Yozgat'a Gider mi?

Adamın biri Yozgat'ta bir at çalmış; satmak için Çorum pazarına getirmiş. Bir Çorum’lu da Yozgat'a gitmek istiyormuş. O da Yozgat'a dek kendisini götürecek bir at arıyor. Ata bakmış, sağlam. Yürütmüşler atı, bir sakatlığı, topallığı filan yok. Sormuş:
— Hemşerim bu at Yozgat'a gider mi?
— Hemşerim Sivas'a git, Erzurum'a git, Kars’a git!.
— Yozgat'a gider mi?
— Ankara'ya git, Konya'ya git, Karaman'a git!
— Yozgat'a gider mi?
— Malatya'ya git, Elâzığ'a git, Diyarbakır'a git, Bağdat'a git.’.
— Yozgat'a gider mi?
— Antalya'ya git, İzmir'e git, İstanbul'a git!
Fıkra bu ya, konuşma böyle sürer gider. İkinci fıkra da şöyle:
Yargıtay, eskiden bir ara Eskişehir'deymiş.
Bir avukat, İzmir'den yataklı ile Eskişehir'e geliyormuş. Kompartımana bakan kondüktöre sıkı sıkı tembihlemiş:
— Beni Eskişehir'de indir. Uykum ağırdır, uyanmazsam uyandır. Sana kızarsam aldırma. Valizlerimi aşağıya at, paldır küldür indir beni, tamam mı? Dövsen de sesimi çıkarmayacağım!
— Tamam, demiş kondüktör, siz merak etmeyin!..
Tren ertesi gün öğleden sonra Ankara'ya gelmiş. Avukat bağırıp çağırıyormuş:
— Kaç kez de söyledim. “Beni Eskişehir’de indir” diye. Milyonluk davaya girecektim. Ne yapacağım şimdi ben?
Ağzına geleni söylüyormuş kondüktöre. Kondüktör ise, susuyormuş. İnme hazırlığındaki yolcular, kondüktöre:
— Niye kendini savunmuyorsun? diye sormuşlar. Kondüktör:
— Peki, demiş, benim Eskişehir'de indirdiğim adam kimdi?
*
Cumhuriyet’in kapalı olduğu günlerde okudum Faik Ahmet Barutçu'nun “Siyasi Anıları”nı. Demokrasiye geçiş yılları. Tek dereceli, gizli oy, açık ayrımlı seçim yasası hazırlıkları tartışılmakta. İnönü, şöyle der Faik Ahmet Barutçu'ya:
— Siyasal yaşamımda, zamanında eksik düşünülen kararların gecikmesinden doğarak sakıncaları çok denemişimdir.
1946—50 arasında, İnönü de, Barutçu da demokratlara güvenmemektedir. Barutçu anlatıyor:
“...Tanrı korusun, işbaşına gelecek olsalar, ülkeye nefes aldırmayacaklar. Onların muhalefetleri sandalye tutkularından doğmuştur. İkinci bir başbakanlık sandalyesi olsaydı. Celâl Bayat'a verilir: Bakanlık postu olsaydı, diğer kurucular dinseniz partiyi bırakmazlardı. Sonra da Celâl Bayır bağırıyor:
Tutkusu olanın Tanrı bin belasını versin!
Küfeyle götürülen sarhoşun, çakırkeyif olanlara “sarhoş” diye çıkışmasına ne kadar da benziyor...
Yerinilecek nokta şudur; muhalefet yaraşır adamlarım bulamamıştır. Bu deneyde iflas ederse, cidden yazık olacaktır.
Bir süre sonra DP kurucuları, genel yönetim kurulundan toplu olarak çekilen altı milletvekilini daha partiden çıkarttılar. Suçları toplu olarak çekilmek ve protesto niteliğinde, bu çekilmelerini gazetelerde yayınlamak!..
Anlayış, korkunç bir zorbalık anlayışı! Bunlar iktidara gelecek olsalar, ülkede özgürlükten eser bırakmayacaklar. Koca demokratlar...
Bir gece, köşkte İnönü ile başbaşa yediğimiz, yemekte bu durumu konuşurken İnönü bana şöyle dedi:
— Güçlükleri yenecek kuvveti kendinde göremeyen görgü yeteneği noksan olan kimselerden güçlerinin üstünde yetenek beklemek boş olur. Fakat Barutçu, ülke için başka yönetim biçimi yoktur; güdeceğimiz deve budur
İçtenlikle onayladım...” (sayfa 334).
“...Fakat demokratik rejim, İngiliz tarihçisi Toynbee’nin dediği gibi ‘Belirli uygarlık düzeyinin rejimi olduğu için Doğuda kurulamıyor' düşüncesi, gerçekten ilginç bir düşünce. Belirli bir toplumsal düzey olmadan, sadece iyi niyetler diktatörlüğe karşı bir güvence olmaya yetmez...
Paşa, yalnız şunu söylemekle yetindi:
— Toynbee, bu yeni rejimin bir Protestan — Hıristiyan rejimi olduğunu söyler. Müslümanların bu rejimi kuramayacağı düşüncesindedir, ama bu onun bağnaz yanıdır...” (sayfa 428).