Turgut Bey'in gelişi sırasındaki karşılama töreni en çok çocukların hoşuna gitti. TV'de gelişi izlemeye başlayanlar, arkadaşlarım çağırdılar şenliğe
Gelin çocuklar, Sam Amca’nın Zam Amca'sı Amerika’dan gelmiş!
O sırada evde bir ANAP'lının eşi de vardı, az biraz bozuldu…
Kimi, karşılama törenini izlerken çok üzüldü. “Biz böyle mi olacaktık?” diye düşündü.
Bizim halkımız gülmeceye, yani mizaha çok düşkündür. Bir espri, bir taşlama, havayı da yumuşatıverir Bizde kendi kendileriyle alay etmeşini, dalga geçmesini bilen Lazlar var, bayılırım onlara. Tüm Laz fıkralarını kendileri uydurmuşlar, yaratmışlardır. Bu zekâ kıvraklığını başka yerde öylesi pek göremezsiniz.
***
Bahri Savcı anlatmıştı bir asker fıkrasını, daha doğrusu olayını. İngiliz komutanı Montgomery ile Amerikalı komutan Eisenhower konuşuyorlarmış. Montgomery:
Bugün çavuş gelip benden arabamı istedi, 'olur' dedim. Eisenhovver karşılık vermiş:
Seninkiler hiç olmazsa istiyorlar!
Prof. Bahri Savcı, “YÖK seminerieri”nde Bilar'da dersine şöyle başladı:
Osmanlı'da Medrese ile alay yok, dünyada da üniversite ile alay yok çok şükür bunu da YÖK getirdi. YÖK zamanında diploma alana “YÖK mimarı”, “YÖK doktoru musunuz?” deyip geçiyorlar Nokta'nın kapağı da YÖK'le alay. Cahit Arf tanınmış bir matematikçidir, liberaldir. “Türkiye'de bilim olmaz” diyordu “Çünkü, bilim adamı dünya kaygılarından uzak yaşamalıdır” Bahri Savcı şöyle sürdürdü konuşmasını:
“Üniversite özgürlüğü ve öğrenci katılımı için Cahit Arf, ileri yaşında ODTÜ'de liderlik yaptı. Öncü oldu. Doğramacı, Cahit Arf’a elini uzatmış, o elini sıkmamış. YÖK yönetimi içinde saygıdeğer değilsiniz!’ demiş. Bu da bir zahtir işte. Gençler, 'YÖK yahu!’ diyorlarmış. Bütün bunlar, akademik yaşamda özgürlüğün ve özerkliğin kalkmasına ve yerine silsile-i meratip diktasının gelmesine bir tepkidir. En üsttekinin iradesinin, istencinin egemen olmasına tepkidir. YÖK'ün akademik platformda getirdikleri neler? Bugün olanak olsa ben üniversitede olurum, bir şeyler yapmak için araştırırım. Siz de bir şeyler yapma olanağını araştırırım. Bu dilekten sonra, YÖK'ün ne getirdiğine bakalım. YÖK, değerlerin erozyonunu getirmiştir. Bir daha geri gelmesi zor olan kayıplara yol açmıştır. Bilimsel düzey bozulmuştur. Eskiye göre yayınlarda düşme vardır. 1402 ile atılanlar ekmek parası kazanırken yayınlarını da sürdürüyorlar. Tuncer Bulutay bunun çok iyi örneklerinden biridir. En çok yayın yapanlardan biri de Haluk Gerger'dir.”
Prof. Bahri Savcı'nın ana başlıklarından biri de YÖK'le, “akademik geleneklerin bozulması”ydı. Şöyle dedi Savcı
“Üniversite kampusu, kitaplığı, öğrencisi ve öğretmeniyle bir ailedir. Son üç yılda ortak ve birleşik tezler üretilmemiş, uluslararası platformlara sunulamamıştır. Rekabet, aile içi rekabetin çok üstüne çıkmıştır. Ailece üretim yoktur (bir anayasa önerisi gibi). SBF’de 'İnsan Hakları Merkezi' böyle çalışmaları 12 Eylül'den sonra yaptı. Anayasa projesini hazırladı ve sundu. Ayrıca bir anayasa metniyle, gerekçesini hazırladı. Bunlar ortak bir çalışmayla gerçekleşti. Bugün, o günkü İnsan Hakları Merkezi' çökmüştür. Bu geleneğin çok zayıflamasına YÖK neden oldu. Bir arada yaşamanın tadı vardı SBF'nin lokantası kötü bir lokantaydı. Ben perhiz yapmak zorundayken, o sıcak aile havasını solumak için o kötü lokantaya giderdim. Şimdi, koridorda karşılaşmamak için zekâ oyunun ve beden kıvraklıktan yapıyorlarmış, bunları duyuyoruz. Yine de çalışmalarını sürdürmekte inat edenler var. Üniversite içinde birbirlerini görmüyorlar. Ortak yaşama ortamı kalkmış. Üniversiter bir ödev istençle yapılmazsa, gönül rızasından gelen iç rahatlığı ve sevgiyle yapılamaz, külfet olur.
YÖK’le insansal değerler de hırpalanmıştır Eski durum bir cennet değildi ama, insanla teke tek ilişkiler olabilirdi.
Fakülte kitaplığı eski öğretim üyelerine kapatılabiliyor. Bunun için emir veren var, bu emrin altında ezilen de var. Bu, kitaplık görevlisi için bir dramdır. Ama, üniversite açısından büyük bir dramdır, yolda bir meslektaşıma rastladım, benden uzaklaşmak için acele etti. Bu, 1402'liklerin sık karşılaştıkları bir olaydır. Bu tutumlar YÖK sisteminin kendisinden geliyor. Bu sistem bir tek kişinin amir olduğu bir sistemdir. YÖK düzeni, bir polis devleti düzenidir. Buyruğa bireysel itaat esastır. Tek kişinin monolitik istencine bağlı bir piramit konulmuştur. Bu, siyasal otoriteryanizmin bilim yaşamına uygulanmasıdır. Bu mümkün ve doğru değildir. Verimliliği ve çalışma duygusunu ortadan kaldırır. YÖK kurulurken eleştirilen seçimdeki klikler yerine bugün YÖK’ün kliği getirilmiştir. Dinci gruplar bu kliğin içinde yer almışlardır. Bu grupların içinde partiler de var. YÖK, bunu eleştiriyordu, amacına ulaşamamıştır. Bunların hepsi, karşı tarafın yaratacağı zararlardan kendilerini korumak istemektedirler. Ve ‘monolitik iradeyi ben daha iyi kurarım' diye düşünmektedirler. Bunların tümü ideolojik temellidir. YÖK, bu konudaki amacını da gerçekleştirememiştir. Konya'da dinci grupların merkezi olan bir üniversite oluşmuştur. ilişki, Tanrı-kul ilişkisidir. Bunun altında ezilmemenin yolu ezici yere gelmektir. YÖK düzeninde böyle maddi olanakları çekici durumlar sağlanmıştır. YÖK, bir delirium (dellenme) getirmiştir. Uluorta eylemler, çılgınlar sistemidir YÖK. (‘Delirium’ Latince bir sözcük, Tahsin Saraç'ın 'Fransızca-Türkçe Sözlük'ünde, '(alkoliklerde görülen) titremeli sayıklama' diye geçer. Bir tıp terimi)
12 Mart’ta ve 12 Eylül’de kurulan yeni düzende ezilmemek için boyun eğenler oldu. Bunlar sonra us ve istenç denetiminden uzak, tutkulu, ihtiraslı hareketler yapar oldular. İşte ‘delirium' budur. Bu da toplumun, üniversitenin, meslektaşın onuru ve yaran olmaktan çıkıyor. Bunun türlü örnekleri var, 1402’nin ilk tasfiye eylemleri asistanlardan başladı. Biz bunun önemini tam kavrayamadık. Ama, üniversite yetkilileriyle konuştuğumuzda, ‘Böyle olacak hocam!' dediler. ‘Buna kim karar veriyor?’ diye sordum, ‘Dekan Necdet Serin, işte, biz!' dedi. 'Biz' dedi ama, aslında tek kişi. Bu güç nereden geldi? Bu işler objektif değerlendirmelerle yapılmadı. Bunun kaynağı piramit felsefesidir
Ülkede demokrasi bir yana bırakıldı. Bir velayet-vesayet sistemi kuruldu. Halbuki, demokrasi geliştirilmeliydi. Bu yapılmadı, tamamen ortadan kaldırıldı. Bu durum, tahrif edilmiş bir Atatürkçülüğe dayandırıldı. Dil Kurumu, Tarih Kurumu, partiler kapatıldı. Bu sistem, işte üniversiteye yansıtılınca işte YÖK olmuştur. YÖK Başkanı bu durumu, 'bana güvendiği müddetçe' diyerek açıkça ortaya koydu. Zihinsel güçler biter, yönetimsel güçler bitmez anlayışı ile YÖK'tekilerin yaşlan yükseltildi, öğretim üyelerinin emeklilik yaşlan indirildi. Ülkeye getirilmek istenen velayet vesayet sistemi, akademik ortamda YÖK’ü doğurdu.
Ben yönetim görevlerini hiç benimsemedim. Celal Yardımcı zamanında dört günlük dekan vekilliği yaptım. Fehmi Yavuz, bana ‘Pekala yapıyorsun!' dedi. Bu sistemi değiştirmek için ayrıntılı plan şimdiden verilemez.
Ama şema şudur:
1-YÖK’ü toptan kaldırmalı,
2-YÖK’ten sonra kurulacak sisteme YÖK piramidinde sorumluluk alanlar alınmamalı. Bu, intikam için değildir. YÖK sisteminin getirdiği duraksamanın sorumlusudurlar, onun için.
SEİA bu ortamda imzalanmıştır. Gerekirse ceza hükümlerini de işletmek üzere, bu sorumlular YÖK’ten sonraki sistemde yer almalıdırlar. Eleştiri ve katkıya kapalı olan bu kişiler, bilimsel yaşamın duraklamasının sorumlusudurlar. YÖK sisteminde yöneticiler veba salgını ortamında enfekte olmuşlardır, teslimiyet göstermişlerdir. Teslimiyetin üniversiter ortamda yeri yoktur. Üniversite adamı özgürlüğün karşısında yer alamaz. Bu kural öğrenci için de geçerlidir.
3-Yeni kurumlaşmanın temel ilkesi özgürlük ve özerkliktir. Bir kurumun, kendileri de bireysel olarak özerk olan üyeler arasından serbest seçimle getirilmiş kişilerce yönetilmesi özerkliktir. YÖK'te bunun zerresi yoldur.
4-Demokrasi ve üniversitede özerklik: ömründe tulumba tatlısı yememiş bir kişiye bunu nasıl anlatabilirsiniz? Ben size böyle bir şey söyleyeceğim. Öğrencinin yönetime katılması ve öğrenciliğin kurumlaşması. Öğrencinin yönetime katılması, bu çağdaş bir üniversitenin en son ve çağdaş bir koşuludur. 1936’da sınav programlarını biz öğrenciler yapardık. Ortamın koşulları, ilkeleri kendiliğinden ortaya çıkıyor. Baş koşul, ülkede çağdaş demokrasidir...”
2 Nisan 1987, Cumhuriyet