Yüzümü Örtmeyin...

Merkez Komutanlığı İstihbarat Tutukevi'nde tutuklu İlhami Soysal'dan mektup aldım «Madaralı Roman Ödülü»nün seçici kurul üyesi İlhami Soysal, mektubunun başında şöyle diyor.

«Kardeşim Ekmekçi,

Dünyada örneği var mıdır bilmiyorum ama sanırım ülkemizde ilk kez, bir roman ödülünün seçiciler kurulu üyelerinden biri tutukevinde de olsa görev yaptı. Bir yıl önce yayınlanmış romanların tümünü teker teker okudu, her biri üstünde uzun uzun düşündü. Ve kendince ödüllendirmeye değer bulduğu romanı seçti.

Kimi seçtiğimi söylemeden önce, okuduğum yirmi küsur roman konusunda genel kanımı söyleyeyim.»

İlhami Soysal, «Görülmüştür» damgası bulunan mektubunda, inci gibi bir yazıyla uzun uzun anlatıyor düşüncelerini. Henüz toplanmamış olan Kurul'da açıklanması gereken İlhamı Soysal'ın seçtiği romanla ilgili eğilimini burada «Ankara Notları»nda açıklamam doğru olmaz sanıyorum. İlhami, mektubunda Türk romanının ortak noktalarına değinirken şöyle diyor:

«... Bir başka ortak nokta yazarlarımızın romanlarında yaratıcılıktan çok kendi yaşam öykülerini şurasından ya da burasından romana aktarmaları. Yani, yeni bilinmeyen tipler yaratmadaki kısırlıkları.. Genellikle kişisel sorunlarını okuyucuya dünyanın en önemli sorunu diye yutturmaya kalkışmaları... Bir de evrensel boyutla roman yazamamaları.

Son bir ortak nokta daha:

1980'in romanları içinde büyük roman, insana «İşte roman dediğin böyle olur» dedirtecek roman yok. Dünya çapında yankılar uyandıracak romanlardan vazgeçtim ama, şöyle ülkemiz edebiyatında gerçekten köşe taşı sayılabilecek bir Orhan Kemal'in «Bereketli Topraklar»ı, bir Kemal Tahir'in «Yorgun Savaşçı»sı, «Devlet Ana»sı, «Yol Ayrımı», bir Yaşar Kemal'in «İnce Memed»i, «Orta Direk»i, bir Peyami Safa'nın «9'uncu Hariciye Koğuşu», bir Yakup Kadri'nin «Yaban»ı, «Nur Baba»sı hatta bir Reşat Nuri Güntekin'in «Çalı Kuşu», «Yeşil Gece» si, Halit Ziya'nın «Mavi ve Siyah»ı, bir Aziz Nesin'in «Zübük», bir Halide Edip'in «Sinekli Bakkal»ı, bir Sabahattin Ali'nin «Kuyucaklı Yusuf »u, bir Attila İlhan'ın «Bıçağın Sırtı», Füruzan'ın «47’liler»i, Fakir Baykurt'un «Köygöçüren»i, «Yılanların Öcü», Tank Buğra'nın «Küçük Ağa»sı, Abdülhak Şinasi Hisar'ın «Fehim Bey ve Biz»i, Memduh Şevket Esendal'ın «Ayaşlı ve Kiracıları» Reşat Enis'in «Despot»u ve benzerleri gibi roman yok, bu romanlar içinde...»

İlhami Soysal, dediğim gibi, mektubunu inci gibi el yazısıyla yazmış. Oysa o yazılarını, mektuplarını daktiloda yazar. Daktilosu yok, demek..

Doğan Avcıoğlu, daktiloda yazmazdı. Altan Öymen de öyle, elle yazar.

★★★

Pazartesi günü yayınlanan «Baharı Karşılamak» başlıklı, «Ankara Notları»nda, bir bayan öğretmenin başından geçen işkence olayına değinmiştim. Bayan öğretmenin adını yazmamıştım. Emniyet, öğretmenin adını istedi...

— Veremem.. dedim. Basın Ahlak Yasası, yasaklar bize böyle ad açıklamayı..

Ne yapsam ne etsem derken bütün bir gece uyumadım.. Bir yandan Sıkıyönetim, hemen harekete geçmiş olayla ilgili soruşturma açmış. Sıkıyönetim Adli Müşaviri Yargıç Albay, telefon etti. Komutanın, hazırlık soruşturmasının başlatılması için emir verdiğini söyledi. Nasıl bir rahatladım anlatamam. O gece, bir rahat uyudum.

Milli Güvenlik Konseyi'nin de işkencelere karşı olduğunu biliyorum.

Önceki günkü Cumhuriyet'te vardı. Sıkıyönetim ‘deki duruşmada tanık olarak dinlenen bir komiser yardımcısı: «Operasyonları yürüten kişiler olarak tanınma unsurunu ortadan kaldırmak için kişilerin gözleri bağlanır ki, bu idarenin bir hatasıdır. Bu bizi bağlamaz» demiş.. Gözleri bağlı ifade almanın yanlışını, görevli olarak açıklamış.

Körebe oyununu hiç sevmem. Oysa, bir oyun işte gözleri bağlı kişi, karşısında ifade alanı, gözünde kat kat büyütür korkarmış.

Yatarken yüzümü örtmem hiç. Yüzüm açık uyumak isterim. Çocukken, babam gecenin geç saatinde dükkanın bir köşesine serdiği kilimin üzerine yatırıp:

— Haydi, yat bakalım Kara Mustafa! dediğinde karşılık verirmişim:

— Yüzümü örtmeyin ammana!

Çocuklar öyledir, sevmez karanlığı.