Yücel Kanpolat’la Söyleşi: (7) Pimpirikti Bir İnsanım!

Prof. Yücel Kanpolat’la söyleşimizin sonuna yaklaşıyorum. Okurların onu, onun kişiliğinde sağınları, sağlıkçıları, bacıları, sessiz sedasız çalışan insanları yakından tanımalarını diliyorum...
Yücel Bey, bana yaşamoykünüzü anlatır mısınız?
Ben, Kafkasya kökenli bir ailenin çocuğuyum. Annemin tarafı Çeçenya'dan, babamın tarafı Osetya'dan.
O nerede?
Kuzey Kafkasya’da.
Evet...
Gelmişler, Sivas'a yerleşmişler. Ben Sivas doğumluyum. İlkokulu, ortaokulu, lisenin bir kısmını Sivas'ta okudum. Ama, Sivas Lisesi, gerçekten çok iyi bir liseydi, onu söylemeliyim. Yani biz Sivas Ortaokulu'nda Moliere’in eserlerinin birçoğunu oynamıştık, bu denli iyiydi. Ve sonra, Ankara Gazi Lisesi'ni bitirdim. Sonra, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne girdim. Mezun oldum...
Kaç doğumlusunuz?
-1941 doğumluyum. O yıllarda, işte “Doğu geri kalmıştır ve bizim Doğulu kardeşlerimize görevlerimiz vardır" görüşünden yola çıkarak, bir büyük grup arkadaş -aşağı yukarı onbeş kişiydik- Doğu'da sosyalizasyona gittik. O zaman Prof. Nusret Fişek Hoca'nın bir uygulaması vardı ve gerçekten üç yıl orada çok iyi çalıştık. Sonra, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne döndü ki, başlangıçta ortopedist olmayı düşündüm. Sonra, Prof. Nurhan Avman’ın karizması, yaptığı işler, sinir cerrahisinin geleceği konusunda hocalarımız, ağabeylerimiz, benim epeyi ufkumu açtılar. Beyin cerrahisine asistan olarak girdim. Haydarpaşa Askeri Hastanesı'nde 1.5 yıl beyin cerrahlığı yaptım. Sonra, yeniden fakülteye döndüm, başasistan olarak. Sonra, benim “fonksiyonel nöroşirurji"ye yönlenmem, kürsü tarafından bana telkin edildi. 1977'de Zürih'e gittim. Gazi Hoca'nın (Yaşargil) yanında nöroşirürjiyi öğrendim, ama asıl benim gönderilme amacım, onun yanında Prof. Siegfried vardı, ondan fonksiyonel nöroşirürji öğrenmekti. Sonra, 1978'de doçent oldum. Hemen arkasından, Amerika'da Boston'da, araştırma projesinde çalıştım. 1977'de Avrupa Beyin Cerrahisi'nin Fonksiyonel Nöroşirürji Derneği'ne üye oldum. Onun yıllık toplantılarına sürekli katıldığımı söyleyebilirim. O zamanın koşullarında bu çok zordu. O derneğe üyeliğim bir hayli tartışmalı oldu, “Türkiye Avrupalı mıdır, değil midir?" diye, ama 1983 'te aynı derneğin “yürütme kurulu”na seçildim. Aynı dernek, 1994 kongresinin başkanlığını da bana verdi sonra. 1994'te kongreyi yaptım. Galiba, 1991'de profesör oldum. Ve halen işte, çalışmamı sürdürüyorum.
Televizyonda konuşmuşsunuz, duydum.
Yaptığım birkaç ameliyat için konuşmuştum. Bu elektrot sistemi ortaya çıkınca, fakültem ve sayın fakülte dekanımız Prof. Dr. Semih Başkan, bir basın toplantısıyla bunu kamuoyuna duyurdu. O basın toplantısının hemen arkasından da işte televizyonla ilgili birkaç konuşma oldu. Onlar çıkageldiler. Aslında, tabii, yani yazılı basın yanında, görüntülü basın da var bu arada, sansasyonu seviyorlar. Ben de bunun böyle bir sansasyon aracı olmasından açıkçası biraz rahatsız oluyorum. Ama, Türkiye'de bazı şeylerin yapılabildiğini insanların bilmesi de gerek. Çünkü, biz Türkiye'de hekimler olarak bir seviyeyi tutturduğumuzu kesinlikle söyleyebilirim, övünerek söyleyebilirim ki biz Türkiye'de beyin cerrahları olarak gerçekten Avrupa'da övünerek sergileyebileceğimiz kliniklere, öğretim üyelerine, hatta hatta belli hastanelerde; devlet hastanelerinde, sigorta hastanelerinde, özel hastanelerde veya taşrada çok değerli beyin cerrahlarına sahibiz. Bu durum beyin cerrahisinde olduğu gibi, tıbbın birçok dalında da söz konusudur.
Bizim, dünya bilim sıralamasında, bilimsel yayıncılık sıralamasındaki yerimizin yükselmesi de bunun bir ölçüde kanıtı olabilir.
Sizin yönteminizi Türkiye’de başka uygulayan var mı?
Tabii, olması da gerekli zaten. Daha az bile uygulanıyor bana göre, ama İzmir grubunun uyguladığını biliyorum. İzmir Ege üniversitesi. Hatta, kongre sırasında, onlar çok güzel bir çalışma da sundular, uygulama sırasında özel bir kayıt yöntemi kullandılar. Keza, Ankara'da Gazi Üniversitesi'nde bir meslektaşım bizimle birlikte çalıştı, gördü, o uygulamakta. Yaygınlaşacağını umuyorum. Ama, tabii...
Tabii, İbn-i Sina'da siz uyguluyorsunuz yönteminizi.
Tabii, İbn-i Sina'da benim denetimim altında bu gelişiyor. Benim arkadaşlarım var, onların yaptıkları da oluyor, ama açık söyleyeyim, yani bir emekleme dönemi. Onların çok iyi yaptıklarını biliyorum ama, genellikle uygulamaları şimdilik ben yapıyorum...
Sorumluluk...
Sorumluluk, bakın bu yöntem oturmuştur. Bu bilimsel yöntemin güvenilirliğini ispat konusunda benim bir obsesyonum var, yani biraz pimpirikli bir insanım! Onun için de sanki, “Acaba bir şey olacak mı?” endişesiyle, çoğunu ben yapmak zorundaymışım gibi düşünüyorum. Ama, dediğim gibi, şu an iki arkadaşımız da bu işi, eminim ki benim kadar iyi yapabiliyorlar.
Avrupa'dan raporlar geliyor mu?
Kordotomi, son yıllarda dediğim gibi bu yöntem popülaritesini yitirmeye başlamıştı. Kordotominin yeniden doğuşu bu. Bir gelişme bekliyorsak, o bugünlerde, bu yıllarda olabilir. Bugünden başlayarak birkaç yılda olabilir. Amerika'da, birkaç merkezde yapıldığına ilişkin duyumlarım var. Bu da şuradan kaynaklanıyor: “işte örneğin, konu ile ilgili yayınlar, dergi eleştirmenlerine gidiyor, “Onlar sizin çalışmalarınızdan söz etmemişlerdi, biz uyardık, sizin adınızı koydular..." filan gibi duyumları bize iletiyorlar. Dünya artık küçük, bunları bilebiliyoruz.
Sizin de kulisleriniz var yani?
Eee, tabii, işte “Şu şunu yapıyor, şu şunu yaptı" filan, dünyada öyle bir rekabet vardır ki kim yanlış yaptı, yanlış söyledi, kim üfürüyor, bunlar biliniyor artık. Bu bir büyük aile. Sonuçta yalancının mumu artık yatsıya kadar bile yanamıyor. Yalancılık sadece politikacılara özgü değil. (Gülüşmeler).