Ataol Behramoğlu'nun, cezaevinde arkadaşlarına düştüğü dörtlüklerden bazılarını çok önceleri yayımlamıştım. Dörtlükler, 1982'de Sağmacılar Cezaevi'nde yazılmıştı. Ataol Behramoğlu, Nedim Tarhan'a da şunları adamış:
“Bir arkadaşımı dinledim, yurdunu savunurken/İnanç ve güç doluydu şaşkın yüzler sarkmıştı kürsüden/'Bizler yarının insanlarıyız' diye düşündüm;/ ‘onlar ise, ölüdür, şimdiden’.”
Ataol'un Prof. Melih Tümer'e düştüğü dörtlük, onun “ille de bir sahanda yumurta!” diye tutturmasından kaynaklandı. Dörtlük şöyle:
“Bir bankada idare meclisi üyesi olmak varken/Başına Barış Derneği derdini aldı Melih Hoca/Savaşsız, sömürüsüz bir dünya özlerken/Sahanda yumurtaya hasret kaldı Melih Hoca.”
Kızı Barış'a da cezaevinde dörtlükler yazan Ataol Behramoğlu'nun “Sevginin Önünde” dörtlüğü şöyle:
“Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım/Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil kızım/Zulmün önünde dimdik tut onurunu/Sevginin önünde eğil kızım”
Bir gün Barış, annesi Ludmilla ile, babasını görmeye cezaevine gider O gün görüş günüdür. Barış babasını doya doya seyredemez. Gardiyanlar, Ataol'u “Tamam görüş bitti!” diye alıp götürürler Ataol, görüşten suratı asık ayrılır. Barış annesi Ludmilla’ya sorar:
Anne babam bize dargın mı? Neden yüzü asık gitti? Ben de ona darıldım işte!
Ataol bunu öğrenince dörtlüğü yazar. Adı: “Gecenin Üzgün Çiçeği”. Şöyle
“Gecenin üzgün çiçeği sen, yavrum/Dargın yüzünü görebilsem yavrum/Babalar daha çok görebilsin diyedir çocuklarını/Tutsaksam şimdi ve sana hasretsem, yavrum.”
***
Server Tanilli ile evinde söyleşiyoruz: o tekerlekli sandalyesinde oturuyor. Nikotini az bir tütünü, bizim köylüler gibi, kağıda sarıp içiyor. Bana da sardı bir tane. Trenden inip, bir taksiye binerek adresine vardığım akşam, Tanilli'nin evinde -bana göre- şölen vardı. Phiromı, sofraya çorba, tavuk, pilav, yoğurt, meyve getirdi. Tanilli, bir akşam yemeklerini böyle yiyordu. Sabah kahvaltısı, bir elma, bir mandalinaydı. Tanilli:
Yediklerimi yakamıyorum, onun için yemiyorum... diyordu. O akşam yarım kadeh şarap içti. Bana uydu.
Akşam, yatmadan önce bir saat boyunca İngilizlerin yapımı bir aygıtla ayağa kalkıyor. Öyle duruyor. Aygıt, öyle yapılmış ki, belinden iplerle bağlanıyor ve işlemeyen bacakların üstünde durulabiliyor. Tanilli:
Ekmekçi, hani derler ya, ‘Asılacaksan İngiliz sicimi ile asıl' diye, tıpta da İngilizler çok ilerde. Bu aygıtı onlar bana verdiler. Ayağa kalkma yoluyla, sindirimi kolaylaştırıyorum, yarım bedenim dengesini buluyor.
Tanilli bu durumda çalışmasını sürdürüyor. Yazacağı metinleri hazırlıyor. Bir saat sonra, Japon kızı Phiromi, onu yatağa yatıracaktır.
Phiromi, Strasbourg'ta, üniversitede Fransız edebiyatı üzerine doktora yapıyor. Tanilli'ye yardımcı olmaktan çok mutlu görünüyor. Üniversiteye gittiği zamanlar. Tanilli, bir olağanüstü durum olursa, telefonla bir arkadaşını çağırıp yardımını istiyor Arkadaşı Kemal Kocaş bunlardan biri, ona telefon etti:
Bak Kemal, dedi, Mustafa Ekmekçi geldi. Ona Strasbourg'u gezdirmeliyiz. Yarın sabah saat 11.00‘de, arabana benzin doldur bize gel…
Konuşmayı sürdürüyoruz. Usu, düşüncesi Türkiye'de ya, yurtsuyor ya Türkiye'yi, konu hep Türkiye üstüne. Şöyle dedi Tanilli:
Biz ayvayı, 16-17 yüzyıllarda yemişiz Sevgili Ekmekçi. Avrupa'da rönesans yaşanırken, Türkiye'de us dışı şeyler tartılılıyor..
Gerçekten, o zamanlar medreselerde tartışılan konular öyle ilginçti ki, örneğin “Peygamberin babası imanlı mı öldü, imansız mı öldü?” tartışmaları günlerce, aylarca sürerdi. Us yani akıl değil, inanç yani iman ön sıradaydı.
Tanilli konuşuyor:
1960'larla başlayan Türkiye bir rönesansın içindedir. Sadun Hoca'nın (Aren) bunda büyük payı olmuştur. Sadun Hoca, öyle konuşur, yazar ki, bir örnekle tüm bir yazıyı özetler. Ben bir yazı yazdığım zaman, ‘Bu yazı Sadun Hoca'nın eline geçerse acaba ne derler? Yazıyı açık ve aydınlık bulur mu?' diye düşünürüm Sadun Hoca bana açık ve aydınlık yazma eğitimini vermiştir. Ona çok şey borçluyumdur.
Prof. Tanilli'ye dışardaki aydınlarımızı soruyorum:
Kırılıp sarıldı işte, diyor, Aydın direncinin getirdiği bir şey var, o yaşatıyor insanı!...
Yurtta olup bitenler, tökezleyen demokrasi, insan haklarına aykırı davranışlar, işkenceler, bağımlı davranışlar Tanilli'yi, bu büyük yurtseveri çok üzmektedir. Bağımsızlık, laiklik ve demokrasi. Cumhuriyetin, Atatürkçülüğün temelleridir. Bunlardan ödün verilmez.
Tanilli şöyle dedi:
İnsan hakları, hukuk, demokrasi, çağdaş Türkiye aydınlarının, uğrunda büyük kavga verdikleri temel değerlerdir ve bu kavga bir başka köklü hareketin, bizim iki yüz yıla yaklaşan “aydınlanma” hareketimizin ayrılmaz bir parçasıdır. Çok az toplumun tarihi bizim aydınlarımızın bu uğurda çektiği acılara benzer acılarla doludur...
Tanilli’de de, dışardaki tüm aydınlarımızda, işçilerimizde de, bir yurtsamayı, eski deyişle “daüssıla”yı sezmemek olanaksız. Bu yurtsama, yurt özlemi, daha önce de belirttiğim gibi, boğazda rakı içme özleminden gelmiyor. Kimse o düşüncede değil. Ülkede demokrasinin tam işler duruma gelme özleminden kaynaklanıyor.
Prof. Server Tanilli'nin hemen her olaya, koşup, yetiştiğim gözlemiştim. Son olarak, “Ekmek ve Hak Dilekçesi” çabaları vardı. Avrupa'dan, çeşitli ülkelerdeki Türklerden 1400'ü aşkın imza toplandı. Avrupa'dan gelenlerle birlikte, Türkiye'de toplanan imza sayısı sekiz bini aştı. Bu dilekçenin ocak ayının ikinci yarısında, Cumhurbaşkanına, Meclis Başkanına, Mecliste gruplar olan partilerin başkanlarına verilecek Dilekçe imzalayacaklar için, isteme adresim bir kez daha yazıyorum. Bilar A Ş. Onur iş Hanı No: 140, Kat 6 Ankara.
Tanilli, dilekçeyi Avrupa'da imzaya sunarken, girişe şunları yazmış:
“Hatırlayacaksınız, Türkiye’de 1255 aydın 1984 yılının bir gününde yetkili makamlara bir dilekçe vermişlerdi. Onda ülkemizdeki anti-demokratik gelişme ve uygulamaları sergileyip çağdaş demokrasinin özünü oluşturan kurum ve ilkeleri savunuyorlardı. “Aydınlar Dilekçesi” adı verilen bu metnin, o sıralarda nasıl tepkiyle karşılandığını hatırlayacaksınız. Bu dilekçeyi hazırlayanların bir bölümü hakkında dava açılmış ve dünya kamuoyunun ayağa kalkmasıyla dava da aklanmayla sonuçlanmıştı.
Bugün Türkiye aydınlarından yeni bir ses geliyor. Elinizdeki “Ekmek ve Hak Dilekçesi” Türkiye'deki ekonomik durumu ve bu durumun toplumsal yaşamın her alanına nasıl yansıdığını anlatıyor. Ortaya koyduğu gerçek şu: Ülkemizde -eşi az bulunur- bir soygun düzeni vardır ve toplumu her yanıyla kemirip durmaktadır. Değiştirilmez bir düzen midir bu? Değişecekse, kim yapacaktır bunu? Dilekçe, sözlerini bitirirken onu da açıklıyor: ‘Toplumun ve ülkenin yararına olmayan bu ekonomik düzen elbette değişecektir ve elbette halkımız, kendisinin ve ülkesinin geleceğinde söz ve karar hakkını elde edecektir. Ekonomik-demokratik hak ve özgürlüklerinin önündeki engelleri, kendi bilinciyle, ve kendi gücüyle aşacaktır. Bunun ilk koşulunu da hak ve özgürlükleri sürekli geliştiren gerçek bir demokrasiyi kurmak olduğunu bilmektedir. Tüm dünyada, insanların onurlu tarihini halklar yaratmıştır. Ülkemizde de halkımızın kendisi yaratacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır.'
Sevgili okuyucu, işte o halktan bir kişi de sensin. Bu yurtsever, bu insan ve özgürlük aşığı sese, bu çağdaş çağrıya nasıl yanıt vereceksin? İçeriğine inanıyorsan, onu senin gibi duyarlı yüzlerce insana ulaştırmak da senin görevin. Unutma, o yüzler, giderek binler ve milyonlar olacaktır. Derelerden çayın, çaylardan ırmağın oluşması gibi.
Evet, sıra sende şimdi, seslen ve elini uzat! -Prof. Server Tanilli.”
6 Ocak 1987, Cumhuriyet