Yitmek Korkusu...

Hollanda'ya bir geldik ki herkes burada; Duygu Asena bir hafta, on gündür buralardaymış, Türkiyeli kadınlarla söyleşiyormuş. iyi de dinleyicisi varmış, bizim öyle yoktu! Zuhal Olcay’ı bir akşam yemeğinde gördüm, o da Hollanda'da turluyor. Hollanda televizyonundan Nihal Doğan, eline böylesine yoğun Türk sanatçısı geçince iyi çalıştı doğrusu. Nihal, sayrılığımı düşünerek beni bağışladı, sağ olsun! Birbirimizi ayn lokantalarda beklemeseydik, belki ben de TV’ye çıkma durumunda kalacaktım!
Zwolle’de Orhan Silier var. Rotterdam'da Ali Kaymak’la, Hamza İnanç; izlencelerin çoğunda yanımızdan ayrılmadılar. "Yazın söyleşileri" yapan, Bekir Yıldız, Muzaffer İzgü üçümüz, bir de Muzaffer İzgü'nün eşi Günsel İzgü'yle dört kişiyiz; birlikte dolaşıp söyleşiyoruz. Tüm gruplar renkli ya. bizimki de aşağı kalmıyor; Bekir Yıldız esprileriyle kırıp geçirdi mi, keyifleniyoruz.
Zwolle'de, Orhan Silier, yitip ne etmeyelim diye bizleri toplantı saatinden önce, istasyonda bekledi; karşıladı. Bir gemide yemek yiyip, toplantıya yetiştik. Zwolle’ye, uzaktan dostlar da gelmiştir. Zwolle'de "Tanım” diye Türkçe bir dergi çıkıyor. "Yıl 2, sayı 10" dediğine göre, oklukça aralıklı çıkıyor. Olsun. Bir sayısı bizlerden önce buralara gelmiş olan Prof. Atalay Yörukoğlu'nun konuşmalarına ayrılmıştı “Çocuk Eğitimi ve Gençlik” konulu konuşmasını aktarırken Yörukoğlu’nun, şöyle girmişler;
"Prof. Atalay Yörükoğlu Hollanda'daki seri konferanslarının ilkine Zwolle'de başladı. Zwolle en güzel günlerinden birini daha yaşadı. Atalay Yörükoğlu, Hollanda'nın havasını solumakla sevinirken, biz de geleceğimizin güvencesi, evimizin neşesi, umudumuz ve sevincimiz olan çocuklara nasıl yaklaşacağımız, nasıl davranacağımız konusunda bir şeyler öğrenmeye çalıştık."
Atalay Yörükoğlu. konuşması sonunda, konusunu toplarken özetle şöyle der:
"...Her ulusun kendi kültürüne özgü eğitimi vardır. Dileğimiz verilen eğitim ile yetiştirilen insan, kendi hakkını arayan, bağımsız hareket eden, sevgi bağı güçlü ve girişken insan tipi olmalıdır''
“Tanım"da. Hollanda yurttaşlığına geçen Türkiyeliler konusuna da geniş yer ayrılmış. Zwolle Belediyesi memurlarından J.De Jong, bu konuda şöyle demiş:
- Hollanda yurttaşlığına geçiş özellikle ikinci kuşaktan insanlar arasında fazla. Burada yetişen, okuyan, buranın kültürünü alan bu insanlar gelecekle ilgili yaşam planlarını artık Hollanda üzerine kuruyorlar. Bu hızlanmada elbette yeni yasanın da etkisi var...
Konsolos Deniz Kılıçer de şöyle diyor:
- Türkiye'nin bundan asıl amacı. Avrupa'da Türkiye'yi destekleyen, tanıtan, Türkiye'den yana tavır alan lobiler oluşturmaktır. Çünkü Türkiye tanıtıma muhtaç bir ülkedir..."
Konsolos Deniz Kılıçer, burada açık açık Türk hükümetinin politikasını açıklıyor; lobiler oluşturmak! Bunlar, leyleğin yuvadan attıklarıdır; yiten yurttaşlarımızdır...
Amsterdam’daki toplantıda, bizlere şöyle bir soru yöneltildi:
Avrupa'da bir dolu olaylar oluyor. Doğu'dan Batı'ya geçişler hızlanıyor. Bunun sonu nereye varacak? Türk basınında, buna ilişkin yorumlar yok, Cumhuriyet dışında...
Soru buydu, yanıtlamaya çalıştık. Sonra, toplantı bitince söyledi Bekir Yıldız, şöyle dedi:
Bize sorulan sorunun asıl amacı şuydu: Doğu Avrupa'daki göçler nereye dek sürecek? Bu gelenler, Batı'da "ucuz işçi" olacaklar. Bu durumda biz ne olacağız? Soran adamların asıl dertleri bu...
Gelecek ucuz işçiler, burada, yine işsiz, ancak işsizlik parası alan Türkiyelilerin durumlarım sarsmaz mı, sarsar mı? Hıı? işsizin daha işsizi nasıl olunur? Belki o zaman işsizlik parası da mı vermezler?
Yine Amsterdam'da HTİB (Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği) salonunda bir yurttaş:
- Biz, yüzde doksanımız Türkiye'ye dönmeyeceğiz! dedi. Biri ekledi:
- Ne yüzde doksanı, yüzde doksan dokuz!
Onlar Avrupalı olacaklar; Türkiye, Türkiye’de olduğu yerde kalacak!
Amsterdam'a Leiden’dan geçecektim. Daha doğrusu, beni Leiden'da, sayrıevine bırakıp Den Haag'a dönen, arabayı kullanan Aslan, yeniden gelip sayrıevi kapısından alacak, arkadaşlarımla birlikte Amsterdam'a gidecektik. Sayrıevi kapısı lafına usum yatmamıştı bir türlü. Sayrıevinin hangi kapısından? “Beni istasyondan alın!'' dedimse de, dinletemedim. Sayrıevinde bakıldı. Dr. Weeda, önerilerini söyledi. Buluşacağımız kapıya gittim, araba yok; ortalık karardı. Amanın yittim mi yine ne? Haydi "istasyona çıkayım, oradan telefon edeyim” dedim. Telefon ettim, "Araba sizi almaya çıktı” yanıtı verildi. Peki ben ne yapacağım şimdi? Elin yurdunda! Sağa sola bakınırken, bir adam omuzuma dokunup geçti. Niye dokundu acaba?
Yeniden tele fonlar, yanıt:
- Tamam abi, siz bekleyin, gelip alırlar...
Az sonra. Muzaffer İzgü koşarak geldi, öbürleri arabada oturuyorlardı. Onlar da, beni arayıp beklerken üşümüşlerdi. İçimden korkuyu güçlükle attım. Yitmek, yitip gitmek korkusu ne kötü bir şey...
Arkadaşlarım on dakika geç kalınca olmuş tüm bunlar; ben de yedi aylığım, telaşe müdürüyüm ya, gelecekler geldi başıma işte.