Yücel Kanpolat’la Söyleşi: (5) Serçe Neyle Avlanır?

Prof. Yücel Kanpolat, çalışmalarını anlatırken heyecanlanıyordu. Çağrılar, başarılar artık ardı ardına gelmeye başlamıştı. Şöyle diyordu:
Hemen arkasından da Surgical Neurology adlı dergi, yaptığım uygulamaları, özellikle kanser ağrısı için yeni baştan yazmamı istedi. Onu da işte bugünlerde yazmak durumundayım. Bu dönemde Türk beyin cerrahları olarak yaptığımız bir başka önemli katkı, üç enternasyonal kongreyi 1994 yılında Türkiye’de organize etmemizdi. "On birinci Avrupa Fonksiyonel Nöroşirurji Kongresi”ni Antalya’da düzenledik. Bir diğerini Hacettepe Üniversitesi'nden Aykut Erbengi hocamız, gene Antalya'da Avrupa Pediatrik Nöroşirurji kursu olarak düzenledi. Bir diğerini de yine Hacettepe'den Prof. Dr. Tunç Alp Özgen, Avrupa Beyin Cerrahisi kursu olarak İzmir Çeşme'de düzenlediler. Bu üç kongrenin de bilimsel içeriği çok iyiydi. Sosyal programları mükemmeldi. İnsanlar gerçekten iyi izlenimlerle ayrıldılar. Bu da tabii, Türkiye’nin bilimsel kredisi açısından önemliydi. Gene geçen yıl Hacettepe Üniversitesi’nden Doç. Dr. Selçuk Palaoğlu Avrupa beyin cerrahisinde en iyi araştırma ödülünü aldı. Türkiye için Avrupalı mıdır değil midir meselesinin tartışıldığı bir ortamda, Türkiye'nin bilimde, beyin cerrahisinde Avrupalılığın ya da evrenselliğinin bir tesciliydi bu.
Şimdi tekrar ağrıya dönmek istiyorum, insanlar sansasyonu seviyorlar. Bu gözle bakınca tabiidir ki yaptığımız uygulamalarla ağrı sorunu tümüyle çözümlenmiş değildir. Ancak ağrıda özellikle kanser ağrılarında tek taraflı kanser ağrılarında, sayrıların (hastaların) öbür yöntemlerle ağrıları geçmiyorsa, tanımladığımız uygulamalar, hastalarda rahatlık sağlayabilecek önemli bir katkıdır. Artı, son yıllarda özellikle, stimülasyon (uyarı), ilk başta tanımladığım yöntem ve morfin pompaları, ağrı cerrahisinde, bu harabiyet cerrahisinin önüne geçmişti. Gerekçeleri de bu uygulamaların daha az yan etkisi olduğu savı idi. Ama, bizim bilgisayarlı tomografi eşliğinde, seçilmiş hastalarda gerçekleştirdiğimiz yöntemlerimizin, komplikasyonlarının çok az olması, etkinliğinin fazla olması, bana göre bu uygulamalar için bir gelecek göstermekte.
Ve unutmayın ki dünya nüfusunun önemli bir kısmı kanser hastasıdır ve kanser hastalarının aşağı yukarı hastalığın başlangıcında yüzde 10-20'sinde terminal dönemde, yani son dönemlerinde, aşağı yukarı yüzde 70-80'inde ağrı çok artar, bu ağrıların da aşağı yukarı yüzde 20'lik bir grubuna ise cerrahi dışındaki yöntemlerle yararlı olmak mümkün değildir. İşte bu ağrıları kontrol etmek için bizim belli yöntemleri kullanmamız gerek. Tabii burada çok önemli bir şeyi tekrar vurgulamak istiyorum: Her yöntemin başarısı, tıpta bu yöntem için hasta seçimindeki başanya bağlıdır.'
Ne demek o?
Yani şu: Şimdi, serçe neyle avlanır? Serçe sapan taşıyla avlanır. Bazuka ile serçe avlayamazsınız. O zaman serçe diye bir şey kalmaz. İşte, ağrı cerrahisi de iyi sonucu; iyi seçilmiş hastada verir. Eğer ki hasta seçiminde doğru davranmazsanız, hastayı doğru değerlendiremezseniz, o zaman bu uygulamada belli bazı sıkıntılar kaçınılmazdır. Hem etki açısından, hem yan etki açısından. Onun için işin özü, hastayı iyi seçmektir: Sonra yöntemi (metodu) iyi seçmektir. Yani hastanın cerrahide müdahaleye gereksinimi var mı hangi cerrahi müdahaleye gereksinimi var? Çünkü ağrının da birçok çeşidi var. Yani, sinir irritasyonunda oluşan nevraljiler var. Nevraljilerin tedavi yöntemleri farklı. Kanser ağrıları var. Kanser ağrılarının bir kısmı siniri harap etmiş. Bunlarda kordotomi yaparsanız başarılı olamazsınız. Bunlarda başka ameliyatlar yapmak durumundasınız. Onun için başarı, hastayı iyi seçmekten, hastayı iyi değerlendirmekten, hastaya doğru uygulamayı yapmaktan geçiyor.
Evet...
Bir başka önemli konu, stimülasyon gibi pompa gibi uygulamalarda, hasta uygulamadan sonra sisteme bağımlıdır. Yani, gene doktorla ilişkilerini sürdürmek zorundadır. Gene ilaç almak zorundadır; bizim uygulamalarımızda en büyük avantaj, hasta bu uygulamadan sonra hekime bağımlı değildir.
Yani, bir daha uğramaz mı sağına?
Uğramaması mümkündür, uğramayabilir. Şöyle bir örnek vereyim: Bizim birkaç hastamız oldu; bunların içerisinde birkaç önemli iş adamı vardı. Bu insanlardan bir kısmını biz dört hafta, bir kısmını altı ay kadar kendi eski işlerine geri gönderebildik. Bir dönem bu insanlar normal yaşamlarını sürdürebildiler...
Anladım...
Bir başka önemli konu, belli bazı kanser hastaları var ki hastalık arest olmuş, yani hastalık durmuş, ama hastalığın ağrı ile ilgili kısmı hastalık kadar önemli, hatta hastalığın önüne geçmiş. Hastalığı ortadan kaldırırsanız geride normal bir insan var, yani ağrıyı ortadan kaldıracaksınız. Ama, bütün sorun ne? Bunu doğru endikasyonla, yani doğru hasta seçerek doğru hedef nokta seçerek ve doğru bilimsel yöntem seçerek halledebilmek. Bu tabii biraz birikim özen ve zaman gerektiriyor.
(Yücel Kanpolat’la söyleşi başlayalı beri, okurlardan beğeniler aldım. Sevindim. Söyleşi, biraz daha sürecek...)
***
Oruç ayı gelince, din sömürüsü de başlar, din tecimi de. Politikacılar, “iftar”lar verirler. Gitmem hiçbirine. Süleyman Bey de Çankaya’da “iftarlara başladı, milletvekilleriyle konuşuyor. Oruç tutmayanlar da oruçlu gibi gözükürler, böyle zamanlarda. Süleyman Bey’in hem laiklikten söz edip hem de politikacı olarak “iftar”lar vermeye ne hakkı var? Bir de sorar dururlar, “Süleyman Bey değişti mi” diye. Kolay mı öyle değişmek?
Politikacı iftar veremez, yemek verir; orada içki de içilir.