“Yini Köynek Tutmaz”

«Dost Acı Söyler» başlıklı Ankara Notları'nda adı geçen Darıca Eski Belediye Başkanı Hasan Ciddi’nin eşi Neşe Ciddi’den bir açıklama aldım.. Yayınlıyorum

«14.1.1981 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, Ankara Notları'nda «Dost Acı Söyler» adlı yazınızda, Kocaeli'ne bağlı Darıca'nın eski Belediye Başkam eşim Hasan Ciddi hakkında, Almanya'daki Türk işçilerinden hediye olarak getirdiği telsizler hakkında yazdıklarınız ve zamanın valisi İbrahim Ural’a sözlü olarak müracaat ettiği doğrudur. Yalnız bir noktada yanlışlık olduğunu belirtmek ve doğrulamak isterim.

12 Eylül'den sonra, daha eşim alınmadan evimizde yapılan aramada hiçbir şey bulunamamıştır. Telsizler, eşim alındıktan sonra Belediye binasında yapılan aramada, belediyede ve hiç kullanılmamış vaziyette, özel ambalajları içinde bulunmuştur. Telsizlerin belediyede olduğundan bütün meclis üyelerinin ve zabıta teşkilatının haberi vardır. Çünkü telsizler, zabıta teşkilatında kullanılmak gayesiyle getirilmişti..

İlgililerin, sonradan yanlış bir kanıya varmalarını önlemiş olmak amacıyla bu noktayı düzeltmek lüzumunu hissettim...»

Neşe Ciddi’nin açıklamasını yayınladıkları sonra «Ankara Notları»nın yeni konularına geçebilirim..

Yeri gelmişken değinmek istiyorum; açıklama hakkı, basın özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. Yazıyı da haberi de bütünleştirir. Öyle düşünüyorum.

Afyon'un Dazkırı kaymakamı Emin Köşe'nin başı, eczanelerde ilaç fiyatlarını denetlediği için derde girdi. İlaç fiyatlarına zam yapıldığı açıklanınca, Kaymakam Emin Köse, ilçedeki eczaneyi ya da eczaneleri denetleyip, ilaçları saptamak istedi. Belediye'den duyurular çıkarıldı. Zamdan önceki ilaçlar, zamsız satılmalıydı. Kaymakam halka:

— Devlete sahip çıkın. Bize yardımcı olun... dedi…

İşlemin arkasından da hakkında soruşturma başladı. Afyon vali vekili. Sağlık Müdürü Hicran Gözüm mü açtırmıştı, kaymakam hakkındaki soruşturmayı?...

Şimdiye değin, «Ankara Notları»nda birkaç kez olumlu çalışmaları vurgulanmış olan İçişleri Bakanı Selahattin Çetiner’in olayla ilgileneceğini, onun da genç kaymakamlara sahip çıkacağını sanıyorum..

Ankara havaları bir başkadır. Devlet Başkanı Evren' in, Konya-Adana konuşmalarına değin, Ankara'da bazı evlerde «Kurucu Meclis»e gireceklerin listeleri yapılmaktaydı Ne zaman ki, Konya-Adana konuşmaları geldi, kalemler, kağıtlar bırakıldı.. Düşler kırılıverdi:

Adı gerekli mi?... Kimi:

— Bekle gör diyordu, ekliyordu iri iri:

— Zaman, büyük hakemdir, bekleyen derviş, muradına ermiş!

Hamdi Konur’un kedisinin kapılan açtığını yazmıştım ya. Zeyyat Bey:

— Bizim kedi de açıyor kapıyı, dedi, ama kendisi için açıyor!

Bu. «Ankara Notları»nda, Türk Dil Kurumu’nun düzenlediği topluçalışıma (seminere) değinecektim, ilginçti çok. Emek Mahallesi’nin terzisi Abdullah Sönmez de oradaydı. Bir dilin çalışmalarının halka mal olması budur işte. Bir ara, Cahit Külebi’yi konsey çevrelerinden aramışlar. Toplantıda yapılan konuşmaların özetini istemişler. İki gün süren çalışmaların tümü, yayınlanmalı yüzbinlere, milyonlara ulaştırılmalı…

Toplantıda tutucuların eleştirileri de örnekler verilerek yanıtlandı. DTCF doçentlerinden Semih Tezcan, eleştirileri yanıtlarken, iddiaları bir bir çürüttü de. Bir örnek:

Tarabya Oteli’ndeki toplantıda biri:

— Yin, ne demekmiş, biliyor musunuz? «Vücut» demekmiş! deyice ardından kahkahalar geliyormuş. Semih Tezcan şöyle karşılık verdi:

— Yin, eski Uygurca’da vücut olarak kullanılmıştır, Kaşgari’de birçok kez geçer. Türkmence’de «in» biçiminde yine «vücut» anlamında, Yakutca’da «sin» biçiminde yin sözcüğü kullanılmıştır. Muş’ta «yini köynek tutmaz» derler, yani, öylesine cılız ki, vücudu gömlek tutmaz!

Örnekler daha çok. Yaşayan Türkçe bu işte. Muş'ta da halkın kullandığı. Salonlarda, kokteyllerde «Lügat paralayanların» değil...

Doç. Dr. Mustafa Canpolat da konuşmasının bir yerinde şöyle dedi;

— «27 Mayıs devriminden sonra, karşı devrimciler, uzun bir çalkalanmadan sonra birleşmiş, bütünleşmiş, ayrılıkları perdeleyerek bir karşı devrim yollarını açmaya başlamıştır. Bu karşı akım, kendini güçlü gördüğü zaman «Ulu Hakan Abdülhamit Han» demekten, «şeriat isteriz» demekten sakınmamış, Atatürk’ün büstlerini, heykellerini yıkmaya kalkmıştır. Ortamı uygun bulmadığı zaman Atatürkçü geçinmiş, Atatürkçülüğü kimselere bırakmaz olmuş, ama sinsi sinsi onun bütün görüşlerini, ilkelerini tersine çevirmeye çalışmıştır. İşte dil devrimine karşı saldırılar özellikle böyle ortamlarda artmaktadır. Karşı devrimciler, «nerede saldırıya geçersek daha güçlü oluruz, birtakım Atatürkçüleri de kandırır, kendi yanımıza çekebiliriz, Atatürk devrimini kıyısından köşesinden yine Atatürkçülere yıktırırız» hesabı İçindedirler

27 Mayıs’tan sonra da Atatürkçü askerlere Türk Dil Kurumunu yıktırmak, kapattırmak düşüncesini aşılamaya çalışmamışlar mıydı? Bugün de ayni hevese kapılmışlardır...»