Yoğurtçuuuuu...

Engin Aşkın, Milliyet'in Kanada muhabiri; asıl adı Coşkun Zengin, duygulu, ozan yapılı, ince bir kişi. Yıllar önce anlatmıştı olayı Coşkun Zengin, ya da Engin Aşkın. Engin, Üsküdar'da bir evde annesiyle birlikte oturuyordu. Kaç kez, adresi verdi eve çağırdı:
Kapıyı çalmana gerek yok, tekmeyi vur, açılır. Cup yatağa, filan gitme.. derdi.
Engin Aşkın’ın çağrısı üzerine, bir İngiliz arkadaşı Londra’dan kalkar, gelir; evde konuktur. Bir sabah erkenden, İngiliz, don gömlek, dışarıyı fırlar, merak eden Engin de arkasından İngiliz'e sorar:
Ne oldu?
İngiliz şaşkın, önde giden yoğurtçuyu gösterir:
Ne bu? Çok ilginç bir olay...
Engin gülmeye başlar. Meğer, İngiliz uyurken, sabahın altısında, yoğurtçu, başında yoğurt tepsisi, elinde kantarı bağırarak geçiyormuş:
Yoğurtçuuuu...
İngiliz, bu ses üzerine dışarı fırlamış don paça. Hiç böyle şey görmemiş de...
Bizde olup biten çok şeyi yadırgıyor ülkemize gelenler. Bir olayı avukat Halit Çelenk anlattı, şöyle dedi:
Güneyde bir bucakta bir pansiyonda konuk olarak kalıyoruz. Pansiyonun yol kıyısında yemek yenilen bir bahçesi var. Sabah kahvaltısındayız. Çaylarımızı yudumlarken, uzaktan bir düdük sesi geliyor:
Bir iki üç dört... Bir iki üç dört...
Sesler yaklaşıyor, yol kıvrımındaki ağaçlar arasında üç kişi görünüyor. Önde yirmi yaşlarında bir genç, omuzunda bir çanta. Bir adım gerisinde, onu yürütenler, "bir iki üç dört!"
Yol kıyısında onları seyreden bir köylü kadın gülerek, bir dükkâna giriyor ve yanındakilere:
Üç gündür ne de sopa yedi! diyor.
Halit Çelenk, bucak halkından olayı öğreniyor: Bir turistin çantasını çaldığı söylenen bu genç, üç gün önce, “usulüne uygun olarak" ifadesi alındıktan sonra, o gün de çanta omuzuna asılarak cadde ve sokaklarda bucak halkına "teşhir" ediliyor, yani gösteriliyormuş. Halit Çelenk şunları söyledi:
Bu olay bana, 1274 sayılı Ceza Yasamızdaki kürek mahkûmlarına, infaz başlangıcında uygulanan "teşhir" cezasını anımsattı. Bu ceza yasasının uygulandığı dönemlerde bir kişi hüküm giydikten ve cezası kesinleştikten sonra, infaz başlarken önce, böyle bir "teşhir" uygulaması yapılıyordu. Çağdaş ceza hukuku, bu cezayı ve uygulamayı kaldırmıştı. Çünkü insancıl bulmamıştı. Henüz yargılanmadan, bir mahkemece suçluluğu saptanmadan, sanık suçlu ilan ediliyor ve alanlarda çaldığı varsayılan çanta ile dolaştırılıyor. Oysa bu kişi, belki bu suçu işlemedi. Dayak etkisiyle itiraf etmiş olabilir. Suçu işlemişse, cezası yasada yazılıdır. Ceza yasamızda "teşhir" cezası yoktur. Böylece sanık iki kez (aynı suçtan) cezalandırılmış olmaktadır. Kaldı ki bu cezayı yargıç erteleyebilir de. Bugün cezanın amacı, insanı topluma kazandırmaktır. Oysa çağımızda, turistik bir bölgede çağdışı bir "teşhir" cezası uygulanmaktadır. 1274 sayılı yasa bile "teşhir"i, kesin hükümden sonra uygulamakta idi. Oysa bugün belki de Anadolu'nun birçok yerinde olay mahkemeye gitmeden, bu cezalar uygulanıyor. Şimdi TÖB-DER’li bir öğretmenin evinde bulunan yasak kitapların boynuna asılarak, köyde dolaştırıldığını anımsıyorum. Bu olay, TÖB-DER dergilerinde ayrıntılarıyla açıklanmış, anlatılmıştı...
Halit Çelenk'in yaşadığı olayı gören turistlerin, gördüklerinden hoşnut kalmayacaklarını sanıyorum. Turistler için, yeterli yataklarımız yoktur. Ancak, gördükleri işlemlerin insancıl olması, onlara gördüklerini unutturabilir. Bir bayan anlattı. Silifke'nin "S" köyü pansiyonlarında gördüklerini. Görevlilerden biri, yanında yardımcılarıyla, gecenin bir yarısında, pansiyonlara gelir ve denetleme yaparmış; denetleme de, kalanlar evli mi, değil mi? "Çıkarın bakalım, evlenme cüzdanlarını" Turistlere evlenme cüzdanı sorulmuyor, pasaportlarına bakmakla yetiniliyormuş. Ama, gecenin bir yarısı, onlar da uyanıyor, yarı çıplak pasaportlarını gösterme durumunda kalıyorlarmış. Ha, bir izlenim daha, pansiyonlarda pislik de çabası... Düşündüm, gazetelerde "üstsüz" fotoğraflarla, Türkiye’ye turist gelmesini sağlayamayız. Gelenler, özgürlüğü içlerinde duymak, yaşamak isterler. Turizm ayları dolayısıyla, geleceklere, ülkemizde insanlara nasıl saygı gösterildiğini, kimsenin rahatsız edilmediğini, edilemeyeceğini örnekleriyle gösterebiliriz. Turistin hoşuna gideceğini sandığımız kimi davranışlar ise, ters tepebilir.
Yirmi birinci yüzyılın başlıca konusu, kanımca "insan hakları" olacaktır. İçerdeki, dışardaki insanın hakları. Son, "Sıcak İlişkiler" başlıklı "Ankara Notları"nı boşuna yazmadım. Bir başka yazıda, Dr. Haydar Dümen'in girişimlerine gelen, bilim adamlarının yanıtlarını vermeyi çok isterim doğrusu...