Yaşamak, Yaşatmak Varken...

Bahri Savcı'nın ardından, Ferda Güley de seksen yaşı­na bastı. Ferda Güley’i kutladım. Bahri Savcı, seksenine basışını kutladıktan sonra, üniversite bahçesinde, arkadaş- lan adına gözyaşı döktü. 41 yıldır CHP'de politika yapan Fer­da Güley’e politikacılar değil ama, çocukları çok yakın ilgi gösterdiler; taa Almanyalardan gelip, babalarının seksen yaşını kutladılar. Ferda Güley, dört ay Marmaris'te kalmış, dinlenmiş. İyi etmiş!

1980’li yılların ortalarıydı. I.D. yetmişine basmıştı. Taşla­ma ustası Mustafa Eşref, şu dörtlüğü düşmüştü:

Hiç güvenim kalmadı atasözlerimize/Birlikte yayılıyor pe­kâlâ kurtla kuzu,/Bir de akıllı domuz çok yaşamaz demişler/Yetmiş yaşına bastı... domuzu.

Dörtlüğü Ferda Güley’e okudum, çok güldü.

Çocukluğum çok kötü geçmiş, Günlerce, haftalarca “ölecek” diye beklemişler. Bir türlü ölmüyormuşum. Anam, “Nasıl olsa ölecek!" diye, evde yapayalnız bırakıp ekine, ota gi­diyor, akşam döndüğünde de merakla “herhalde ölmüştür!" diye bakıyormuş. Yerde yatan, gülen bir çocuk görünce de şaşırıyormuş:

Anam, gelin hele bu çocuk ölmemiş, yaşayacak ellaham! diyormuş. Komşular da şaşırıyorlarmış niye ölmüyo­rum diye.

-Anam, süt vermeye çalışıyor, bir türlü emziremiyormuş. Emmeye gücüm yokmuş! Ne yapsın anacağım, sütü pamu­ğa ya da yüne damlatır, dudaklarıma sıkarmış. Filmlerde gördüğüm Afrikalı çocuklar gibiymişim herhalde, kurbağa gibi bir şey!

Bu yedi aylık değil mi? Yaşamaz! diyormuş komşular.

Yedi aylık ama, yedi ay on gün! Ay eksiği yaşar da gün eksiği yaşamaz! diyor bir başkası. Anam. “Bu çocuk yaşa­yacak" diye düşünüyor, beslenip canlanmam için elinden gelem yapıyor. Biraz canlanınca, saldırmışım memeye. Ahmed Arif’in “Adiloş Bebenin Ninnisi" gibi:

Doğdun, /Üç gün aç tuttuk/Üç gün meme vermedik sana/Adiloş Bebem, /Hasta düşmeyesin diye, /Töremiz böyle diye, /Saldır şimdi memeye, /Saldır da büyü...

Hem de ne saldırış! Emeceğim diye saldırınca, anamın göğsündeki yorgan iğnesi, yüzümün sol yanını, gözümün altını boydan boya yırtmış. İzi yanağımda durur upuzun. Anam:

-Daha göğsümü açmamıştım, sen saldırdın, horoz kanı kadar kan aktı!.. Seni iki yaşına değin emzirdim... derdi.

Çin’den dönen Oralp Basım anlatıyordu.. Çin'de yeni doğan çocukları attı aya değin emziriyormuş anaları, özel­likle, ilk on gün çocuğun ana sütünü alması gerekiyormuş, ilk on gün, ana sütü alınmazsa, çocuğun yapısında bozuk­luklar oluyormuş. Çin'e göre, Türkiye'de yabancı Amerikan çocuk mamaları üç-dört kat pahalıymış. Amerikan çocuk mamaları özellikle Üçüncü Dünya ülkelerine yollanıyormuş. Hem de içindeki kalsiyumu, mineralleri daha az olarak, da­ha pahalı olarak İzmit Belediyesinin kadın doğum uzmanı Ayser Tülbek yabancı çocuk mamalarını gördüğü yerde çöp sepetine atar...

Oralp Basım. Çin'de titiz bir nüfus planlaması yapıldığını anlatıyor. Türkiye'de nüfus artışı, Çin’den büyük oranda. Çin'de ikinci çocuk yapılırsa, bunun ağır cezalan varmış! Tür­kiye'de herifçioğlunun yedi çocuğu var! Yine Oralp anlattı; Çin'de yılda kesilen domuz sayısı 150 milyon. Amerika’nın. Rusya'nın iki katı. Bir anlamda Türkiye dışında tüm ülkeler beslenme sorununu çözmüş. Bir Türkiye ile İslam ülkeleri, yılda bir doğuran inekle, koyuna kalmış... Çin'de 3000 yıllık geçmişi olan Budistler, tespih çekiyorlarmış. Kim kimden aldı acaba?

Kaç yıl oldu, Refik Erduran'la konuşmuştuk. Erduran, Türkiye'de domuz çiftlikler ile beslenme sorunlarını ele alan bir film çevirmeyi düşündüğünü söylemiş, bu konuda se­naryo istemişti. Ne Oralp, ne ben senaryoyu yazıp hazırla­yabildik. Türk halkına gerçekleri anlatmak ne güzel olacak­tı, olmadı, gerçekleşmedi bir türlü. Önce, domuz yazılarını bir kitapta toplamayı düşünüyorum. Arkası gelir...

Bir “Ankara Notları"nda “kefir" konusunu anlatırken, bu­nun kokteylinin hazırlanışını da yazacağımı bildirmiştim. Bu­güne değin elim değmedi. Müheyya İzer’in, “Bitkisel Pro­tein İle Dengeli Beslenme" yapıtında kokteylin yapılışı şöy­le:

Bir çorba kaşığı kefir, iki fincan su, iki dilim limon, iki ku­ru incir, iki çorba kaşığı bal... Tüm malzeme bir araya geti­rilir, mevsimine göre 24 saat veya daha uzun süre bekleti­lir. Bir saat buzdolabında bekletildikten sonra içilir. Yaz günleri için serinletici bir içkidir.

“Kefir” konusunda çıkan “Ankara Notları" Türkiye ölçü­sünde geniş yankılar yaptı. Kefir mayası almak isteyenler, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Sütçülük Bölümü’ne başvurdular. Zaman zaman bölümün telefonlar kilitlendi. Binlerce, on binlerce kişiye yayıldı. Kimi okurlar, bölümde Doç. Dr. Celalettin Koçak tan kefir mayası isteyerek “öde­meli gönderilmesini" istiyorlardı. Oysa bu olanaksızdı. Ce­lalettin Koçak'tan (Telefonu: 312/3170550'den 1351) mek­tupla ayrıntılı bilgi isteyenler vardı. Gerçekte “Ankara Not­ları "nda yeterli bilgiler verilmişti. Bunlar, 22 Eylül 1994, 25 Eylül 1994 günlü Cumhuriyet’lerde çıktı. Cumhuriyet’ler, An­kara'da Gaziosmanpaşa'da Agrofood’da asıldı, ilgilenenle­re gösterildi (Telefonu; 312/4680601). Ayrıca, kefir, Anka­ra’da Sıhhiye Çokkatlı Oto Garajı’nın altındaki. Ziraat Fakül­tesi ürünleri satış yerinde de “Kefir geldi ” biçiminde duyu­ruldu. Ancak şimdiye değin, özel kuruluşlardan kefir üret­me konusunda ciddi bir girişim olmadı. Sadece "Birtat Yo­ğurtları” üreticisi, "Ankara Notları "nda konunun geçtiği gün­lerde ilgilendi. Kefir kullananlardan olumlu izlenimler geliyor­du. Birçok sorunları olanlar, bunların düzelme yolunda ol­duğunu bildiriyorlardı...

Geçen hafta ozan Oğuz Tansel’i, gazeteci Nevzat Kızılcan'ı, Kıbns’ta İzzet Rıza Yalın ‘ı. Milliyetten Metin Çakmak'ı yitirdik. Dün, yiğit İlhan Erdost'un, dipçiklerle, tek­melerle araba içinde öldürülüşünün 14. yılıydı. Onu gömütü başında andık. Cumartesi günü de, Danıştay Savcısı Fi­gen Er’in aramızdan ayrılışının üçüncü yılı. Öldürülen öğ­retmenler... Oysa, uzun yaşamaydı konumuz, kefirdi, bes­lenmeydi, domuzdu. Kolum kanadım kırıldı, olacak şey miy­di?