Yaşlılar, Gençleri Düşünün...

Yalçın Küçük, bir süreden beri. “Avdın” kitabı üstüne çalışıyor. Daha yazmadı, hazırlıklarını yapıyor. Doğan Avcıoğlu da Türk aydını üstüne çalışıyormuş. Yalçın Küçük, Meclis kütüphanesinden yararlanmak için başvurmuş, izin vermemişler. “Şimdi bütçe var, bütçe ile ilgili çalışma yapmaları için, kütüphane sayın Danışma Meclisi üyelerine ayrıldı” gibisinden bir yanıt vermişler. Yalçın Küçük, buna çok üzülmüş. Tutmuş, Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Orgeneral Necdet Üruğ'a bir mektup yazmış. Meclis kütüphanesinde çalışmak, belgeleri karıştırmak için özel izin istemiş. Yalçın Küçuk'ün Üruğ'a mektubunu gördüm. Bir bölümü şöyle:
“... Amacım şu: Türk aydınına kendisini tanıtıp sevdirmek. Türk aydınının kaybettiği güvenini tekrar kazandırmak istiyorum. Ne yazık Türk aydını Patagonya'daki bir ihtilalciyi biliyor da Koca Reşit Paşayı hiç tanımıyor. Kemal Bey'i, Ziya Paşa’yı arkadaşlarını modern Türkiye'nin bu ilk ihtilâlci aydınlarını hiç bilmiyor. Bilmediği için de küçümsüyor. Tanzimat ilericilerinin nasıl layisizm yönünde ciddi adımlar attığını. Ali Paşa’nın adına yazılan Tanzimat Diktatoryasını, daha sonraki meşrutiyetçilerin nasıl din ile uzlaşma yolları aradıklarını, ne düşündüklerini. Jön Türkler'i, Cumhuriyetin kurucu kadrolarını. Harf Devriminin bile Cumhuriyetten çok önce tartışıldığını. 1940 kuşağını, 1950 forum'cularını, 1960 Yön'cülerini ve 1970 yıllarını, tartışmalarını bilmiyor. Bilmediği için de hem sevmiyor hem de güvenemiyor...
Paşam, 12 Eylül 1980 sabahı Genelkurmay Başkanı ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in radyo açıklamasını dinledim. Bu açıklamalar arasında üniversite öğretim üyelerinin bilimselliğini yeterli bulmayan ifadeler vardı.
Yıllar yılı, üniversite öğretim üyelerinin yeterli araştırma yapmadığını, üniversitenin toplumun gerisinde kalma tehlikesiyle karşı karşıya geldiğini, yazarım, söylerim. Üniversite öğretim üyelerinin bir bölümünün ne yaptığına, ben de şaşarım. Ancak ben bunlardan değilim. Üstelik o kadar yalnız da değilim. Bizim istediğimiz düzeyde olmasa da akademi kuruluşlarımızda çok özverili ve değerli araştırmacılarımız var. Bunlardan kıvanç duyuyorum. Ancak, Paşam, araştırma yapmanın öyle sanıldığı kadar kolay olmadığı görülüyor.
Paşam, Cumhurbaşkanlığı arşivleri Türk araştırmacılarına kapalıdır. Harp tarihi arşivleri bize kapalıdır. Bir kitabımın önsözünde bunların bize açılması gerektiğini yazmıştım. Şimdi Meclis kütüphanesinin de kapatılması ihtimali ile karşılaşıyorum.
31 Mart'ta Suriye Mebusu Mehmet Aslan’ın Hüseyin Cahit yerine öldürüldüğü iddiası var. Önemli değil ama nesilden nesile aktarılıyor. İz yürüttüm, kaynağını araştırdım, Hüseyin Cahit'in kendisine dayanıyor. Halbuki bana Mehmet Aslan’ın kendi adına da öldürülmesi mümkün görünüyor. Önemsiz bir adam değil. Kâmil Paşa kabinesi düşünce kurulan Hilmi Paşa kabinesi konusunda İngilizleri teskin etmekle görevlendiriliyor. Önemli kimse. Mehmet Aslan ile Hüseyin Cahit'in resimlerini karşılaştıracağım. Ancak Mecliste yapabilirim...”

Mektup Üruğ'un eline geçer geçmez. Yalçın Küçük'e özel izin çıkmış. Çok sevinmiş. Sabahları evinden Meclise değin yürüyor, orada çalışmasını yapıp çıkıyordu Meclis kütüphanesinden. Mehmet Aslan'ın Hüseyin Cahit'in resimlerinin fotokopilerini almış, bize de gösterdi. Şiar Yalçın, Yalçın Küçük bir de TRT'den atılıp Afetler Dairesine verilen Çetin Öner, dördümüz. Bayındır Sokaktaki “Fayton”a gidip mantı yedik. Şiar Yalçın'ı babası Cavit Bey asıldıktan sonra Hüseyin Cahit Yalçın büyütmüş. O, Hüseyin Cahit'e “amcam” der. Onda, Hüseyin Cahit'in başka fotoğrafları da var. Yalçın Küçük'e, o fotoğrafları göstereceğini söyledi. Tatlı bir söyleşiydi. “Fayton”daki mantılı söyleşi...
Geçmişten söz edince, yaşlandığımızı mı düşündüm ne? Bir de gençleri...
Gençlerin bir kesimi cezaevlerini doldurmuşsa, o toplum biraz hasla sayılır. Gençlerle uğraşıp, onları baş suçlu sayma yerine, toplumu ekonomik, siyasal sağlığa kavuşturmak gerek. Bir genç mimardan yeni yıl kartı geldi, adres yerine “Mimar - Simitçi” diye yazmış...
12 Mart döneminin başlarıydı. O zaman Kara Kuvvetleri Komutanı olan Faruk Gürler, bana anlatıldığına göre, şöyle bir şey düşünmüş: Baş kaldırmış gençleri Genelkurmaya toplayıp —demek o denli azmış sayıları o zaman— -Bırakın şuraya silahlarınızı, siz bu ülkenin geleceğisiniz. Yaptıklarınızı bağışlıyoruz! Haydi, doğru okullarınıza bakayım! demek..
Gençleri kurtarmak istemiş Gürler Paşa. Fakat gerçekleşmemiş bu düşüncesi, kuşaklar arasındaki kopukluk arttıkça artmış. Sonra, herkesin bildiği olaylar...
Bazı yazarlar, 1974 bağışını kınarlar. Hele, bunlardan biri var, kendisi de Cumhurbaşkanı Korutürk'ün bağışı ile cezaevine girmekten kurtulmuştu. Ama yine de bağışlamaya karşı çıkar durur. Oysa bağışlama en büyük adalettir.
Bu yıl, yaşlılar yılı. Yaşlıların kendilerini değil, gençleri düşünmelerini dilerim.