Yurtiçinden ve Yurtdışından

Bir dolu cezaevi dolaştıktan sonra Çanakkale cezaevine getirilen Abdülkadir Konuk’tan yeni bir mektup aldım. Mektubunun girişine "Tevkifat" başlıklı şiirinden dizeler yazmış, şöyle:
"Yete vurmuş bir çocuk incecik bedenini I Saçlarına yapışan rüzgâra sobe demiş / Hapse düşmüş bir çocuk aç insanlar uğruna / Troya’da bir adam tahtadan ata binmiş / At zincirli kapıda I Çocuk taaa uzaklarda."
Mektubu da şöyle:
"Sevgili dost, Merhaba!
Bugün sana biraz oğlumdan söz etmek istiyorum. Şimdi Buca cezaevinde, benim civan Cem'im.
Cezaileriyle dayanışma gösterilen sırasında bir grup gençle birlikte İzmir'de gözaltına alındıktan sonra tutuklanmışlar. Yaklaşık 17 gündür içerdeler. Neler yapıyorlar, nasıllar hep düşündüğüm şeyler. "İyiyiz" sözünün içerdeki insanların dillerinden hiç düşmediğini kendi yaşamımdan biliyorum. Ve ister istemez merak ediyorum.
Henüz ne zaman mahkemeye çıkacakları belli değilmiş. Bir ceza alırlar mı, o hiç belli değil.
Oğlum on üç yaşından ben kendi yaşamını düzenlemekte ustalaştı. Çorap dokumacılığından tut da garsonluğa kadar her işte çalıştı. Kelimenin tam anlamıyla kendi emeği ile yaşamasını bilen biri.
Bir de güzelliklere hayran; tabii ben de ona. Büyürken bizleri pek fazla yanında bulamadığından hep özlem yığılmıştı içimize iki yanlı. Ben yakalanınca olanaklar ölçüsünde görmeye geliyordu. İki dost, iki arkadaş, iki can yoldaşı olarak söyleşip gülüşüyorduk.
Yine gülüp söyleşeceğiz kuşkusuz. Ama bu zoraki kesinti epeyce canımı sıktı. İnsanları içeri tıkmak yerine, sorunları çözmek işin en doğru yanıyken, insanları sindirmeye çalışarak varlıklarım devam ettirmek isteyenler var. Sürer mı, insanlar siner mi, istenilen şeylerin haklılığı gün gibi ortadayken insanlar seslerini kısıp oturur mu? Hiç sanmıyorum.
Oğluma saygı duyuyorum, içeri düştü diye değil. Güzel şeyleri savunma olgunluğunu, becerisini gösterdi diye. Ülkemizde insanlar herhangi bir nedenle her an içeri düşebilirler, önemli olan, nedeni... Oğlumu seviyorum. Ülkemin güzelliklere hayran tüm gençlerini de. Yüzünü bile görmediğim oğullarım, kızlarım var arayıp soran. Onların geleceği taşıyan gözlerindeki parıltıları öpüyorum çokça.
Burada da tutuklanmıştı bir grup genç aynı nedenle. Bir hafta sonra bırakıldılar. Ama belki yurtlardan atılacak, belki ev bulamayacak, belki de okullarını bırakmak zorunda kalacak birçoğu. Biliyorum, insanların can pahasına savunmaya çalıştığı güzellikleri savundukları için karşılaşacakları zorlukları göğüsleyecek kadar güçlü onların hepsi. Yine de benim gönlüm onların bir an için bile olsun hüzünlenmelerine razı olmuyor.
Oğlum yiğitçe, selvi boylu bir delikanlı. Belki de benim uzun bir süre kaldığım hücrelerde şimdi. Belki de benim yattığım yatakta yatıyor, geceleri rüzgârı ve düdükleri dinleyerek. Belki de oturup sabahlara kadar söyleşiyorlar oğullarım... Olanağım olsa, uçsam yanlarına, koskoca olsa kollarım hepsini kucaklasam, öpsem, öpsem... "Bizler babalarımızdan ilerde olduk, sizler bizlerden ileride olacaksınız" desem. “Birgün bütün özgürlükleri kucaklayıp birlikte kolan vuracağız salıncaklarda" desem. Ozanları, yazarları çağırsam "Biz bu memleket için neler yapmadık ki" desek bir ağızdan; "Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik" desek. Her taşına kırkbin kerre öleceğimiz şu memlekette gencecik insanların mahpusa girmediğini görsek. Oyayı el birliği ile işleyip kol kola seyretsek eserimizi.
Dışarıda yağmur yağıyor "İt Durmaz Tepesi”nde rüzgârın sesi yağmur yağarken bile dinmiyor. Ben koskoca bir volkan, patladı patlayacak. Gecenin kopkoyu karanlığına inat ozanın dizesi aklımda. "Elbet sabah olacaktır..."
Güneş ha doğdu ha doğacak penceremde. Oğullarım uyanmıştır şimdi. Günü beklemek onların işi, yatacağım. Dostlukla selamlıyor kucaklıyorum hepinizi.
Kadir."
Yurtdışından gelen mektup. Murat Tokmak’tan. Murat Tokmak, Yeşilköy'den geri çevrilenlerden. Şöyle diyor yeni mektubunda;
"Sayın Mustafa Ekmekçi.
Geçen ay size yazmış olduğum mektupta, kendimi kısaca tanıttıktan sonra, 7 yıllık politik göçmenliğimi sona erdireceğimi, 10 Aralık 1988 günü F. Almanya'dan ülkeme geri döneceğimi bildirerek, destek ve dayanışmanızı beklediğimi dile getirmiştim.
Sizin de izlediğiniz gibi, ben ve diğer yedi arkadaşım 10 Aralık 1988 günü ülkemize geri dönüş yaptık. Ama ne yazık ki doğduğum büyüdüğüm, 6 yıldır hasretini çektiğim kendi ülkeme sokulmadım. Böylece, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin imzalanışının 40. yıldönümü olan 10 Aralık 1988 günü maalesef ülkemden bir kere daha sürgüne gönderildim.
Bizim, ülkemize sokulmama yönündeki kararı, İstanbul Havalimanı’nda uygulayanlara; bize yapılan muamelenin yasal olmadığını, bu tür uygulamalarla Türkiye'nin, uluslararası alanda onurunun zedelendiğini, hiç olmazsa, havalimanında bizi bekleyen avukatlarımızla görüştürülmemizi söylememize rağmen hiçbir sonuç alamadık. Son çare olarak da ülkemde kalabilmek için “eğer beni TC yurttaşı değilim diye ülkeme almıyorsanız, ben şimdi Türkiye'ye iltica ediyorum, lütfen yasaları uygulayın" diyerek geri dönmemek için direnmeye çalışmam da sonuç vermedi.
Sonuç olarak ben ve öbür dört arkadaşım, bütün iyi niyetlerimize rağmen kendi ülkemize sokulmayarak geri gönderildik. Bu uygulama ile devlet bizim yargılanma ve savunma hakkımızı engellemiştir. Hükümetin, politik göçmenlerin ülkeye dönmelerine ilişkin açıklamalarıyla uygulamaları arasındaki çelişki net olarak ortaya çıkmıştır. Ülkemizde demokrasinin kazanılması, insan hak ve özgürlüklerinin savunulup korunması yönünde mücadele etmenin gerekliliği bir kere daha kanıtlanmıştır.
Bu durumda ülkemde bütün demokratik haklarını kullanarak özgür bir yurttaş olarak yaşamak hakkımı kullanmak ve Türkiye'de gelişen demokrasi mücadelesine, yani ülkemin demokratikleştirilmesi mücadelesine orada katılmak için ülkeme geri dönmeye kararlı olduğumu ve bu doğrultuda yoğun olarak çalıştığımın bilinmesini rica ederim.
Bu insani, haklı girişimime verdiğiniz desteğin devam edeceğine olan inancımı belirtir saygılar sunarım.
Murat Tokmak
DİSK Genel Yönetim Kurulu.
Ve Maden-İş Genel Bşk. Vekili"