Yılların Öğretmenlerine...

Gazeteci "yılın öğretmeni’'nin arkasındaydı. Gazeteden kendisine:
Ne yap, yap "yılın öğretmeni'nin resmini çek, yaşam öyküsünü bul demişlerdi.
Gazete, büyük gazeteydi, böyle şeyleri ilk kez o bulup yayımlamalıydı. Yoksa büyüklüğü nerede kalırdı?
Muhabir, bakanlığa geldi. Olay birkaç yıl önce geçti. Bakanlıkta, Yılın öğretmeni"ni seçecek komisyonun başkanlığını, Müsteşar Yardımcısı Nurettin Füsunoğlu yapmaktaydı. Gazeteci ona sordu.
Yılın öğretmeni kim oldu?
Daha belli değil, dedi, Füsunoğlu. Bugün belli olacak..
Gazeteci, müsteşar yardımcısının odasından çıktı. Aynı odaya girip çıkan, bir başka kişiyi gördü. Yılın öğretmeni sakın bu olmasındı? Hemen resimlerini çekmeye başladı. Şak şak şak... O da, öbür Müsteşar Yardımcısı Atıf Özmen'di.
— Niye benim fotoğraflarımı çekiyorsunuz? diye sordu Özmen
Efendim, kısaca yaşam öykünüzü anlatır mısınız?
— Aman dur. Ben yılın öğretmeni filan değilim. Burada görevliyim!
Atıf Özmen yakasını güç kurtarmıştı gazeteciden. .
Böyle sakarlıklar, gazetecilerin her zaman başlarına gelirdi. Yılın öğretmeninin kim olduğunu ilk kimin öğrenmesi, yazması önemlidir de, yılın öğretmeni kim olmalıdır, konusu hiç önemli değildir. Hani, yılın anasını seçerler dururlar ya, her yıl. Bunda torpiller, duygusallıklar, kayırmalar geçelidir ya, yılın öğretmeninin de nasıl seçildiği, oradan bellidir. Bir yönetmeliği var bunun, beğeniler, teşekkürler, denetimler sonucu alınan raporların bu puanlarda payı vardır. Eh öğretmen diyelim 15 yıl hiç denetmen görmemişse, onun için denetmen raporu da, teşekkür de söz konusu değildir. O öğretmen ağzıyla kuş tutsa yılın öğretmeni olamaz. Yılın öğretmeni oldunuz, ne olacak? Elinizdeki plaketle unutulacaksınız. Yeni kıskançlıklara, çekememezliklere yol açacaksınız.
Yılın öğretmeni olmak için hiç ceza almamak da gerekmekte. Dosyalarında, teşekkür üstüne teşekkür dolu, birçok öğretmen 1402'yle görevlerinden alınmışlar, açıkta beklemekteler. Demek ki “teşekkürün kıymeti harbiyesi” yok! Çalışkanlık, üretkenlik de o denli önemli değil. Öğretmen hoşa gitmemişse yöneticilerce...
“Yılın öğretmeni"olayı, “öğretmenler günü"gibi, ilk 1981'de başlatıldı. O zaman Milli Eğitim Bakanlığında görevli olan öğretmen general Osman Güngör Feyzoğlu, konuyu Devlet Başkanı Kenan Evren’e açtı. Evren olumlu karşıladı. Uygulama başladı. Sonradan öğretmen general Feyzoğlu, bıraktı bu işi, başkası üstlendi.
İlk uygulamalarda illerin öğretmeni seçilip Ankara'ya gönderilirken il yöneticileri, valiler, milli eğitim müdürleri konuyu iyi kavramamışlar mıydı? Kendi aralarında toplanıyorlar
— Haydi bu kez de Ankara’ya filan müdür gitsin. Ankara'yı görmüş olsun' diyorlardı
Ne kadar “Hayır öyle değil, ilde sevilen tutulan öğretmeni gönderin, bu kişi otuz bin öğretmenin simgesi olacak" dendiyse de boşuna..
Evren gittiği yerlerde, gezdiği okullarda, eğitimin ne durumda olduğunu görmüş olmalıdır Kız-erkek ayrımına dek varan bir gerici eğitim sistemi, saklanamayacak bir duruma gelmiştir. Varlıklı kişilerin okul ; yaptırmaları da, okulsuzluk sorununun çözüm yolu değildir. Köy Enstıtülerine bu denli karşı çıkılmasa sorunlar çoktan çözülmüş olacaktı. Yöneticilerin, hele cumhurbaşkanlarının bozuk eğitim sisteminden yakınmaya hakları olmadığını düşünüyorum .
Köy Enstitülerinden yetişenler yılın değil, yılların öğretmeni onurunu taşımaktalar. İki yazıdır anlatmaya çalıştığın bir örnek İ. Safa Güner’dir.
İ. Safa Güner, anılarında, "enstitüye gelen yeni köy çocuğu "nu şöyle anlatıyor yapıtının bir yerinde:
Temiz ve tertipli giyinip gelenler az olduğu gibi, mendil taşıyanlar da hemen hemen yok gibidir: Burunlarını yenlerine silenler çok görülür. Yerlere tükürmek, sümkürmek onlarca doğal hareketlerdendir. İlk günlerde okul bahçesinin tenha köşelerinde abdest bozanlar görülür. Hela kullanmakta acemilik çekerler. Su ile taharet yapamayanlar pisliklerini duvarlara bulaştıranlar bulunur.
Gezerken yavaş yürürler sallanırlar, yoruldukları veya bir şey yemek istedikleri zaman yerlere otururlar. Şakalaşmaları daha ziyade saldırışa benzer. Üstlerini yırtmak, sökmek gibi hallerden sakınmazlar. Fazla yemin ederler. Küfürleri pek çoktur. Bazı küfürler, küfür kastı olmadan, tamamlayıcı sözler olarak söylenir. Sigara içenler bulunur. Fazla ekmek yerler, suyu çok içerler, ellerindeki yiyeceklerden birbirlerine ikram ederler. Yollarda rastladıkları ağaçlardan yemiş koparırlar. Bağ ve bahçelerden yararlanmak yönsemindedirler... "
Safa öğretmen, köylü çocuğunu tüm yönleriyle inceler önce. Onların ruhsal yapısıyla ilgili olarak şu gözlemi vardır:
"Çok içlidirler. Onurlarına fazla bağlıdırlar. Kendileriyle aşırı bir şaka yapılırsa, ağlarlar. Alaya hiç tahammülleri yoktur. Bu, önemli kavga nedenlerindendir. Sert işlem onları ürkütür. Haşinlik karşısında sabırlı bir susuşları vardır. Bu susuş anında çok kez bir kesin karar alırlar. Bu karar enstitüyü terk etmeye dek varabilir."
İ. Safa Güner, tanıdığı bu köylü çocuklarını yıllarca yoğurur “Köy çocuğunun okul anlayışı da enstitü kavramından ayrıdır. Ona okulu, yazı yazılan kitap okunan, ders dinlenen bir yer alarak tanıtmışlardır. Kendi köyündeki okulu da boyle görmüştür. Okulu böyle bilen ve böyle tanıyan köy çocuğu enstitüye geldiği zaman burasını okula benzetemez. Çünkü onun okul olarak bildiği yerde sıralar, kitaplar, defterler vardı. Halbuki, burada bunlardan başka sazlar, çalgılar, oyunlar, türküler demirciler, marangozlar, duvarcılar var ’’
İ. Safa Güner gibi öğretmenler, bu çocukları okula ısıtır, işe alıştırır. Eğitimin üretime dayalı, yaparak öğrenmek olduğunu benimsetir. Arıfiye Köy Enstitüsü müdürlüğü görevinden bakanlık emrince alındığı zaman, binlerce insan ağlaşarak onu uğurlarlar. Yıl 1950'den sonradır. Demokratlar, Köy Enstitülerini yıkmak için tuzak peşindedirler. Sefa Güner'in böyle uğurlanışını, "işin içinde kışkırtma var" diye soruşturma konusu yaparlar.
Müdürün kasket giymesi, söz olur, Safa Güner'in fötr şapkası vardır ya, onu kente indiği zamanlarda giyer. İşbaşında kasketini başına geçirir. Adapazarı Erkek Sanat Enstitüsü öğretmeni Asım Aydın, bir gün Anfiye Köy Enstitüsü Müdürü Safa Güner'e Rumeli ağzıyla takılır:
—Yahu, muallim aga be. Kendine bir fötr şapka al...
Sonra olayı anlatır. Trende bir bakanlık müfettişiyle birlikte gelmiş. Müfettiş, Safa Güner için:
—İyi ama birader, niye kasket giyer? Demiş.
Gölköy Köy Enstitüsü müdürüyken, bir kadın çocuklara müdürü sorar. Çocuklar inşaatın başındaki Safa Güner'i gösterirler. Safa Güner:
—Gel, der. Müdür benim, ne istersin?
Kadın başını çevirir, örtüsünü yeniden çenesinin üstüne toplar:
—Kusura kalma, inanamadım. Kazmalı, kürekli müdür mü olur? der.
Yılların kazmalı, kürekli, kasketli öğretmenlerine selam...
* * *
İki düzeltme: 18 Kasım 1985 günü “Söyleşi” başlıklı “Ankara Notları"nda geçen Feyyaz Köksal'ın yapıtına sözünü aldığı atom fizikçisi Niels Bohr Hollandalı değil Danimarkalı olacak.
23 kasım cumartesi günkü “Ankara Notları”nın sondan ikinci paragraf ilk iki tümcesi şöyle olacaktı: Kimileri insafsızca saldırdılar Köy Enstitüleri’ne, 1950'den sonra ezanı Arapçalaştırdıkları gibi Türk Dil Kurumu'nu yüzüstü bıraktıkları gibi Köy Enstitüleri’ni de orada okuyanları da karalamak istediler...
Yanlışlar telekste, düzeltmede ya da dizgide değil, bendedir. Okurlardan özür dilerim...