünülmeye değer bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu duyarsızlığın en önemli unsurlarından birisi hiç kuşku yok ki basın örgütleridir. Ekonomik ve sosyal dayatmalar karşısında halkın ha­ber alma özgürlüğünün de açıkca gaspedilmesine seyirci kalan, bir tavır geliştiremeyen basın kuruluşları ya­şadığımız olumsuzlukların en büyük nedenlerinden birisi olarak sayılabilir.

"İletişim özgürlüğü, yaşadığı topluma ilişkin söz söylemeye hakkı olan halkın, bilgilenmek ve iradesini ortaya koyabilmek açısından vazgeçemeyeceği en yaşamsal özgürlüklerin başında gelmektedir. Topluma dayatılan politikalara karşı tavır oluşturabilmek ancak iletişim özgürlüğüne sahip çıkmak, onu tam olarak sağlayabil­mekle mümkündür. Sendikasızlaştırmanın kol gezdiği, iletişim dünyasının başta Aydın Doğan ve Dinç Bilgin olmak üzere beş büyük grubun denetimine girdiği ve pazar paylarının yüzde yetmişlere ulaştığı, promosyon çılgınlığıyla gazetelerin bir pazarlama aracı haline dönüştürüldüğü bugünkü ortamda basın özgürlüğünün, daha doğru bir tanımlamayla iletişim özgürlüğü ya da halkın gerçekleri öğrenme hakkının önemi daha da artmıştır. Gerçekleri öğrenme hakkına sahip çıkmak, herkesin vazgeçilmez bir görevi haline gelmiştir. Gerçeklerin öğ­renilebildiği ölçüde tepkilerin örgütsel biçimde ortaya konulabilmesi, ancak iletişim özgürlüğü ile olanaklıdır.

Ve çıkış işte buradadır...5

Genç gazeteciler, mesleğini hiçbir zaman kişisel çıkarı için kullanmayan, içinden geldiği halkın gazetecisi ol­mayı ilke edinen, yaşamı boyunca bu çizgisinden ödün vermeyen,167 yıllık basın tarihinin utanç veren kirli gö­rüntülerinin, geçmişteki onurlu ustaları gibi hep dışında kalan Mustafa Ekmekçi'nin  bu kitapta anlatılan  özya­şamöyküsünü okuduklarında  geleceğe daha bir umutla bakacaklardır.

Ekmekçi, kalemini satmayan; insan için, halk için kullanılmadığında bunun  anlamsız kalacağını da bilen bir gazeteci olarak 167 yıllık basın tarihinde onurlu yerini almıştır.

  • 1. Uygur Kocabaşoğlu, İki Arada Bir Derede, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 1997, s. 58.
  • 2. Sertel, s.7-9.
  • 3. Özmenek, "ÇGD'nin 20 Yılı: Kaf Dağı Yolculuğu," Çağdaş Basın, ÇGD Yayın Organı, 27 Mart 1998, s.5.
  • 4. Mustafa Ekmekçi, "Sunuş," Metin Aksoy, d. (Yay. Haz.), Basın Güncesi, Ankara, ÇGD Yayınları, 1994, s.VI.
  • 5. Mustafa Ekmekçi, "Sunuş," Metin Aksoy (Yay. Haz.), Basın'94-95, Ankara, ÇGD Yayınları, 1996, s.V.