YURT YAZISI

Solağın Hüseyin, Singil'in Hüseyin, daha birkaç arkadaşları, değirmenden dönerken Hasan dayımı vurmuşlar. Hasan Dayım, değirmene giderken babam, çuvalların ata yüklenmesine yardım ediyormuş. O sırada bir kadın gelip, Hasan dayımı arkadan kavrar gibi yapmış. Dayım genç, yiğit..

— Tabancam olup olmadığına mı bakıyorsun? demiş, belinden tabancasını çıkarıp karısına vermiş:

— Al şunu.. Ben onlarla tabancasız da başa çıkarım! Hasan'a «Dayım» diyorum ya, o gerçekte babamın yeğeni.. Babam, şöyle diyor:

— Yeğenim, tabancasız gitme değirmene. İki çakal seni yer!

— Beni kimse yiyemez dayı, sen korkma!

Atın üstünde vuruyorlar Hasan dayımı. Silahı da yok. Olmadığını da biliyorlar. Beş kişi:

— Kımıldama Hasan! diyorlar..

Sabahattin Ali, bizim yakın köylerde olan olayların öykülerini yazdı. Hasan dayımın olayını bilmiyordu besbelli..

Hasan dayımı bilmiyorum. Öyküyü, sonradan dinledim. Vuranlar, on beş yıl kaçtıktan sonra yakalanmışlar. Yakalanmalarında, genç Cumhuriyet'in ilçedeki Jandarma Komutanı Yüzbaşı Hulusi Bey, büyük çaba göstermiş. Hulusi Bey, şimdi Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi olan Hikmet Şimşek’in babası..

Evde, dayımı vuranlar için «katiller» deniyordu. Kan güdülmüyordu ama, vuranların çocuklarıyla, yakınlarıyla konuşulmuyordu. Küs duruluyordu..

Dayımı vuranların tümü ilçenin cezaevindeydi İlkokula gidiyordum. En sevdiğim arkadaşım Haydar'dı. Haydar Singil.. Babası hapisteydi Ders arasında birlikte oynuyor, birlikte ders çalışıyorduk. O, yakın olan köyden ilçeye geliyordu okumak için. Ben de altı, yedi yıl önce, aynı köyde doğmuş, dört yaşıma dek orada oturmuştuk. Bir gün:

— Haydi, bizim eve gidelim köye.. dedi. Anam da seni görmek ister..

Okuldan çılanca, köye gittik. Haydar'ın anası, beni görünce azıcık sarardı. Oğluna gizlice şöyle fısıldadığını duydum:

— Niye getirdin hay oğlum? Babası duyarsa, çok döver.. Akşam karanlığı olmuş, güzel bu sofra hazırlanmıştı. Yoğurt, pekmez, kuru fasulye, kaymak da vardı galiba..

Sofraya oturmuştuk. Önce nal seslerini duyduk. Atlı gelip kapının önünde durdu. Haydar’ın anası dışarı çıktı. Gelene şöyle diyordu:

— Ne olur, dövdürmeyin babasına. Bunlar çocuk, düşmanlığı ne bilsin?

Dışarı çıktım. Babamın yardımcısı Seyit Ahmet'ti..

— Haydi bakalım. Kara Mustafa gidiyoruz!

Atın terkisine aldı. Yıldırım hızıyla sürüyordu. Kayalıklarda, atın nallarından kıvılcımlar çıkıyordu. Soluk almıyordum.. Babam, Seyit Ahmet’e:

— Süratle al, gel. Kayalıklarda düşer, kafası parçalanır diye düşünme. Ölürse, davacı olmayacağım! demiş..

Eve geldik. Daha babam gelmemiş. Anam, ne yapacağını şaşırmış. Kardeşlerim, yiyeceğim dayağı düşünerek, biraz acımaklı bakıyorlar.. Komşulardan gelenler var.

— Ne olmuş?

— Ne olmuş?

— Düşmanların evine gitmiş! Az sonra, anam:

— Bir şey ister inisin? Canın bir şey çekiyor mu açsındır? diye sordu..

— Kavun istiyorum , dedim, işkenceden önce, canım kavun çekmişti..

Hemen yattım- Herkes oturuyor, benim başıma gelecekleri merak ediyordu. Başıma yorganı çektim. Bir şeycikler görmek istemiyordum.

Babamın geldiğini, sesinden anladım. Bir ara, yorganın altından ayağımı kavradı. Çekemedim. Ayağıma bir sopa indi. Sopa kırılmıştı Babam:

— Yak şu lambayı! diye bağırıyordu. Anam, petrol lambasını söndürmüş. Kulağıma:

— Kaç! diye seslenmişti. Karanlıkta kaçtım. Arkadan gelen komşular, babamı yatıştırıyorlar:

— Gel Allah aşkına amca, diyorlardı, bunlar çocuk! Düşmanı ne bilsin?

Haydar'ın babası, cezaevinde öldü. Ondan sonra, şaşırtıcı bir şey oldu. Aileler konuşmaya başladılar. Biz Haydar’la yıllarca arkadaşlık ettik. Düşmanlık kalmadı, kimsenin arasında. Bu dostlukta, çocuk sevgisinin de ufacık bir payı var mı diye düşündüğüm olur..

Gençlere sevgiyle yaklaşmalıyız, diye düşünürken, Tercüman'ın burnundan estetik ameliyat yaptırmış bayan yazarı, «Yaşar Miraç adlı komünist bir yazarın kitabına Dil Kurumu ödül vermiştir» diye yazıyor. Mahkemede olan bir olayı, yasalara aykırı olarak, usunca yorumluyor. Bir başka Tercüman yazarı, Cumhuriyet’e «Bab-ı Ali Pravdası» diyor. Toplumda yıllar yılı ekilen düşmanlık tohumlan yetmedi, yenilerini ekmeye çalışıyorlar. Ayıp ediyorlar...

Can Yücel'in iki dizelik «Yurt Yazısı» başlıklı bir şiiri var. Şöyle der:

«Ne yaman zor imiş yonca yolması / Bizim memlekette olması!»