Yeri Doldurulamayan Ataç...

Sadun Aren'e sordum:
— Nasıl, özgürlüğe alışabildiniz mı?
— Hemen, dedi Sadun Bey, derhal alıştım...
Sonra şu fıkrayı anlattı: Bektaşiye, neden oruç tutmadığını sormuşlar:
— Güç oluyor, diye karşılık vermiş. Tutamıyorum...
— Dön beş gün sıkıntı çekersin gerçi, demişler, sonra alışırsın!
— Yemeğe daha kolay alışılıyor! demiş Bektaşi. Siz onu deneyin, hemen yiyorsunuz…
Özgürlük gibi var mı?
İlhan Selçuk'un “İlhanİlhan” Kitabevindeki imza gününe. Dr. Şinasi'nin yemeğinden gittim. Yemek de, İlhanİlhan Kitabevi’nin karşısındaki “Körfez” lokantasında. Doktor Şinasi, fotoğraf çekmeye, özellikle resme meraklı. Ressam dostları var. Yılda bir onlara böyle yemek verir. Yemeğe ressamların çoğu eşleriyle gelmişlerdi. Gelenler arasında Kayıhan Keskinok, Hayatı Misman, Zafer Gençaydın, Veysel Günay, Zahit Büyükişleyen, Yüksel Bingöl, Yalçın Gökçebağ, yontucu Remzi Savaş vardı. Karşı masada, bizim “cumartesi arkadaşları” ayrı bir grup oluşturmuşlardı. Orhan Ural, Necdet Özdemir, Necati Engez, Feridun Taşkın, Kaya Türker, Hasan Çeliker, Hüseyin Şahin de o masadaydılar. İki ayrı dost masasından karşılıklı gidip gelmeler, kucaklaşmalar oluyordu. Vedat Dalokay, bir arkadaşıyla bir başka masada; Ali Özkazanç öyle Mimar Necdet, İsmet Öztunalı'yla sardırmışlar. Yıllardır tanıdığım insanlar. Gazeteciliğin, yazarlığın bir şanslı yanı; çeşitli yerlerde görev yapmış kişilerle dostluğun sürdürülebilmesi.
Orhan Ural'ın “Cumhuriyet Dönemli Türk Şiiri” adlı kitabı İş Bankası yayınları arasında çıktı. Orhan Ural, kitabın başındaki "Sunu"sunda, şöyle diyor:
“Elinizdeki kitapta "otuz dokuz" ozandan örnekler var. Sanatçıların değişik dönemlerinden şiirleri seçilmiş, dünden bugüne gelişimi belirlenmeye çalışılmıştır. Kitapta bulunmayan ozanların "Ya ben, ya biz” diye durakladıklarını görür gibiyim. Yirmi birinci yüzyıla kaç ozan kalacak sorusunu da düşünmek gerekli! Yahya Kemal, Nâzım Hikmet, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli Kanık, Behçet Necatigil yarınlara kalma hakkını yapıtlarıyla sağlamışlardır. Yaşayanlardan da yirmi birinci yüzyıla adını yazdıracak ozan sayısı dokuzu-on’u zor aşacaktır! En büyük yargıcı "zaman" olduğuna göre sanatçı kişiliğini kanıtlayan ozan da güncel eleştirinin ötesinde edebiyat tarihinin sayfalarında —zaten— yerini alacaktır...”
Orhan Ural'ın seçtikleri arasında, sevdiğim ozanların çoğu yok. Bir konuşmamız sırasında:
Kitabın hazırlığı erken başlamıştı, kitaba Refik Durbaş'ı almayı isterdim! demişti.
Ali Yüce, Talip, Başaran da yok. Orhan Ural'la, Doğan Hızlan kitap üstüne bir konuşma yapmış. "Gösteri"nin haziran sayısında çıkacakmış; Orhan Ural orada, yirmi birinci yüzyıla kalacakları da çekinmeden açıklıyormuş...
Güçtür, böyle seçmeleri yapmak, yargılarda bulunmak.
“Körfez"deki masada anlattı bir arkadaşım fıkrayı, şöyle:
Bektaşiye, konuk olduğu evin genç oğlu tanıştırılır:
Mehmet, diye. Bektaşi:
Ooooo, der, ne mübarek ad, Muhammed'in adı, boynuna sarılır, döne döne öper...
Biraz sonra, içeri giren başka bir genci tanıştırırlar Bektaşiye. Genç, ahırdan, hayvanları tımardan gelmektedir. Baştan aşağı kokusu sinmiştir gence. Onun da adı Mehmet'tir. Bektaşi hiç oralı olmaz. Biri:
Erenler, der, bunun da adı Mehmet! Muhammedin mübarek adı...
Be birader, diye karşılık verir Bektaşi, burada benden başka Müslüman yok mu? Onu da başkası öpsün!.
İlhan Selçuk'un imza günü görkemli geçti. Çoğunluğu, kızlı erkekli üniversite çağında genç okurlardı. Ekmek paralarından kesip almışlardı kitapları...
Sabahattin Teoman, hastaneden evine çıktı. İyileşme dönemini evinde geçiriyor, daha bir ay kadar evinde yatacak. Yarın Ataç'ın ölümünün 27’nci yılı. Sabahattin Teoman’la Nurullah Ataç'ı konuştuk. O:
Nurullah Ataç yaşasaydı, yazınımızın durumu şimdi çok bambaşka olurdu, dedi.. Bugün bu düzeyde olmazdık, daha sıcak bir ortam içinde olurduk. Daha bir kaynaşmış, fıkır fıkır bir yazınımız olurdu kanısı var bende; yeri doldurulamadı.
Nurullah Ataç'ın cenazesi Hacıbayram'dan kaldırılıp, Hacıbayram'dan sonraki dörtyol kavşağına omuzlar üstünde götürülürken, bir yol ağzından izlemiştim töreni. Yağmurlu bir gün gibi kalmış belleğimde. Sabahattin Teoman da törene katılanlar arasındaymış. O anlattı:
Ben, dedi Hasan Şimşek'le yan yanaydım, otobüsteydik. Cebeci mezarlığına gidiyorduk. Bana, güneşli bir hava vardı gibi geliyordu, ama yanılabilirim.
Pazartesi sabahı radyo, mayıs ayında olup bitenleri anlatırken, Memduh Şevket Esendal’ı, Nurullah Ataç'ı andı. Sevdim programı...
Sabahattin Teoman'a anılarını yazmasını önerdim. “Kırk kuşağı” ozanlarından, yazarlarından olan Sabahattin Teoman'ın anlatacakları, sanırım ilgiyle okunacaktır...