Server Tanilli’nin 60. yaş günü kutlamasının sonuna geliyorum. Tanilli, yaş gününe yolladığı iletide, daha sonra şöyle diyordu:
"Aydınlanma süreci içinde olmak üzere, üzerinde özel bir duyarlıkla durduğum iki önemli nokta daha vardır;
Birincisi, aydınlanmamızın hedeflediği toplum düzenini kuracak güç olarak. Türkiye işçi sınıfını görüyorum; Türkiye'yi asıl kurtaracak düzenin de sosyalizm olduğu inancındayım. Çok özel koşulların bir sonucu olarak dünyada olup bitenlere yüzeyinden bakıp, "sosyalizm, yaşasın kapitalizm" diyenlerden değilim; hiçbir zaman da olmayacağım. Diyalektik eğitimden geçmiş bir aydın olarak söyleyeceğim şudur. Yeryüzünde kapitalizm oldukça, sosyalizm de olacaktır ve son bir çözümlemede, insanın insanlığını duyması sosyalizmle mümkündür.
Gelecek kapitalizmin değil, sosyalizmindir.
Duyarlı olduğum ikinci önemli nokta şudur: Türkiye'de işçi sınıfı sınıf olarak ezilirken özellikle ezilen bir halk da vardır; Kürt halkı! Her İkisinin tepesinde bir zulüm makinesi işleyip durmuştur öteden beri; bugün de öyledir. İşçi sınıfını ezenlere karşı nasıl o sınıfın yanındaysam, Kürt halkını ezenlere karşı da Kürt hakkının yanındayım. Kürtler, üstelik türkülerimize varıncaya değin ortak olduğumuz, kız alıp verdiğimiz kardeş bir halktır. Onların kimliği, ulusal demokratik hakları karşısında, bir aydın olarak saygıyla doluyum. Bir düşüncem de odur ki Türkiye'de gerçek anlamda bir demokrasiyi yaratıp rayına oturtacak olan iki güçten biri, Türkiye işçi sınıfı ise öteki de Kürt ulusal demokratik hareketidir. Bu ikisi, etle tırnak gibi birbirine bağlıdır ve gelecek de onlarındır.
Selam o geleceğe, selam onlara!
Sevgili arkadaşlarım,
Türkiye'de uğrunda nice kuşağın -acılarla dolu- emeği bulunan aydınlanma hareketimiz, 1950’lerden başlayarak apaçık düşmanlarını da bulmuştur karşısında; hele 12 Eylül 1980’den beri, bu düşmanlar düpedüz iktidardadırlar. 12 Eylül hareketi, saçlarına varıncaya değin faşist bir harekettir; aklın ve bilimin öncülüğü, demokrasi, insan hakları gibi, aydınlanma hareketimizin -vazgeçilmez- değerlerini umursamadan çiğnemiş ve bu uğurda kazanılmış mevzileri hallaç pamuğu gibi atmıştır. 12 Eylül'de ülkemiz, düpedüz bir düşman işgaline uğramıştır ve bir düşmanın bile yapamayacağı şeyleri yapmıştır. Ona önayak olan lan tiksintiyle ve lanetle anıyorum. Bugünkü iktidar ise 12 Eylül’ün faşist mirasım devralıp, içine dinci gericiliği de boca eden, sözde sivil bir iktidardır. Aslında, daha baştan beri bir kirli çıkar şebekesi, bir mafya olan bu topluluk, bir süreden beri toplumdaki desteğini de yitirdiği için üstelik 'gayri meşru'dur bugün.
Getirdikleri yok, götürdükleri vardır, daha da olacaktır.
Bu mafyanın sultasına son verecek, aydınlanma hareketimizin ilke ve değerlerini tahtına geçirtecek, bu arada cumhuriyetin kurum ve geleneklerini yeniden rayına oturtacak olan güçler kimlerdir?
Sol ve sosyalist güçlere büyük görevler düştüğü kanısındayım; öyle olduğu içindir ki onların birlik ve beraberliği, bugün her zamankinden daha önemlidir. Bir gözüm de gençliktedir; Gericiliğin, eğitime onca ettiği yetmiyormuş gibi, üniversiteyi de üniversite olmaktan çıkarıp çevresine diktiği karanlık duvarları yıkacak olanların başında gençlik gelmektedir. Kimi yaptıklarına bakıp saçımı başımı yolduğum demokrat burjuva partileri ise şunu hiçbir zaman unutmasınlar: Her türlü gelişmenin önünü tıkamış olan bugünkü cürufu kaldırıp atacak olan, işçi sınıfıdır, büyük halk kitleleridir, onların eylemleridir. Bir Zonguldak grevinin karşısında, gericiliğin nasıl telaşa düştüğünü unutmasınlar. Yığınları politakanın sahnesine davet etmeden, kitleleri protesto eylemlerine çağırmadan, hiçbir şey yapılamaz ya da sadece ağız dalaşına girişilir ki bugün gördüğümüz de -bir bakıma- odur. Bu burjuva partilerinin geldik, geliyoruz' derken bu anasının gözü, bu hinoğlu hin iktidarın köşe başında karşılarına birden çıkıp, el çabukluğuyla malı götürmesinden de korkarım.
Sevgili arkadaşlarım.
Bildiklerinizi tekrarlayıp sözü fazlaca uzatmayayım. 60 yaşıma girdiğim şu günlerde, koşullar ne denli nankör olursa olsun, büyük bir iyimserlik içindeyim; zaten hiçbir zaman kötümser olmadım. Göreceksiniz, hemen yanı başımızdaki 2000’li yıllara, Türkiye'de gericiliği kesin yenilgiye uğratacak aydınlık güçlerin zaferiyle gireceğiz. O günleri hep beraber görelim, göreceğiz de.
Sizleri, asıl o zaferi kutlamaya şimdiden davet ediyorum.
Şu içinde bulunduğumuz yıl, her şeye karşın apayrı sıcak duygular, seziler ve umutlar içindeyim. Başta nereden geliyor bu biliyor musunuz? Yunus Emre’den! Ta 700 küsur yıl öncesinden hem de pırıl pırıl bu Türkçeyle seslenen bu barış, bu sevgi dolu büyük şair, bana anlatamayacağım duygular esinletmektedir. Onun büyük ruhunun, en katı yürekleri bite yumuşatıp kendine getireceği gibi bir seziye sahibim. Bu yüce insana layık bir toplumun çocuklarıysak, içinde bulunduğumuz yılı, sıradan değil gerçekten bir barış ve sevgi yılı olarak ilan edelim; bunu uygulamada da göstererek bir genel affa gidip hapishanelerin kapılarını açalım; zindan karanlığına son verip özgürlüğün aydınlığıyla dolduralım her yeri.
Önce buradan koyulalım işe.
Yunus alsın bizi götürsün; toplumumuzu en başta bu noktada acılar içinde tutan bir yarayı onun mübarek elleri sarsın; ve bizi bir ayıptan kurtarsın o ulu insan!
Buna muhtacız.
Madem ki Yunus Emre'nin huzuruna gelip dikildik, sözlerimizi de onun bir şiiriyle bağlayalım:
Bir nazarda kalmayalım gel dosta gidelim gönül / Hasret ile ölmeyelim gel dosta gidelim gönül.
Gel gidelim can durmadan sûret terkini urmadan / Araya düşman girmeden gel dosta gidelim gönül.
Bu dünyaya kalmayalım fânidir aldanmayalım / Bir iken ayrılmayalım gel dosta gidelim gönül.
Kılavuz olgıl sen bana yönelelim dosttan yana / Bakmayalım önden sona gel dosta gidelim gönül.
Gerçek erene varalım Hakkın haberin soralım / Yunus Emre'yi alalım gel dosta gidelim gönül ."
(Uzun alkışlar)
11 Nisan 1991, Cumhuriyet