Yirmidört Yıl Önceki Ders...

Danışma Meclisi Adalet Komisyonu, “Allaha ve peygambere hakaret suçunun ceza yasasında yer almasına” ilişkin bir yasa önerisini reddetti. Karar, iki çekimser altı red oyuyla alındı. “Evet” diyen üye çıkmadı.
Çanakkale üyesi Mehmet Pamak, yasa önerisinde, Türk ceza yasasında “din hürriyeti aleyhine işlenen cürümler” başlığı altındaki dördüncü maddede yer alan cezaların artırılmasını, “Allah”a ve “Peygamber”e hakaret edilmesi durumunda üç aydan bir yıla dek hapis ve 5—10 bin lira arasında para cezası verilmesini öneriyordu. Komisyonda Adalet Bakanlığı temsilcisi. Türk Ceza Yasası'nın Medeni Kanunda olduğu gibi, yeniden ele alınacağını söyledi; “Bütünü içinde bu konu da incelenecektir, şimdi ele alınmasına karşıyız” dedi. Yapılan oylama da, yukarıdaki biçimde sonuçlandı.
Konu gerçekte yeni değil. Geçmiş dönemlerde de, kaç kez Meclis kürsülerine getirilmiş, yasalar çıkarılmak istenmiştir. Buna ilişkin tartışmalardan biri, 24 Mart 1958'de geçti. Yirmidört yıl sonra, aynı konunun gündeme getirilmesi düşündürücü. O zamanki yasa önerisi DP Nevşehir Milletvekili Münib Hayri Ürgüplü'nün, Suat Hayri Ürgüplü'nün kardeşi olan Münib Ürgüplü'nün önerisine, Adalet Komisyonu da ekler yapmış, madde; “her kim Allah’ı ve Peygamberleri veya din ve mezhepleri veyahut dinen mukaddes addedilen mefhumlar veya eşyayı tahkir ederse” bu kadar aydan şu kadar yıla dek, hapis cezası ile cezalandırılır... biçimine gelmişti.
Yasa önerisi tartışılırken, DP Milletvekillerinden Halil Turgut (Diyarbakır), Münib Hayri Ürgüplü (Nevşehir), Komisyon adına Servet Sezgin (Çanakkale), öneriyi savundular.
Münib Hayri Ürgüplü, konuşmasının bir yerinde. “...Din herhangi bir parti tüzüğü değildir ki, tenkid edilebilsin. Zira ilahi hükümlere dil uzat manialı lâzımdır. Kaldı ki, her isteyenin doktorluk, avukatlık yapamadığı da malûmdur. Amme hukuk ve menfaatlerine alt bu mesleklerin icrası için muayyen müktesebata (belli bilgilere) malik olmak kanunlarca şarttır... Dinin mahiyetini bilmeyen kimselerin de tenkidli, tarizli olarak dillerini kullanamamaları ve yazı yazmamaları esastır...” diyordu.
CHP'liler güç durumdaydılar. Ferda Güley (Ordu. CHP) kişisel görüşlerini açıklamak için kürsüye çıktığında, pek çok CHP’li, demokratların sıralarından gelecek salvolardan çekindiklerinden, salondan çıkıyorlardı. Ferda Güley, şöyle diyordu:
“...Muhterem teklif sahibi arkadaşımızın iddialarına göre, kendileri gibi Şeyhülislam —zadelerden veya din ulemayı kiramından (ulu bilginlerden) gayri hiçbir kimse bu kürsüden veya başka bir yerde din, diyanet mevzuunda tenkitkâr bir konuşma yapmak hakkına sahip değildir. Arkadaşımızın kanaatince nasıl doktor olmayan bir kimse doktorluk yapamazsa, din alimi olmayan bir kimse de din mevzuunda da tenkitkar ölçüde konuşmazmış. Çok tuhaf bir mantık. Evvela doktor olmadığı halde doktorluk yapmak ile din alimi olmadığı halde dini konularda tenkit yapmak aynı şey midir? Birincisi düpedüz sahtekârlıktır ve bu sebeple cemiyet onu cezalandırmak hakkına sahiptir. Ama ben doktor olmadığım halde doktorluk ve doktorluk mesleki, tıp ilmi özerinde pekâlâ tenkitlerde bulanabilirim. Bu takdirde cemiyet beni cezalandırıyor mu? Böyle bir şey olabilir mi? Olamaz arkadaşlar. Düşünce sahibi her insan durumu her ne olursa olsan her mevzuda konuşabilir ve yazabilir. Bu, düşünce ve tefekkür hürriyetinin, beyan hürriyetinin, yazı hürriyetinin şerefli ve muhterem bir zaruretidir...”
Ferda Güley, satır arasında, din sömürüsüne de değinerek konuşmasın, söyle sürdürdü:
“...Türk milleti içtimai ve dini vicdanında, izanında ve irfanında laiktir. Türk milleti için bir din meselesi yoktur. Sadece hurafeler meselesi vardır ki, çok şükür asırlardan beri her türlü fenalığı başına getirmiş olan bu beliyeden de süratle kurtulma yolundadır. Onun yolunu şaşırtan, onu zorla taassubun karanlığına sürükleyen, her devirde biz münevverler olmuşuzdur. Bilhassa seçim zamanlarında partilerimizi ve şahıslarımızı kazandırmak için yaptığımız şeyler yüz kızartıcıdır. Sanki ellerimizde birer kazma, milletimizin ve cemiyetimizin dini, ahlâkı, manevi temellerini, asla el sürülmemesi lâzım gelen mahremiyetlerini şahıs ve parti menfaatlerimiz uğruna hiçbir insaf ve merhamet duymadan tahrip etmekteyiz. Birbirimizi dinsizinde, daha çok veya daha az Müslüman olmakla itham etmek bizlere ve millete hiç olmazsa 1950’den bu yana ne kazandırmıştır? Evet, aynı telehhüfle (acıyla) söylüyorum:
“Eyvah ki bu bâzicede (oyunda) bizler yine yandık. Zira ki, ziyan ortada... Bilmem ne kazandık?”
Münih Havri Ürgüplü’nün yasa önerisini komisyon geri aldı; bir daha da çıkmadı. Yirmidört yıl sonra, olayın bir benzerini gözlüyoruz. Seçimlere bir yıldan az bir zaman kalmışken.