Yastığına İşle Beni...

Ruhi Su'yu dinliyorum, banttan: Ne güzel söylüyor:
"Amaaaaan. Gümüş olmak istiyorum, gümüş olmak istiyorum/çok üşürsün sonra, çok üşürsün sonra/amaaaan, su olmak istiyorum, su olmak istiyorum/ooooh çok üşürsün sonra, çok üşürsün sonra/amaaaan yastığına işle beni, yastığına işle beni/ooooh, olur hemen şimdi, olur hemen şimdi…”
Kimileyin bir yalnızlık duyuyor insan; eş dost arıyor. Ruhi Su’nun türkülerinde de bu vardır. Aydını, aydınımızı simgeler sanki; aydının yıllar süren yalnızlığını...
Geçen ay başlarında İstanbul'dayken, Vedat Türkali’yle birlikte, evine gitmiştik Ruhi Su'nun; hastaydı koca Ruhi, kucaklaştık. İyileşmesi için yurt dışına gitmesi gerekiyordu. Ancak henüz pasaport alamamıştı. Daha doğrusu, uzatılması gereken pasaportu uzatılmamıştı. Tüm yetkilileri uyarmak geçti içimden. Ruhi Su'nun iyileşmesi için. Her çaba gösterilmeli, her olanak denenmeliydi. Bir arkadaşla konuşuyordum, o:
Ruhi Su'nun bir yerde anıtı, büstü yok değil mi? diye sordu. Neden yok? Sanata ilgi buncağız mı?
Prof. Bahri Savcı, Ören’den İstanbul'a dönmüş. Bahri Savcı artık İstanbullu oldu. Bir "Ankara Notları"nda, anayasanın "bakan azli" maddesine değinmiş, Turgut Özal’ın, bu maddeyi Arıkan için işletmesinin, gelecek için iyi gelenekler yaratmayacağını vurgulamıştım. Savcı, bu konudaki görüşünü da belirten esprili bir mektup gönderdi. Bahri Bey, kimi yazılarını donuk, çetrefilli bulanlara karşın, bana çok tatlı gelir. Konuşmasını dinlemeye doyum olmaz. Ören'den yolladığı mektup şöyle:
"Oğlum Mustafa,
Kimbilir, "Adım Atatürk'ün de adı" diye ne kadar seviniyorsundur. Şimdi, ham ervah yazardan olsa idin, "Biz, ad benzerliğinden değil, kendi adımızla, kendi yaptıklarımızdan kıvanç duyarız" diye bana "hava " basardın. Ham ervah değilsin, köylü olduğun halde, böyle havalara gereksinmen yoktur, bilirim.
Korkma oğlum, anayasanın "bakan azli" maddesinden, korkacak isen, korkulacak daha çok husus var. Ne imiş? Başbakan, bir bakanı azlettirmek isterse imiş de, ya Cumhurbaşkanı o bakanı beğenmekle ise imiş, ve yerinde kalması yanlısı olursa imiş; o zaman Başbakan, kendisinden kurtulmak istediği bakanla beraber çalışmak zorunda kalırsa imiş; böyle "imişmiş" olur mu imiş?
İlahi Mustafacığım, böyle dört ayaklı bir hükümet kuran "düvel-i muazzamanın itimadını haiz”liklerin Osmanlının başına ördüğü çoraplardan haberi olmayan; kabinesini toplayıp, bütün sorunlarını orada çözemeyen; yetkilerinin tümünün sahipliğine ve sorumluluğuna yanaşmayıp, plaj sefası sürdüren vs. vs. bir önderden korkmuyorsun da, onun beceriksizliğinin kendi başına, ileride bir sorun çıkarmasından mı korkuyorsun?
Ama, gene de kork.
Parlamenter sistemin "kabine-hükümet”inin, politika saptama, sorun çözme, yönetme konularındaki tavrını, esprisini, üslubunu, bir tek sözcük ile "hak"kını; kendi isteğiyle, ne kadar yüce olursa olsun, başka makamların ipoteğine sunmasından kork, yasa elverse da bir "kabine-hükümet"in, kendi basit bir iç işini çözememesinden kork; çözümü, bir sığınma üslup ve esprisinde aramasındaki zayıflıktan kork.
Sana bir de teselli…
Kullanmaması iyi olur, hatta gerekir ya; ileride, bir başkan, bir bakanından kurtulmak istediğinde, gene devlet başkanına giderse, devlet başkanı ona, hiçbir zaman direnmeyecektir, çünkü, kabinesini kurma, değiştirme, ıslah etme, yönetme hakkının seçim utkusu ile Mecliste kurulmuş olan çoğunluğun güvenine dayanarak "münhasıran" Başbakan'a ait olduğunu bilecektir: Vaktiyle, bir devlet başkanının, ağır bir yanlışlık olarak, bir hükümet listesini reddedişinden beri, buna yapılan eleştirilerle herkes bunu öğrenmiştir...
Haydi bu kadar yeter. İstanbul’a geldiğinde günün adamlarından vakit bulursan, bizi de görürsün. En iyisi, yazları, otuz kişilik. O küçük kafilelerden oluşan gruplarla Ören'e gelirsin.
Hanıma, çocuklara, eğer kendilerini şu günlerde görme fırsatı doğarsa, bol selam ve sevgilerimizi söylemeyi unutma..."
Mektuba baktım, Bahri Bey’in havası iyi. Ankara’nın kirli havasından kurtulup. Beyoğlu'nun göbeğine düşmüş. Kendisi yazıyor, "geç gelen bir saltanat gibi..." Tatık Zafer Tunaya, İlhamı Soysal da orada, kaynatırlar artık...
Aziz Nesin geldi usuma. İstanbul'da bugün onun 70’inci yaş kutlaması var. Gidemeyeceğim. Aziz Nesin'e nice başarılı yıllar diledim gönlümden. Aziz Nesin için Ankara'da da bir toplantı yapılacak, ona giderim artık...
Cuma akşamı, Amerikan Kültür Ataşesi Robert Mc Dowell'in gidişi, yerine Robert Milton'ın gelişi dolayısıyla bir kokteyl vardı Dowell'in evinde. Bir haftadır tansiyonum çıkıyordu. 19 tansiyonla yazı yazdığım oluyordu. İçkilere, tuzlulara "hoşça kal" demiştim. Yemeye içmeye gitmiyorum ya, kokteylleri izlemeye gidiyorum. Gittim, Prof. Türkan Akyol’la eşi Prof. Turhan Akyol, Prof. Bozkurt Güvenç, Baskın Oran, Hikmet Şimşek, Prof. Nermin Abadan Unat da oradaydılar...
Baskın Oran, Uluslararası İlişkiler Kürsüsü'nden yardımcı doçentken ayrılma durumunda kalmıştı. Şimdi ne yaptığını sordum, şu karşılığı verdi:
Üç yılda yazacağım ve bastırıp başaramayacağımı bilemeyeceğim bir kitabın telif ücretini bir ayda taşeronluktan kazandım. Bu parayla oturup, 'Batı Trakya' kitabını yazacağım.''
Baskın Oran, YÖK'ün ilk uzaklaştırdığı öğretim üyelerindendi. Danıştay oybirliğiyle, okuluna dönmesine karar verdi. Ancak daha sonra, 1402 ile görevinden alındı...